Şavşat Duvar Gazetesi Felsefe

Din ve ideoloji

Attila Şimşek

Bu yazıma başlamadan önce şunu belirtmek isterim... Bizler bu yazıları, iş yaşamımızdan ayırdığımız zaman ölçüsünde içimizdeki yazma isteğini, satırlara aktarmaktan ibarettir.. Ancak zaman yetersizliği nedeniyle yazdığımız yazıları düzenlemelere ve kontrollere fazla zaman ayıramadığımızı söylemek istiyorum.

Sonradan baktığımızda kendi yanlışlarımızı kendimiz görüyoruz. Ancak yazı yayınlanmış oluyor. Türkçeyi kullanmada ki dilbilgisi hatalarına gerçekten üzülüyorum. Ancak bu site için ayırabildiğimiz zaman çok kısıtlı olmaktadır. Yinede sitede ziyaretçi sayısının çok olması reklam gelirlerini artırır, site da iyi olanaklara kavuşur diyerek her gün mutlaka sitede görünmeye çalışıyorum..

Şimdi sizlere din ideolojisi ve ticaret ilişkisini kendi açımdan yorumlamaya çalışacağım.

İdeoloji bütünlük içindeki bir siyasi görüşü bir düşünceyi savunmak ve o siyasi görüşün veya düşüncenin kurallarına göre hayatı yönlendirmektir. Din ise insanoğlunun varlığı ile başlamış açıklanamayan olgulara saygı duyma şeklinde gelişmiş ve günümüzdeki hali ile de herkesin kendisi ile inandığı kutsal arasında olması gerektiği halde devletleri yönetenlerin ideolojilerinin ana parçası ve iktidarlarını pekiştirme aracı, halkını din olgusunu kullanıp baskı altında tutarak ülke zenginliklerine el koyma arzusundan dolayı amacından uzaklaşmıştır.

Hıristiyanlık bu olayı 15. yüzyıl sonlarından itibaren çözme yoluna gitmiş ve insan ile kutsalı arasından devleti çıkarma uğraşına girmiş ve laiklik kavramı da bunun sonucunda ortaya çıkmıştır..

İslam dininin doğuş zamanı ve yerine baktığımızda haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı

Reform niteliğinde ortaya çıkmış ve bu özelliğinden dalayı kısa zamanda geniş halk kitleleri tarafından benimsenmiştir. İlk yüzyılından sonra halifeliği ele geçirmek ve onun verdiği güç ile halkları yönetmek siyasilerin esas amacı haline gelmiştir. Oysa esas amacın insanları daha iyi şartlarda yaşatacak işleri yapmakken İslam dininin çıkış özelliklerine de ters olan bir uygulama haline gelmiştir. Yani siyasiler hem dini yönetmişler hem de dini kullanarak halkının üzerinde dini ve siyasi bir erk olmuşlardır.

Halkın aydınlanması bilgilenmesi yok edilerek tek tip düşünen veya daha doğrusu düşünmeyen insanlar topluluğu haline getirilmiştir.

Günümüze geldiğimizde de bu durumu görmekteyiz. İslam ülkeleri o ülkeleri din adına yöneten siyasilerin elinde düşünmeyen insan toplulukları haline getirilmiş. Bu siyasi iktidarlar globalleşen dünyada güçlü devletlerin korumacılığına girerek ikinci bir iktidarını koruma gücüne kavuşmuştur.

Osmanlı döneminde Önceleri Fransızlara verilen daha sonra devamlı uzatılarak diğer batılı ülkelere de verilen ekonomik kolaylıklar (kapütülasyonlar) Cumhuriyetle birlikte bin bir pazarlıktan sonra kaldırılmış ve bir ülkenin esas bağımsızlığının Ekonomik bağımsızlıktan geçtiğini gören Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk Osmanlıdan kalan borçları temizlediği gibi ülkenin gelişmesini yine ülke kaynaklarıyla temin için çaba sarfetmiştir.

Türkiye 1950 lerden sonra dış borçlanmalarla başlayan ve çeşitli anlaşmalarla desteklenen bir sistemde günümüzde Osmanlıda var olan kapitülasyonlara yavaş yavaş ilerlemektedir.

Dini kullanarak siyasi güç elde etmeye ve ülkelerini yönetmeye çalışılan bu İslam ülkelerine baktığımızda zenginlik kaynaklarının bol olduğunu ancak halklarının en geri kalmış halde olduğunu adeta düşünmeyen insanlar topluluğu haline getirildiğini bu hal ile halklarına verdikleri zarar yanında İslam dinine de en büyük zararı İslam dinini siyasi iktidarlarını pekiştirmek için kullanan iktidar sahiplerinin yaptığını görmekteyiz.

İktidarı elinde bulunduranlar ülkesini ve halkını düşünmeden sadece iktidarını ve kendi ekonomik çıkarlarını düşündüğü sürece bunun yanında dış ve iç tehditlere karşı yabancı ülkelerden medet umulduğu sürece halkın düşünmeyen bir topluluk olacağı için halkına ve dinine en büyük zararı veren kişiler olacaklardır. Ondan sonrada Hristiyanların ve batılıların İslam dinini kötülediğini karaladığını savunmak yanlışlara devam etmekten başka bir şey değildir.

Ben günümüzün modası olarak gördüğüm siyasi giyim tarzı ülkelerine gelen yabancı ve müslüman olmayanlara da zorla giydirilmesi bu uygulamanın dinden çok devlet yöneticilerinin ideolojilerinin bir parçası olduğu ve bu simgesel durum olduğu sürece islama karşı ideoloji mutlaka olacaktır.

Örneklerine batılıları alan, dini siyasi görüşlerinin ortasına yerleştirenler kendi uygulamalarında dini baskıyı, olması gereken gördükleri sürece Müslüman ülkelerin bugünkü durumlarının ve geri kalmışlıklarının sömürülmüşlüklerinin devam edeceğini söylemek kehanet olmasa gerekir.

Ne zamanki iktidar sahipleri bu yanlıştan döner dini ideolojilerinin ortasına oturtmaktan vaz geçer laik olmayı başarırlar ise o zaman hem İslama hem de halklarına iyilik etmiş olurlar.

10/04/2007

Bu İçerik 573 Kez Görüntülendi

Felsefe Üye Listesi