Şavşat Duvar Gazetesi Politika

AB. ve Türkiye’nin Ayağındaki Zincirler

Enver Karagöz

Mart 2000 - Enver Karagöz
Helsinki zirvesinde, Türkiye’nin, Avrupa Birliğine aday olabileceği kararının kalınmasından sonra, gerek Türkiye’de, gerekse Avrupa’da iyi niyetli çevreler- belki de öyle olmasını istedikleri için- aşırı bir iyimserlik içine girdiler. ‚Türkiye, hızla demokratikleşmeğe yönelecek, Kürt sorununun çözümü doğrultusunda önemli adımlar atılacak, Kopenhag Kriterleri makul bir süreç içinde yerine getirilecekti‘. Bu beklentinin yaygınlaşmasında özellikle Türk basının önemli katkısı oldu. Oysa ne bu doğrultuda adım atılmasını zorlayan güçlü iç dinamikler vardı, ne de rejimin karakterinde kendiliğinden gelen bir yumuşama. Basın geleneksel devlet politikalarının dışında bir şey söylemediği gibi, ne olduğunu kimsenin fazlaca anlamadığı bir‚ istikrar‘ kampanyası yürüterek, sanki Türkiye’de her şey demokrasiye ve hukuk devleti ilkelerine uygunmuş görüntüsü yaratmağa çalıştı. Çünkü görüntü yada yanılsama yaratmak kolaydı. Oysa Türkiye’nin yıllardır biriken sorunları, özellikle barış, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi alanındaki sorunlara ilişkin en küçük bir iyileşmenin olmadığını herkes biliyordu.

Onbeş yirmi yıldır oluşan, Kara para ve rant ekonomisine dayalı bir rejim, kendi ilişkilerini, kendi sistemlerini, kolay kolay sarsılmayacak kurumlarını yarattı. Şu anda Türkiye’nin siyasi vitrininde görünenler bu ilişkiler ağının önemli ölçüde içindedirler. Bu yüzden yıllardır kamuoyunun gündemini işgal eden sorunların hiçbiri çözülemiyor.

Yüzlerce faili meçhul cinayet, Susurluk çeteleri, yasa dışı yollardan ithal edilen ve nereye gittiği belli olmayan silahlar, batırılan bankalar ve sorumluları, katliamlar, yakılan yıkılan köyler, yolsuzluk dosyaları, her şey olduğu gibi orta yerde duruyor. Orta yerde duran, sadece geçmişte yapılan bu hukuk ve insanlık dışı uygulamalar değil, bunların sorumluları da ‘deşifre olmuş birkaçı hariç- görevlerinin başında duruyorlar.

Bu çeteler yumağının önemli isimlerinden Mehmet Ağar geçtiğimiz günlerde kendisiyle yapılan bir söyleşide şunları söylüyor: ‘deşifre olmayan kahramanlar var, onlar işlerine devam ediyor. Edecekler de.’

Barış, demokrasi, özgürlükler söz konusu olunca, bunları gerçekten isteyenlerin dışında herkes görevinin başında ve bu görevlerini eksiksiz yerine getiriyor. Ya, yıllardır devletin denetim ve himayesinde cinayet işleyen Hizbullah gündeme taşınarak kitleler oyalanıyor, yada kiralanmış birtakım insanlara güya itiraflar yaptırılarak halkın oyu ile seçilmiş Belediye Başkanları sokak ortasında yaka paça edilerek alınıyor ve tutuklanıyor. HADEP eski ve yeni başkanlarıyla, yöneticilerine dört yıla varan hapis cezaları veriliyor. Günlerdir evlerin bodrum katlarından ceset çıkartılan bir ülkede, kimsenin aklına, bu insanlar kaçırılıp, günlerce işkence edilerek öldürülürken, devlet, onun polisi, jandarması, güvenlik kuvvetleri neredeydi diye sormak gelmiyor. Yıllarca, Hizbullah’ı PKK.’ye karşı kullanan derin devlet, gerilim ve çatışma ortamı canlı tutularak, rant ekonomisinin çarkı döndürmeğe devam ediyor. Bir beş yıl daha orada kalmasının hesapları yapılan Demirel, yasa dışı uygulamalar için, ‘‘ devlet bazen rutin dışına çıkabilir‘‘ diyerek her türlü kanunsuzluğu teşvik ediyor. Diyarbakır, Siirt ve Bingöl Belediye Başkanlarının tutuklanmalarıyla ilgili AB.‘den gelen tepkileri yanıtlarken ‚‘‘Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını uygulayamayacak mı yani? Suç işleyenler varsa devlet bunların yakasına yapışmayacak mı?‘‘ diyerek, siyasi bir kararı adli bir olay gibi göstermeğe çalışıyor.

Aynı Demirel bunca olumsuzluğa, hukuksuzluğa, başarısızlığa karşın beş yıl daha Cumhurbaşkanlığı’nda kalabilmek için günlerdir ülkenin gündemini meşgul ediyor. Siyasi partiler‚ ‘‘Demirel olmazsa istikrar bozulur‘‘ telaşı içindeler.

Türkiye, bu kirli politikaları ve politikacılarıyla, AB.‘ye girmeğe çabalıyor. AB.‘ye üye devletlerin hepsi Türkiye’nin bu kirlenmişliğini ve kısa sürede kendisinden beklenen dönüşümleri gerçekleştiremeyeceğini biliyorlar. Deyim yerindeyse şimdi Türkiye’nin elinde bir elma şekeri var: AB.’ye aday olabileceği beklentisi. Bu adaylığın kriterleri yerine getirilirken, Türkiye bir yandan aday ülke olduğu için şişinecek, bir yandan da, demokrasi ve insan hakları konularındaki uyarı ve eleştirile kafa tutmağa çalışacak. Son günlerde batılı çevrelere yönelik sertleşen tutum, batının yakından tanıdığı ‘‘hem kel, hem fodul’’ tavrından başka bir şey değil. AB.’nin ise hiç acelesi yok. O, Türkiye gibi ülkelerin burnun dibinde olmasını kendi demokrasisinin üstünlüğü, kendi sisteminin selameti için hep istemiştir. Son günlerde Batı’lı diplomatların Türkiye’yi ziyaretlerinde, İnsan Hakları temsilcileriyle ve Kürt Belediye Başkanları ile görüşmeleri, sivri sinek avcısı Emin Çölaşan tarafından ‘rezalet’ olarak değerlendiriyor. Oysa ortada rezalet değil bu sinek avcısının cehaleti var. Batı’lı diplomatların hemen hepsi resmi devlet görevlilerinin kendilerine doğruları söylemediğini yıllardır edindikleri deneylerden biliyorlar. Bu yüzden sağlıklı bilgi alabilecekleri kişi ve çevrelerle görüşüyorlar. Kuşkusuz uluslararası diplomasinin kendine özgü birtakım kuralları var. Herkes oyununu bu kurallara göre oynuyor, ama kararlar alınırken, kuralların yerini bilgi alıyor. Batılı diplomatlar yada başkaları objektif, sağlıklı bilgi neredeyse oraya gidiyorlar, hepsi bu...

Türkiye bugün, en ırkçı, en şoven kesimlerin ağırlıkta olduğu bir hükümet tarafından yönetiliyor. Her ne kadar kararlar başka yerlerde alınsa, hükümetlere sadece bunları uygulama görevi verilmiş olsa da, bu kararların hayata geçirilme biçimi bile ırkçı ve düşmanca tutumların hangi boyutlara vardığını açıkça gösteriyor. Bugüne kadar ülkeyi gizli yada açık yöneten kadroların, barıştan, demokrasiden, temel hak ve özgürlüklerden korkması son derece doğal. Çünkü hukuk devletinin asgari koşullarında bile, bunların birçoğu ağır cezalar alırlar. MHP. İçinde cinayetten soruşturmaya uğramış, göstermelik sorgulamalarla yakayı sıyırmış on iki kişi bugün parlamentodadır. Başta 12 Eylül Anayasa’sı olmak üzere, cuntanın tüm kurumları işlevini sürdürüyor. Yıllardır biriken yolsuzluk dosyaları, cinayet çeteleri, derin devletin bilgisi dahilinde işlenen cinayetler, düşünceye getirilen yasaklar, örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller, işsizlik, enflasyon, eğitim-kültür alanındaki yozlaşma, hukuk dışı uygulamalar, hepsi oluşturulan yapay gündemlerle bilinmeyen tarihlere erteleniyor. Bu hükümetin bunları çözecek ne gücü, ne de niyeti var.

Türkiye, 18 Nisan seçimlerinde bu partileri seçerek kendini zincire vurdu. Barış, demokrasi, özgürlük taleplerini sandığa yansıtamadı, derin devletin kirli politikalarını deşifre etme iradesini ortaya koyamadı. Türkiye, AB.’ye gerçekten girmek istiyorsa tüm bu kirliliği örten örtüyü bir ucundan tutup kaldırmalı, ayağındaki zincirleri çözmelidir.

Enver Karagöz
Mart 2000

Bu İçerik 450 Kez Görüntülendi

Politika Üye Listesi