Şavşat Duvar Gazetesi Politika

Doğan Hamşioğlu’na...

Muhammet Kaya

Dünyanın bütün çiçekleri
Mehmet Salim
Yüreği insan sevgisi ile dolu bir insanı kaybettik. Onsuz dünyanın bütün çiçekleri biraz daha solgun, yaşam biraz daha öksüz kalacak. Tek tesellimiz onu tanımış olmak. Bu da teselliden sayılırsa.

Doğan Hamşioğlu’nu tanıyanlar onun çiçeklere olan özel ilgisini çok iyi bilirler. Toprak bulunmayan cezaevinde ne yapıp edip toprak biriktirip çiçek yetiştirdiğine bütün koğuş arkadaşları tanıktır. Çiçekleri zamanında sular, güneşin vurmadığı koğuştan alıp güneşe çıkarır, yaprakların üzerindeki tozları alır ve büyük bir özenle bakımını yapardı. Bu iş için biçilmiş kaftandı. Doğan, koğuşta çiçeklerle ilgili sorun yaşayan herkesin başvurduğu ‘bilirkişi’lerden birisiydi. Sevdiklerine çiçek kurutup gönderen bir çok arkadaş onun çiçeklerinden az koparmamıştı.

Doğan sadece çiçek yetiştirmezdi, ayrıca çizerdi de. Çizdiği resimlerinin büyük çoğunluğu çiçeklerden oluşurdu. Bazen gazetede kestiği bir çiçeği, bazen saksıdaki bir çiçeği, bazen dışarıda aklında kalan bir çiçeği, ama daha çok kafasında tasarladığı bir çiçeği çizerdi. Çizdiği çiçeklerin adını ne kendisi ne de biz bilirdik. Biz onlara ‘Doğan’ın çiçekleri’ derdik. Dünyanın bilinen, bilinmeyen bütün çiçeklerini Doğan’la tanıdık. Koğuş onun çizdiği çiçeklerle süslenirdi. Özellikle aşk mektubu yazan arkadaşlara büyük bir titizlik ve sevinçle sayfanın bir kenarına çiçekler çizerdi. Aşk mektuplarının büyük bir çoğunluğu onun çiçekleri ile süslenirdi. Kalemin, kağıdın verilmediği F-Tipi’nin o ilk aylarında bir yolunu bulup çiçek çizmeyi sürdürdü. Cezaevi idaresinin verdiği şeftali, erik gibi meyvelerin çekirdeklerini atmaz onları resim yapacak şekilde duvara sürter ve bir şeyler karıştırıp onların üzerine çiçekler ve çeşitli figürler çizerdi. Birgün aramada askerler bu resimleri zorla almak istediklerinde Doğan bütün gücü ile buna karşı koymuştu. Çiçekler onun cezaevinde yaşama olan bağlılığının bir sembolü niteliğindeydi.

Çiçek hassaslığında yaşamak

Doğan’ın çiçeklerle olan bu ilişkisi tesadüfi olmasa gerek. Yaşamı da bir çiçek hassaslığında yaşadı. Bir çiçek kadar güzel, bir çiçek kadar kırılgan. İnsanlara bir çiçek hassaslığında yaklaştı. Hiç kimseyi kırmamak için kılı kırk yarar, insanın hiç aklına gelmeyeceği incelikler düşünür ve öyle davranırdı. Bundan olsa gerek çok kırılgandı. Ters bir bakışa, yanlış bir davranışa, eğri bir söze hemen kırılır, alınırdı. Bu anlarda en hassas çiçeğe benzerdi. Ama onu kıran, öfkelendiren sistemin kaba-sabalığı ve baskılarıydı. Devrimciliği de bundan dolayı seçmişti. 12 Eylül karanlığından sonra oluşturulan korku duvarını yırtmak için mücadeleyi seçtiğinde bu yolun zorluklarla dolu olduğunu biliyordu.

Doğan’ı Bursa Özel Tip Cezaevinde ince, uzun boyu ve saçı-sakalı ile tanıdım. Bir kaç kez ayrılmak zorunda kaldık ama her gördüğümde bu görüntü değişmeden kaldı. Ta ki hastalığından dolayı saçını ve sakalını kesmek zorunda kalmasına kadar.

Doğan dış görünüşü ile değil, esas olarak ‘96 ölüm orucu ile hafızalarda kaldı. Yetmiş gün boyunca bütün bedeni ile açlığa direndi. İnce, zayıf yapısı ile herkesi şaşırttı. On iki kişiyi kaybettiğimiz, onlarcasının sakat kaldığı bu ölüm orucunda Doğan ölümle alay edercesine her gün en temiz elbiselerini giydi, voltasını attı, gazetesini okudu ve günlük sohbetlerini sürdürdü. “İnat ettim. Bu cezaevinde ölmeyeceğim.” dediğine arkadaşlar tanıktır. O yine bir çiçek gibiydi ama bu kez çabuk solan değil, kışa aldırmayan KARDELEN di.

Ayakta yaşamak, ayakta ölmek

Baskının, zorun, yüzeyselliğin hakim olduğu bir dünyada ayakta durmak ve tüm bunlara karşı koyup ayakta kalmak ve yaşamak zordur. Doğan bunu başardı. Onun yüzü mala-mülke değil, dostlarına, mücadeleye dönüktü. Bununla sevindi, bununla mutlu oldu. Ama Doğan sadece ayakta yaşamadı, aynı zamanda ayakta öldü. Ölüm orucundaki tutumunu yakalandığı kansere karşı da sürdürdü. Yaklaşık iki yıldır kanserle boğuşuyordu. Kötü huylu kanser bedenine çabuk yayıldı. Yayıldıkça ağrıları arttı ve kullandığı ilaçlar da buna paralel olarak çoğaldı. Özellikle son dönemde yüksek dozajda morfin almasına rağmen ağrıları dinmiyordu. Doğan tüm bu ağrılarına rağmen yatağa çok az uzandı ve doktorların hastanede kal tavsiyelerine hiç aldırış etmeden günlük yaşamını sürdürmeye çalıştı.

Hastalığının ölümcül olduğunu biliyordu ama bunu çevresine ve sevgili eşi Miso’ya hissettirmemek için bütün çabayı gösteriyordu. Her konuştuğumuzda kanserden değil, sanki basit bir hastalıktan söz eder gibi konuşuyordu. Ağzından hiç yakınmaya dair bir söz çıktığını duymadım. Ne ölüm orucunda, ne cezaevindeyken aldığı müebbet cezadan ne da son yakalandığı hastalıktan. Hastalık günlük yaşamını etkilemeye başladığında sadece resim yapmamaktan, dostlarını ziyaret etmemekten yakındı.

Sınırlara, duvarlara sığmayan bir aşk

Doğan’ın en güzel çiçeği aşık olduğu eşiydi. Bir çoğumuzun ıskaladığı, günlük ilişkilere kurban ettiği aşkı Doğan yıllarca her saat, her gün yaşadı. Onu en çok ayakta tutan, günlük yaşama bağlayan, en zor dönemde ayakta tutan bu yönüydü. Cezaevi öncesi başlayan aşkı yattığı on üç yıl boyunca yoğun bir şekilde sürdü. Doğan eşinin geleceği her ziyaret öncesi en şık elbiselerini ütüler, giyer öyle bir şekilde beklerdi. Müebbet ceza almasına rağmen cezaevinde nikah kıyıp evlendiler. Hastalığından dolayı bırakıldığında da yaşamı bıraktıkları yerden daha yoğun sürdürdüler. Yıllar aşklarını eskitmemişti.

Bu aşk Doğan yurt dışına çıkmak zorunda kaldığında da sürdü. Eşi Miso yurt dışında da Doğan’ı yalnız bırakmadı. Doğan gibi istememesine rağmen gelip Almanya’ya yerleşti. Dil zorlukları, ekonomik zorluklara rağmen birbirlerine tutunarak yaşadılar. Hastalığında bile kendine değil, eşine dikkat ediyordu. Bu kadar dikkat ve özen tanıyan herkesi şaşırtıyordu. Dışarıdan ‘çıt kırıldım’ gibi görünen bu aşk duvarlara, sınırlara meydan okuyarak Doğan’ın son nefesine kadar bütün canlılığı ile sürdü.

Ölümün hatırlattıkları

Her ölüm bir kez daha dönüp yaşama bakmamızın bir vesilesidir. Ölümle birlikte günlük yaşam içinde kaybolduğumuz bir çok şey anlamını yitirir. Bir kez daha neden yaşıyoruz, niçin yaşıyoruz sorusu bir önem kazanır. Doğan’ın ölümü, yaşamın anlamını bir kez daha sorgulamamızı gerekli kılıyor. Bunu yaptığımızda ancak yaşam yeniden anlam kazanır ve Doğan’ın yapıp-ettikleri yaşar.

Yıllar önce F-Tipi Cezaevinde kalırken Doğan’ın kalpten sorunları vardı. Buna bir de orta kulak iltihabı eklenmişti. O zor dönemde moralini biraz diri tutmak için Doğan için bir şiir yazmıştım. Şiir şöyleydi:

YOĞUNLUK

Doğan’a

En koyu muhabbet bile
Kaldırmaz müebbetini bilirim
Hiçbir resme bu ömrü sığdıramazsın
Ve bütün renkleri karıştırsan
Yaşamın karşılığını bulamazın
Boşuna bu kadar didinmen

Bırak
Mümkünü yok çizemezsin
Ama yaşadığımız bu zulmü
bu hasreti
bu sevdayı çizeceksen
Bir kurşun kalem bile yeter

Muhabbet değil seninkisi bilirim
Basbayağı bir müebbet
Boydanboya bir ömür yani
Ve elbette yüreğin dayanamayıp
Çarpacak

Maalesef o her şeye dayanan tekleyen yüreği de durdu. Ama önümüzde Doğan’ın bize bıraktıkları duruyor.

-Evrensel.net den alınmıştır.

Bu İçerik 8532 Kez Görüntülendi

Politika Üye Listesi