Şavşat Duvar Gazetesi Politika

Fethullah Gülenin Hukuksal Konumu

Ömer Faruk Eminağaoğlu

Hukukta 'Gülen'in Konumu...
Adalet Bakanı 12.7. 2003 tarihli demecinde ''Gülen'in ülkeye dönmesinde yasal yönden hiçbir engel ve hukuksal sorun bulunmadığını'' belirtmiştir. Bu beyan ''dava açmama'' emri veya isteği niteliğinde yorumlanabilir ki, böyle bir beyanın Cumhuriyet Başsavcılıkları yönünden bağlayıcılığı yoktur.

Biri biterken öbürü başlayan, belirli ve ortak bir bakış içeren yazı dizileri, ''Nur örgütü ile liderini'' gündemde tutmaktadır. ''Büyük Ortadoğu Projesi'' kapsamında Fethullah Gülen lehine ortam yaratılması ve ülkeye dönme zemininin hazırlanması konuları, bu yazının dışındadır. Yazının konusu, anılan kişinin hukuksal konumudur.

****

Yayınlarda, örgüt yerine ''cemaat'' kavramı kullanıldığından, öncelikle bu kavramın içeriği ortaya konulmalıdır. Cemaat, sosyolojik ve hukuksal boyutu olan bir kavramdır.

Sosyolojik yönden, bir din ya da soybağından gelen topluluk anlamındadır. Uluslaşma süreciyle düşünüldüğünde ise genelin dışında, bir din ya da soydan gelen kişileri kapsamaktadır. İslamda, cemaat, tüm İslam topluluğu yani ümmet demektir. Dar anlamıyla İslamda cemaat ise bir imamın arkasındaki topluluk ya da bir din âliminin yorumunu benimseyerek genelden ayrılan gruptur.

Osmanlı İmparatorluğu dini İslam olan bir devletti. İslamın, ümmete, bütüncüllüğe dayanması nedeniyle, Müslümanlar tek bir cemaati oluşturmaktaydı. Müslüman olmayıp aynı din ya da soybağından gelenler ise ayrı ayrı cemaat kabul edilip bunlara 19. yüzyılda birtakım haklar da tanınmıştı.

Hukuksal yönden konuya baktığımızda, ulusal düzenlemeler yanında, anayasanın 90/son maddesi uyarınca iç hukukta ''bağlayıcılığı ve geçerliliği'' bulunan uluslararası düzenlemeler geniş anlamıyla iç hukukumuzu oluşturmaktadır.

BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi (KSHS), Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve (Avrupa) Sözleşme ve diğer uluslararası belgelerde, azınlık için ''etnisite, din ya da dil'' yönünden farklılık aranmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti yönünden kimlerin azınlık olduğu, ''1923 tarihli Lozan Antlaşması ve 1925 tarihli Bulgaristan Dostluk Antlaşması'' ile saptanmıştır. İmzalanan öbür sözleşmelere konulan çekince ya da beyanlarda da, azınlıkların bu antlaşma hükümlerine göre yorumlanacağı belirtilmiştir.

Lozan Antlaşması'na göre ''Türkiye'de yaşayıp Türk vatandaşı olan, ancak Müslüman olmayan'' gruplar yani cemaatler, azınlık sayılmıştır. Antlaşma hükümlerinde değişiklik, özel bir yönteme bağlıdır. O yönteme uyularak değişikliğe gidilmedikçe, Türkiye yönünden azınlık kavramı değiştirilemez. Buna göre ''Türkiye'de yaşayan, Türk vatandaşı ve Müslüman olanlar, azınlık olarak nitelendirilemez'' .

Türkiye Cumhuriyeti'nde, yazılı olmayan hukuka göre yürürlükten kaldırılamayan ve anayasanın 174. maddesindeki ''devrim yasaları'' arasında sayılan 30.11.1925 tarih ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Birtakım Unvanların Men ve İlgasına Dair Yasa 'nın 1. maddesinin ikinci fıkrasıyla, İslami ilke ve kurallara dayalı ''adı tarikat olsun ya da olmasın'' tüm oluşum ve sıfatlar yasaklanıp, ''Alelumum tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gaipten haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur'' hükmü getirilmiş; dördüncü fıkrasıyla da, bu oluşum liderleri için hapis cezası öngörülmüştür. Tarikattaki şeyh-mürit gibi; cemaatteki hoca-talebe sıfatları da bu madde kapsamında kalmaktadır.

Bir parantez açarak, yazının konusunu oluşturan örgüt lideri için, (aynı zamanda sistemde de yer bulan) ''hoca'', ''hocaefendi'' sanlarının genel kabul görerek kullanıldığını da belirtmek gerekmektedir.

Ümmetin (İslam cemaatinin) reddedilip ulusçuluğa dayanılması, İslami kural ve ilkelere göre gruplaşmanın (bu kapsamda dar anlamda cemaatlerin) ve o gruplardaki sıfatların yasaklanması, Lozan Antlaşması paralelinde cemaat ile azınlıkk kavramlarının eşdeğer duruma gelmesi karşısında; hukuksal yönden cemaat, ulus kavramını oluşturan bütün unsurları bünyesinde barındırmayan, ancak ülkemizde de yaşayan gruplar yani azınlıklar anlamındadır.

Lozan Antlaşması'yla sadece cemaatlere (=gayrimüslümlere) azınlık (=ekalliyet) statüsü verilmesiyle, ülkemizde hukuksal yönden azınlık ve cemaat kavramları eşdeğerdir.

Nurculuk yani önce Said Nursi 'nin halen Fethullah Gülen'in liderliğini yaptığı oluşumun hukuksal konumu nedir? Şurası kesindir ki, Nur örgütü; bir cemaat (ya da azınlık) değildir, olması da hukuken düşünülemez. Nasıl ki, adındaki ''ilk harf'' parti anlamında olan PKK, kendisine yaptığı nitelendirmeye karşın bir parti değil, iç hukukun nitelendirmesi uyarınca terör örgütü sayılmakta ise Nur oluşumu da iç hukukun nitelendirmesi yönünden kesin olarak cemaat değildir. İç hukukun ''tanıdığı'' İslami cemaat yoktur.

AB'nin 2004 yılı tavsiye raporunda Türkiye'de dinsel azınlıkların bulunduğu belirtilip, ''Aleviler'' bu kapsamda gösterilmiş ise de, bir fanteziyi geçmeyen bu nitelendirmeye Türkiye'de kimse itibar etmemiştir. Nur örgütüne yakıştırılan ''cemaat'' kavramı ise hiçbir tepki toplamamaktadır!

Nurculuk...

Nurculuk, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 20.9.1965 tarih ve 234/113 sayılı yine 18.12.1978 tarih ve 371/485 sayılı kararlarıyla ve yerleşik öbür içtihatlara göre TCY'nin 163. maddesi kapsamında ''Laikliğe aykırı olarak devletin sosyal, siyasal ve hukuksal düzenini dini esas ve inançlara uydurmak amacı güden, yasadışı bir cemiyet'' olarak kabul edilmiştir. Bu örgüt, devletin laik anayasal düzenini uzun vadede silah olmadan da değiştirmeyi amaçlamaktadır.

Fethullah Gülen hakkında İzmir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nin 20.9.1972 gün ve 3/36 sayılı kararıyla TCY 163. maddesi uyarınca verilen ve Askeri Yargıtay 3. Dairesi'nin 1973/146-242 sayılı kararına konu olan mahkûmiyet, Bülent Ecevit başkanlığındaki 37. hükümet döneminde çıkarılan 15.5.1974 tarih ve 1803 sayılı af yasası uyarınca düşmüştür.

TCY 163. madde ise, Yıldırım Akbulut başkanlığındaki 47. hükümet döneminde, 12.4.1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nin 2000/124 Esas, 10.3.2003 tarih ve 2003/20 sayılı kararıyla, Gülen'in lideri olduğu grup, 3713 sayılı yasanın 1. maddesi kapsamında, ''örgüt'' sayılarak, bu yasanın 7. maddesi kapsamındaki suç nedeniyle Gülen'in ABD'ye gittiği 21.3.1999 tarihi, hukuki kesintinin oluştuğu suç tarihi kabul edilmiş, kamuoyunda ''af yasası'' olarak bilinen (23.4.1999 tarihinden önce işlenen suçları kapsamına alan) ve Bülent Ecevit başkanlığındaki 57. hükümet döneminde çıkarılan 21.12.2000 tarih ve 4616 sayılı yasa uyarınca, Gülen hakkındaki davanın kesin hükme bağlanması ertelenmiştir.

Anılan davada (Genelkurmay Başkanlığı'nın klasör, 17/B, sayfa 978 vd. yer alan yine emniyet müdürlüğünün 18.3.1999 tarih ve 1820, yine 21.4.1999 tarih ve 2456 sayılı gibi birçok evrakında da belirtildiği üzere) Gülen örgütünün ''Demokratik yollardan (ve ılımlı İslam söylemiyle) devlet kademelerinde kadrolaşarak, Atatürk ilke ve devrimlerini ortadan kaldırıp, uzun vadede devletin anayasal düzenini değiştirerek şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı ve bunu takiben dünya İslam birliğini gerçekleştirmeyi hedeflediği'' belirtilmiştir.

Dışişleri Bakanlığı da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdiği, 29.5.2003 tarih ve İSTY 219108 sayılı yazısında bu oluşumu ''örgüt'' olarak nitelemiştir.

O halde Gülen, DGM dosyasında da belirtildiği üzere, hukuksal olarak bir örgüt lideridir. Örgüt ise ''Nurculuk'' olarak nitelenen, daha sonra lideri nedeniyle ''Fethullahcılık'' adını alan ''ışık tarikatı'' dır. Bu grup kendileri için ''Fethullahçı'' ya da ''tarikat'' kavramlarını özellikle kullanmamaktadır. Tarikatlar mutlaka geçmiş yüzyıllardaki görünümle karşımıza çıkmalıdır gibi bir yoruma gidilemez. Demokratik yöntemleri kullanan ''tarikat nitelikli'' bir örgüt de diğer örgütlerden farklı olmak durumundadır.

Bu hukuksal gelişmelerden sonra, Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki 59. hükümet döneminde 19.6. 2003 tarih ve 4903 sayılı olarak çıkarılan, Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi üzerine 15.7.2003 tarihinde 4928 sayı ile tekrar kabul edilen yasa ile 3713 sayılı yasanın 1. maddesindeki ''örgüt'' tanımı değiştirilerek, örgüt sayılabilmek için ''korku, baskı, sindirme gibi yöntemler'' yeterli görülmemiş, mutlaka ''cebir ve şiddete başvurmak'' unsuru aranmıştır. 30.7.2003 tarih ve 4963 sayılı yasa ile de 3713 sayılı yasanın 7/2. maddesinde yapılan değişiklikle örgüt propagandası, ''şiddet veya terör yöntemlerine'' başvurma halinde suç sayılmıştır. Böylece ''manevi cebri'' esas alan İslami taban, kural ve ilkelere dayanan oluşumların, örgüt tanımından çıkması ve eylemlerinin de suç olmaması amaçlanmıştır.

Adalet Bakanı 12.7.2003 tarihli demecinde ''Gülen'in ülkeye dönmesinde yasal yönden hiçbir engel ve hukuksal sorun bulunmadığını'' belirtmiştir. Bu beyan ''dava açmama'' emri veya isteği niteliğinde yorumlanabilir ki, böyle bir beyanın Cumhuriyet Başsavcılıkları yönünden bağlayıcılığı yoktur.

Devletin temellerini dinsel ilkelere dayandırmak ya da bu nitelikteki eylemlere destek olmak, tarikat veya dinsel oluşumları yönetime taşımak, laikliği ortadan kaldırmak, dini istismar etmek gibi eylemlerin ''odağı'' olmak, 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası'nın 78, 86 ve 87. maddeleri yoluyla 101/b. maddesi gereğince, siyasi partiler için kapatma nedenöi oluşturmaktadır. Böyle bir yaptırım için eylemin mutlaka suç oluşturması gerekmez. Bu durum örgütlenmeye ilişkin İHAS'ın 11. maddesi ile KSHS'nin 22. maddesine de uygundur. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi RP-Türkiye kararında, kaldırılan TCY 163. maddesi kapsamında kalan ve laikliğe aykırı olan eylemler iç hukukta suç sayılmasa bile, parti kapatma konusunda bu eylemlere dayanılmasında aykırılık olmadığını belirtmiştir.

Sonuç

O halde laikliğe aykırı ve İslami bir düzeni hedefleyen Gülen örgütü, 3713 sayılı yasa kapsamından çıkartılsa bile, buna destek sağlayan siyasi parti için, destek niteliğindeki eylem 2820 sayılı yasanın belirtilen maddeleri kapsamında kalmaktadır.

677 sayılı yasayla yasaklanan unvan ve eylemler hatırlandığında, kendisini yasada açıkça sayılmayan, cemaat olarak niteleyen bir grup ve lideri, kuşkusuz eylemlerine bakıldığında, bu yasanın kapsamındadır. Bu nitelikteki eylemleri övmek de TCY 312/1 (29.9.2004 tarih ve 5237 sayılı TCY'nin ise 215.) maddesi kapsamında değerlendirilmelidir.

Temel yasalarda yapılan ''hızlı değişiklik'' sonrasında, 765 sayılı TCY'de olan bir hükmün, yeni TCY'ye taşınmaması sonucunda, özel maddesinde üst sınırı gösterilmeyen hapis cezalarının üst sınırı beş yıldan yirmi yıla çıkmıştır.

Bu bağlamda 677 sayılı yasadaki suç ''ağır cezalık'' , yaptırımının üst sınırı ise yirmi yıl hapis olmuştur.

İşte Gülen'in hukuksal yönden konumu böyle. Yorum okuyucunundur.

Cumhuriyet Gazetesi 17.01.2005

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı

 

Bu İçerik 541 Kez Görüntülendi

Politika Üye Listesi