Şavşat Duvar Gazetesi Politika

Sınıfsal Bakış

Ali Yüksel

Ama bir sorudur ve aynı zamanda kuşkuyu da içerir. Söz yaşamda anlam kazanmışsa çürümez ve değerlenir.

CHP ve Cumhuriyet sürecine yeknesak faşist nitelememin ana nedeni sınıfsal yaklaşımımdır. Kaba bir yaklaşım değil cumhuriyet sürecinin içerisinde yaşamsal olarak karşılığı olan tespitler üzerinden hareketle belirlenmiş bir bakıştır.

Özü itibariyle kategorize ederek yapılan basit ama doğru bir tanımlama olan “Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.”(Dimitrov) tanımı üzerinden hareket ederek değerlendirdiğimizde bile Cumhuriyet sürecinin başından beri yeknesak faşist olduğunu söylememiz doğru yolda olduğumuzu ortaya koyar.

Mesele adına Türkiye konan bu coğrafyada sosyal ekonomik düzenin ne olduğu üzerinden baktığımızda Dimitrov’un yaşadığı 1940 lı yıllardaki devrim öncesi Bulgaristan ekonomisi aynı dönem Türkiye ekonomisi ile büyük farklılıklar göstermemektedir. Bu coğrafyada ayırabileceğimiz ağalık düzeniyle iç içe geçmiş yabancı sermaye ile işbirliği halinde ki finans-kapitalistler arası işbirliği nedeniyle Bulgaristan sosyal-ekonomisi ile benzerlikler ve ayrılıklar olduğudur. Kaldı ki Dimitrov Faşizm tanımını gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkelerdeki Hitler benzeri iktidarlar için genellememiştir.

Lenin’in “Proleterya Diktatörlüğü” makalesinde ifade ettiği bir cümle çok önemlidir. “En demokratik burjuva cumhuriyetinde bile işçiler ücretli köledir” demiştir. Ve en demokratik burjuva devletler emperyalist politikalar güderek kendi güdümlerinde olan iktidarlar kurdukları yarı ve yeni sömürgelerinde tamda Dimitrov’un dediği gibi “En gerici,en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüklerini kurdular. Ve egemen oldukları ülkelerin halklarını sömürdüler.

İttihat ve Terakki üzerinde konuşmadan önce T.C. ile Osmanlının son 30 yılını sosyal ve ekonomik açıdan kısa bir karşılaştırmak aydınlatıcı olacaktır.Osmanlı zamanında zaten İttihat terakkiciler Türk burjuva eksenli bir hareketti ve Tanzimat la başlayan sürecin Jöntürklerle devam eden ve her iki meşrutiyetle pekişen siyasi hareket T.C. ile taçlanmasında değişmeyen tek şey ekonomik sürecin niceliksel ilerlemesiydi.Sosyal ekonomik koşullar her iki dönemde de temel değişiklik göstermemiş sadece burjuva ekonomisi feodal köylü ekonomisi ile iç içeliğini çoğaltmaya devam ediyordu.

İttihat ve terakki başlangıcında milliyetçi olması nedeniyle tamda Dimitrov’un dediği gibi Faşizm, finans-kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüne özne olmaya adaydır.Telat Paşa ve Enver Paşaların Turancı ve büyük türk dünyası devleti hayallerini unutmamak gerek.Ancak 1.Paylaşım savaşı koşulları gereği gelinen nokta İttihat ve Terakkici Mustafa Kemalle T.C.ye ve ırkçı-faşist CHF’nin (Cumhuriyet Halk Fırkası)varlığına kadar dayanmıştır.

Faşizmi salt bir olgu olarak ele almak yanlıştır.Bunun yerine faşizmi bir süreç olarak değerlendirmek daha aydınlatıcıdır.Alman faşizmi de birden ortaya çıkmamıştır.Ayrıca burjuva devrimlerini tamamlamış ülkeler ile yarı-feodal,yarı ve yeni sömürge ülkeler arasında ilerleyen ekonomik-sosyal süreçler zamansal farklılıklar gösterdiği gibi niceliksel ve niteliksel farklılıklarda göstermek durumundadır.

İşte tamda bu çerçevede 1923 yılında adına Lozan da emperyalist ülkelerce Türkiye konan ve bu adla tescillenen coğrafyamızda kim demokratik bir Türkiye nitelemesi ile yaklaşabilir ki? Bu coğrafya artık resmi olarak 1923 ten itibaren işçiler,köylüler ve tüm emekçiler için,aynı zamanda bu coğrafyada asırlardır yaşamış değişik milliyetler için faşizmden başka bir şey olabilir mi?

Ulus bilinci burjuva çağda ön plana çıkmış ama eski toplumlarda da var olan bir bilinçtir. Eski toplumlarda nüve olarak var olan ulus bilinci kapitalizmin ortaya çıkmasıyla bugünkü anlamına kavuşmuştur.Burada önemli olarak bulduğum kapitalizm çağında Ulus bilincinin oynadığı rolü iki farklı noktada incelemek gerektiğidir.

Ezen ulus ve ezilen ulus.

1.Paylaşım savaşı ile ortaya çıkan ve Lozan antlaşması ile son bulan ezilen ulus durumu ve sonrasında ezen ulus konumunu güçlendiren egemen Türk ulusu durumunu iyi görmek gerekir.İşte bu noktadan itibaren önce Amele teali cemiyetinin kapatılması ile başlayan faşist sürecin farklılıkları tekleştiren,baskıcı.tedrici,zorunlu iskan kanunları ve istiklal mahkemelerinin kurulması,isyanların kanla bastırılarak faşizmin tam anlamıyla uygulanmasının arkasında sözüm ona kurtuluş savaşında bizzat Mustafa Kemal tarafından yapılan gizli antlaşmalarla İngiliz,Fransız ve Alman emperyalistlerinin çıkarlarının ve planlarının kollandığını hiç kimse inkar edemez.Bir farkla ki;İşbirlikçi egemen sınıflar dünya konjöktürü gereği güçlü olan emperyalistin yanında olma gayesi gütmeleri nedeniyle Cumhuriyet Halk Fırkası ve başındaki Mustafa Kemal ve İsmet İnönü de koşulları dikkate almışlardır. Kah Fransız dostluğu, kah İngiliz yakınlığı, kah ta Alman hayranlığı olarak karşımızda duran Cumhuriyet tarihi 1950’ler de ABD hayranlığına dönüşmüş İsmet İnönü Nato üyeliğine kabul edilmesine karşılık Türkiye’yi ABD saflarında komünist Çin ve Kuzey Kore ye karşı savaşa sokmuştur.

Bu durum bile Dimitrov’un haklılığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Ülke içindeki terörcü diktatörlük pis ellerini efendisi ABD için başka ülkelere de uzatarak faşist yüzünü bir kez daha açık etmiştir.

1950-1960 arası değişen dünya dengeleri ve emperyalist ülkelerdeki burjuva demokrasilerinin çoğalması ile birlikte bizim yaşadığımız bu coğrafyada da sandıksal demokrasi ve çok partili sistem denenmiş ancak faşist CHP bu denemeye 10 yıl dayanabilmiştir.Egemenliğinin tehlikeye düştüğünü hissettiği anda elindeki ordu kurumunu kullanarak efendisi ABD’den de icazet alarak 1960 darbesini gerçekleştirmiştir.1961 anayasası ise bir yanıyla gelişen halk tepkisini azaltmak ve aydınların desteğini almak için kısmi haklarla süslenen ve özünde 1924 ırkçılığı temel alan anayasayı koruyan bir anayasa olarak düzenlenmiştir. 1971 askeri muhtırası ile 12 eylül 1980 Askeri Cuntası ile Cumhuriyet diye tabir edilen özü gereği faşist olan bu düzen sürekli sağlamlaştırma operasyonlarına gereksinim duymuştur. 1982 anayasasını da bu kapsamda bir adım olarak atıldığını görmek gerekmektedir.

Bizler halkevlerinde yetişmiş bir kuşağın insanlarıyız. 1976 da her devrimcinin yakasında Atatürk Kocatepe de rozeti ve elinde cumhuriyet gazetesi ile tanımlanmamız bile köy enstitülerinin ve halkevlerinin bu faşist ideolojiyi içimize sindiren kurumlar olduğu gerçeğine işaret eder. Bu yıl içerisinde Şavşat’ta sohbet ettiğim bir devrimci arkadaşın Mustafa Kemal hakkında söylediği “ o benim için büyük bir devrimcidir” ifadesi bir ulusalcılık algısı değil bir sol duruşa sinmiş faşist ideolojinin kirliliğidir.

CHP ideolojik hatta düz bir çizgidir lakin Türkiye halkları açısından ideolojisi yere basmayan ayakları nedeniyle zaman zaman ortanın solu gibi,sosyal demokratız gibi ifadelerle karşımıza çıkmak durumunda kalmıştır.Bu zorunluluklar asla CHP’yi demokrat yapmaz ancak manipüle etme anlamında işe yarar yöntemler olarak var olmuşlardır.

Marksizm- Leninizm bir bilimdir ve sınıf mücadelesi üzerinden sosyalizmin inşası ve sınıfsız-sömürüsüz bir dünya kurmaya adanmıştır. Marksistler meselelere sınıf perspektifinden bakarlar ve yaşamı bu perspektiften yorumlarlar.Bu bir baskılanma değil bir gerekliliktir. Yoksa Mustafa Kemali büyük bir devrimci olarak gören arkadaşın Marksist olmayan penceresinden bakmış oluruz ki Mustafa Kemalin Mustafa Suphi ve arkadaşlarını Karadeniz de boğdurmasının izahını yapmak için oldukça kıvırtmak gerekecektir.

Çan kayşek temsil ettiği Çin kompradorlarının adına hareket etmiştir ve her zaman faşisttir. Avrupalı emperyalistlerle işbirliği yapan Çin egemen sınıfları Japon işgalinde Japonya ya karşı savaştığı için faşist karakterleri ortadan kalkmamış ancak bu savaşa bile Mao’nun zorlaması ile girmek zorunda kalmıştır. Mao’nun bu stratejisi ise Çin de devrime zemin hazırlamıştır.

Türkiye de ise koşullar daha çetindir ve TKP önderleri Mustafa Suphi ve arkadaşları Mustafa Kemal ve iktidarınca bir komployla imha edilmişlerdir. Dolayısı ile Ulusal Kurtuluş diye tabir edilen oysa el altından yapılan gizli antlaşmalarla kurulan T.C’nin bu siyasi rantını Faşist Kemalistler yemiştir. Bu rantabl durumda devrimciliği Mustafa Kemale yakıştırmak büyük bir yanılgıdır. Tarihi tersten okumaktan çok egemen sınıfların yanıltıcı doktrinlerinin etkisinde kalmayı ifade eder.

CHP’ye bu anlamda baktığımızda; sistemi ortadan kaldırıp yerine koyacağımız sosyalizm sürecine geçişi engelleyen bir militarist anlayışa sahip terörcü diktatörlüğü olarak tarif etmemizde bir beis yoktur. Dayandığı egemen sınıflar ABD ve Avrupalı emperyalistlerin işbirliğindeki patronlardır.

Kendimizi kandırmamıza gerek yoktur. Türk ulusalcılığına yedeklenmek “Bürokrasi-küçük burjuvazi pragmatizmi ve makyavelizmi ile faşizm arasındaki ilişki aşikardır ama bu sınıfsal karakteristiklerin değişik tarihsel düzlem ve ilişkilerini faşizmle etiketlemek kaba marksizmdir” demek aynı tarzın tezahürü olması üzücü olmakla beraber bir gerçeklik olarak karşımızdadır. Ne yazık ki!...

Bu İçerik 3254 Kez Görüntülendi

Yorumlar

Emin Kara

Son

Emin Kara - 26 Eylül 2010

Kendi bakış açınla Türkiye’de finans kapitalin egemenliğini hangi dönemle başlatıyorsun. Daha doğrusu 70 li yıllarda bile yarı-feodal yarı kapitalist (patron-ağa devleti vb.) diye tanımladığın bir ülkede - sınıfsal egemenlik ilişkilerini - devleti nasıl faşizmle belirleyebiliyorsun...

Süreç diyerek geçiştirme...

Ali Yüksel

Kirlilik ile faşistlik arasındaki fark:

Ali Yüksel - 26 Eylül 2010

“Bizler halkevlerinde yetişmiş bir kuşağın insanlarıyız. 1976 da her devrimcinin yakasında Atatürk Kocatepe de rozeti ve elinde cumhuriyet gazetesi ile tanımlanmamız bile köy enstitülerinin ve halkevlerinin bu faşist ideolojiyi içimize sindiren kurumlar olduğu gerçeğine işaret eder. Bu yıl içerisinde Şavşat’ta sohbet ettiğim bir devrimci arkadaşın Mustafa Kemal hakkında söylediği “ o benim için büyük bir devrimcidir” ifadesi bir ulusalcılık algısı değil bir sol duruşa sinmiş faşist ideolojinin kirliliğidir.”

Ayşenur Şahan

Ulusalcılık Giyinmiş Solculuk, Yada Kaba Marksizm; Başka Çıkış Yok mu?

Ayşenur Şahan - 25 Eylül 2010

“Amadan sonraki söz çürüktür” bir atasözü... Ve bu sözü kendime yönelterek ama demiştim. Yani ama diyen bendim çürük olan söz bana aitti. Çünkü sen düşüncelerini yazmış ve emek vermiştin. Doğru yada yanlış emeğin değerli benim için. Sorularımda kırıcı olma korkusu idi sözüme öyle başlamamın sebebi.

Yine de bir tartışma yürütme yanlısı olmadığım halde ne yazık ki sana yanıt vermek zorundayım.

Bu konuda ilk yazını yazdığın arkadaşla hiç bir düşünsel paralelliğimin olduğunu düşünmediğim için bu düşünce alışverişini - müşavarayı sadece birbirimizin dillendirdiği konularda yürütelim istersen.

Bu yüzden sadece yazdığın yani sorularıma yanıt oluşturduğun düşüncelerini ele almak istiyorum.

Dimitrov dan yaptığın alıntı çok çok değerli. İtirazım tamda bu noktada idi. 20.yy ın ilk çeyreği sonrası, finans kapitalin-tekelci sermayenin olmadığı koşullarda açık terörcü diktatörlükler faşist mi yoksa faşizan mı?

Faşizan Çankay Şek diktatörlüğü bize dimitrovun faşizm teorisinde vurguladığı bir sınıfsal egemenliği mi yoksa benzerliği mi ifade eder.

Bulgaristan vb. balkan ülkeleri ile İspanya-Portekiz deki sınıfsal yapılar ve sınıfsal ilişkiler, sanayi devrimi sonrası tekelci aşamaya ulaşmış bir kapitalizm ve onun sonuçlarıyla değil yarı-sömürgecilik ilişkileri ile oluşan sömürgesel kapitalizmi-finansal kapitalizmi yaşamakta idi.

Çin, Kore, Vietnam kırsal alanları feodal ilişkilerin kesin hakim olduğu, liman ve merkezi şehirleri komprador - işbirlikçi ticaret burjuvazisi egemeliğindeki ülkelerdi. Bu ülkelerde tarihsel olarak Amerikan egemenliğindeki sömürgecilik ilişkilerine kadar - yani finansal kapitalist ilişkilerin giderek hakim olduğu ilişkiler gelişene kadar faşizmden söz edilemez. Bu süreçlerin başlangıç noktalarında ÇKP bu durumu faşizan olarak niteler.

Tayvan’a çekilen karşı devrimcilerin ülkesinin evrimi kısa bir süre sonra faşist bir diktatörlüktür.

Ama 1919’da Çankay Şek e faşist demek, ulusal burjuvazi ve iktidarını faşist olarak nitelemek sınıfsal bir yaklaşım değildir. Tarihi sonuçlardan hareketle dümdüz etmektir. ÇKP ile savaşa girdiği dönem politikaları sadece faşizandır. Faşizm değil. Finansal Sermaye-Tekelci Kapitalizm olmadan bir faşizm tahlili yapmak anlamsızdır.

Baskıcı-terörcü 1. Paylaşım savaşı öncesi ve sonrası yani hitler öncesi Almanya’ya faşist demeyiz umarım...

Bu konunun diğer bir boyutu da şu... Şavşatta karşılaştığın ulusalcı arkadaşına, atıfta bulunduğun literatürde faşist denmez - sosyal faşist denir.

Açıklamasını çok iyi biliyorsun. 1. paylaşım savaşında 2.Enternasyonalin Sosyal Demokratlarına atıfta bulunduğun lüteratürde kullanılan analiz sosyal-faşisttir.

Bu konuda ilginç paradokslar vardır. Ulusal Sosyalist Parti, Faşist Sosyalist, Sosyal Faşist gibi kavramlar konudan uzak kişiler için bir karmaşaya dönüşebilir.

İlk ikisi faşizmin ilk tezahürleridir, ama sosyal faşist kavramı tamda şavşatlı yada şu an türkiye de yaygın bulunan ulusalcıları nitelemede cuk diye yerine oturur.

Ama kaba marksizm tam buradadır. Arkadaşına faşist dersen inan yanılırsın, o Kautsky kadar faşisttir. Evet bir sömürgesel savaşta ve ulusal çıkarlar denince küçük burjuva çıkarcılığı, makyavelist bir akılla egemen sınıfsal ilişkiler yanında saftutar. Şu anın türkiyesi... Mutlaka mı? Yarın aynı safta seninle olma ihtimali var mı? Gerçekten kirlenmedikçe evet. Kirlenmek göreli bir kavram. Onu kalıcı bir referans yapacak olan toplumun belirleyici bir çoğunluğunun kendi çıkarları için saf tuttuğu koşullar gerekir. Bu olmadan beklemek, istemek, hayal etmek ne menem bir durumdur. Koşullar...

Yazdığın yazının tümüne yanıtlarım olabilir ama bilmiyorum... Çokta istekli değilim doğrusu. Ezber tekrarı yapmak istemem. Verdiğin yanıtta sorularıma yanıt vermemişsin. Cumhuriyetin 1960 yıllara kadar döneminde - türkiye de sınıfsal egemenlik kuracak bir finans kapital mi vardı - bizim gibi ülkelerde tekelci sermayenin devlete egemenliği içselleşmiş bir emperyal ilişki olduğuna göre (Dimitrov’un Bulgaristanı bu tanımın ön biçimlerine dayanır. 1910’larda Bulgaristan, İspanya, Yunanistan vb. ülkelerde faşizmden söz edilemez. Benzetmelerle bakarsak türkiye çok geç bir ülkedir. Latin ülkeleri ile tarihsel parallelikleri vardır.), bana hangi tarihsel-ekonomik-sınıfsal verileri sunabilirsin.

1970’lerde halkevleri anti-faşist mücadelenin merkezleri iken sana uyup Halkevlerine ne diyeceğim Ali arkadaş. Şu an halkevleri var aynı nitelemeyi mi yapalım. Sap samana karışmaz mı... İnsaflı davran lütfen. Dostu acı söyletme...

Politika Üye Listesi