Şavşat Duvar Gazetesi Tarih

Gürcülerin Tarihi - II

Tetri Şavşeteli

Gürcü oymakları arasında ilkel toplum düzenine geçiş

’Başka toplumlarda olduğu gibi Gürcü toplumu da ilkel toplum düzeni aşamasına ayak bastı.

Kartvelilik (Gürcülük Şuuru)

Gürcü toplumu değişik kardeş topluluk elementlerinin katılımıyla meydana geldi. Kartvelien gruplar: Kratlar, Megreller-Ç’anlar ve Svanlar’dır. Bu gruplar kendi aralarında da birtakım boylara ayrılır. Kartlılar,
Bu boyların özelliklerine ait işaretler günümüze değin korunabilmiş olmakla beraber artık yok olma sürecine girmiştir. Kartvel boylarının birbirleriyle kaynaşmaları çok eskilere dayanır. Orta Çağ Gürcü insanlarının bir devlet çatısı altında toplanması ve ortak edebi dil yaratması bu kaynaşmayı hızlandırdı. 19. Yüzyıl ikinci yarısına doğru Gürcü birliği daha bir sağlam bağlarla birbirine kenetlendi. Gürcülük şuuru daha bir belirginleşmeye başladı. Bunun sonucu olarak kültürel ve ekonomik yaşam daha bir canlılık ve ivme kazandı. Gürcüstan’da geçmişte hiçbir zaman bu derece olumlu başarıya ulaşılamamıştı. Bu sayede bölgesel Gürcü lehçeleri önemini hızla yitirip Gürcü edebi dili çerçevesi içine girmeye başladı. 19. yüzyıl sonlarına doğru Gürcü insanının eski köhnemiş geleneksel yaşam biçimi çağdaş sosyal yaşam biçimiyle yer değiştirdi.

Gürcü toplumu günümüz koşullarına ulaşmak için uzun, tarihi bir yol kat etmek zorunda kaldı. İlkel toplum düzeninden zamanımıza değin geçen süre içinde sayısız gelenek ve alışkanlıklar terk edildi. Terk edilen geleneksel alışkanlıkların izlerine Gürcü dilinin gizemli derinliklerinde ve bazı Dağlı Gürcü boyların yaşantılarında ve maddesel kültür kalıntıları arasında rastlıyoruz.”

Dilsel kalıntılar

’Örneğin, Gürcü dilinde ilkel toplumsal düzeni çağlarından günümüze değin gelmiş teknik bir terimin izine rastlıyoruz. ‘Margvla’, ‘Margili’. Magrili sivri uçlu bir ağaç toprak kazma aygıtıdır. Bununla çalışmak eylemi ‘Margvla’dır. Bu aygıt çok eskilerde, özellikle sebze, meyve dikimi ‘Rgva’ işinde kullanılırdı. Şimdi bu sözcük sadece mısır ya da diğer sebze türlerini çapalama anlamında kullanılmaktadır. Megrel Dili’nde ‘Bergi’ çapanın adıdır. ‘Bargva’ ise çapalama anlamındadır. ‘Libarice’ Svan Dili’nde toprak kazımak, ‘Liberge’ ise çapalamak anlamındadır. İki ayrı lehçe olan Megrel ve Svan dilinde söylenen bu sözler aynı anlamı taşımaktadır.

Çok eski çağlarda Gürcü boyları birbirinden günümüzdeki kadar uzak değildi. Kartça, Megrel-Ç’anca ve Svanca da birbirinden bu denli farklı değildi.”

Ana ve baba soylarının oluşumu ve gelişimi

’Gürcüler yerleşik düzene geçtikten sonra özel ‘Sahli’ (Ev)lerde yaşamaya başladı. Sahli’nin Megrel-Ç’ancası ‘Ohori’dir, Svancası ise ‘Lalhor’ ya da Lahor’dur. Kalabalık hane halkı ana başından akraba olup birlikte bir çatı altında yaşardı. Hane halkı ‘Tem, aileler topluluğu da ‘Tom’ (oymak) yani akraba topluluğu oluştururlardı. Tem’ler ve Tom’lar yerleşik yaşam sürerdi. Onların başlıca uğraşları toprak işçiliği idi.

Önceleri sebze, meyve üretimi, sonraları tahıl üretimi geliştirildi. Bu tür işleri evin reisleri olan kadınlar organize ediyordu. Evin reisi kadına Gürcü Dili’nde ‘Diyasahlisi’ adı verilirdi.

Hanenin tüm problemlerinden bu kadın sorumluydu. Ana soy köküne bağlı aile sistemi (Anaerkil, Maderşahi) Gürcü toplulukları arasında sağlamca kök saldı. Halk ilişkilerinde ve gelenek-göreneklerinde derin etkiler yarattı. Gürcü Dili’nin bugünkü sözcük dağarcığında o çağlardan kalma bir deyime rastlıyoruz. ‘Gutnis deda’ (Sapanın anası). Bu deyimin anlamı gösteriyor ki, o dönemde toprak sürme, ekme işi kadın işlerinden biriydi. Sonraki çağlarda hayvancılık ve askeri hizmetlerin zorunlu hale gelmesi erkeğin önemini artırdı. Böylece ‘Diyasahlisi’ deyimi ve geleneği yerini ‘Mamasahlisi’ (Ataerkil, Pederşahi) sistemine bıraktı. Ailelerin bağlı bulunduğu Tom (oymak)ların halk tarafından seçilmiş birer meclisi olurdu. Bu meclislerin başında da bir yönetici ve yardımcıları bulunurdu.

Gürcü topluluklarında o çağlarda özel mülkiyet yoktu. Topraklar oymak adına işlenir, ürün aralarında bölüştürülürdü.

Yine o çağlarda Gürcüler’de özel askeri güç de yoktu. Gerektiğinde ‘Eri’ toplanır, ordu oluşturulurdu. Eski Gürcüce’de Eri sözcüğü hem halkı ifade ederdi, hem de savaşçı askeri.

Yurttaşlar arasında henüz asiller ve avam yoktu. Bu nedenle halk arasında eşitlik, güven ve dayanışma sağlam temeller üzerine oturtulmuştu.”

Dağlı Gürcüler arasında ilkel toplumsal düzenin izleri

’İlkel kabile yaşam izleri dağlı Gürcüler arasında 20.Yüzyıl başlarına değin geldi. Ünlü Gürcü yazarlar Vaja Pşavela ile Giorgi Kazbegi Hevsur, Pşav ve Mohevi oymaklarının geçmişini edebi bir biçimde ele alıp yazdılar. Bunlar Rculi (inanç), gelenek, görenek, adalet, toplantı, kan gütme, büyük-küçük ilişkileri, ev sahibi-konuk ilişkileri, evlenme ve boşanma ilişkileri gibi sosyal saptamalardı.

Bu tür geleneksel izlere Svaneti’nin İnguri ırmağı başlarındaki yörelerde geçen yüzyıl sonlarına değin rastlamak mümkündü. Svaneti’de birkaç köyün birleşimine ‘Tem’ adı verilirdi. Bu temlerin başında Svan Dili’nde Luzor ya da Luhor denen yönetici meclisler bulunurdu. Luzorlar toplantılarına 20 yaşını doldurmuş her Svan erkeği katılabilirdi. Eğer bir ailede ergen erkek bulunmuyorsa o evden bir kadın temsilci toplantılarda yer alabilirdi. Halk kurultayları, meclisler oymakların tüm sorunlarını görüşür karara bağlardı. Meclisler aldıkları kararlarda kimseye karşı sorumlu tutulamazdı, hesap vermezdi; adalet işlerini de bu meclisler yürütürdü. Komşu Temlerle barış akitleri imzalamak, hırsızlık olaylarını yargılamak, vergi, angarya yazımı, Temden birinin başka temlerden bir kişiyi öldürmesi halinde karşı tarafa kan diyeti ödemek, Tem’e zarar veren kişi ya da ailelerin sınır dışı edilmesi, ev ve mülklerinin ateşe verilmesi, bu yetmiyorsa onlara ölüm cezası verilmesi gibi olayların görüşülüp karara bağlanması bu halk meclislerinin işleri arasındaydı.

Kendi oymağına ihanet edip başka bir oymak adına çalışmak, kendi Tem topraklarının tamamı ya da bir bölümünü başka Tem’lere bağlama çabaları, tanrıyı inkar etme gibi suçlar en büyük cezaları gerektiren suçlardan sayılırdı. Buna karşın halk meclisleri ölüm kararını nadiren alırdı. Bazen ölüm cezaları kişinin Tem dışına sürülmesiyle değiştirilirdi. Böyle ceza alan kişilerin artık hayatta hiçbir koruyucusu ve taraftarı bulunmazdı. Tem içinde suç işlemek pek yaygın değildi. Toplumsal kaidelere uyma ahlakı halkın ruhuna iyice nakşedilmişti.

Svan Temleri’nin başında bir ‘Mahvşi’ (amir) bulunurdu. Tem meclislerinin başı bu Mahvşilerdi. Mahvşiler halk oyuyla süresiz seçilirdi. İyi yöneticiliği kanıtlayan Mahvşiler yaşam boyu makamlarından indirilmezdi. Aksi halde Mahvşiler halkın oyuyla görevden azledilebilirdi. Mahvşi seçilebilmek için olgun yaşta, deneyimli, bilgili, yürekli, iyi ahlaklı ve toplumunu seven, fedakar kişi olmak gerekti. Mahvşi seçimlerinde 20 yaşından büyük her Svan erkek ve kadını oy hakkına sahipti. Toplantı ve seçim gibi toplumsal etkinlikler için özel bir meydan hazırlanırdı. Toplantının yapılacağı bir görevli tarafından uzunca bir boru ile yüksekçe bir yerden halka duyurulurdu. Mahvşiler halka danışmadan kendi başlarına hiçbir karar vermezlerdi. Buna karşın halkın üzerinde çok büyük otoritesi bulunurdu. Mahvşi görüşülecek konuyu önce çevresindeki deneyimli, erdemli, güvenilir üyelerine danışırdı. Üyeler Mahvşinin önerilerini kabul ya da reddetmekte tamamen özgürdü. Alınacak karar en doğru ve halkın yararı yönünde ekseriyetle alınırdı.

Svanetya’da her Tem’in Mahvşiden başka bir de Morvar (yargıç heyeti) bulunurdu. Bu Morvar heyetinin de başı Mahvşilerdi. Dava tarafları yargıç heyetini sessizce dinler, verilen kararı itirazsız kabul ederdi.

Birkaç Tem (oymak)ın birleşmesinden ‘Hev’ler, ya da ‘Heoba’lar (derebeylikler) oluşurdu. Svaneti’de bu tür derebeyliklere ‘Svanetis Ertobili Hevi’ ya da ‘Svanetis Bednieri Hevi’ yani (Svaneti Derebeyliği) ya da (Svaneti mutluluk vadisi) adı verilirdi. Oymaklar birliğinden oluşan bu Hevlerde de birer halk meclisi görev yürütürdü. Bu meclislerin üyeleri Temler’den seçilen temsilcilerden oluşurdu. Bu temsilcilere Svanca’da Çemili, yani gösterişli (azametli) adı verilirdi. Bazı özel halk meclisleri toplantılarına ise Temler’e bağlı tüm ailelerden birer temsilci katılırdı. Svanların Rus işgalcilerine karşı aldıkları 1875 yılındaki ayaklanma kararı böylece tüm aile temsilcilerinin katılımıyla alınmıştı.

Her Svan insanı her koşulda kendi oymak nizamlarının, şeref, haysiyet ve çıkarlarını korumakla yükümlüydü. Böyle hallerde düşmanlarla çatışmakta asla tereddüt edemezdi. Bu fedakarlığa karşı bağlı bulunduğu Tem onun her türlü hak ve hukukunu garanti ederdi. Evi, mülkü yanan her Tem mensubunun zararı karşılanır, hane başından toplanan yiyecek, giyecek vb. gereksinimler zarar uğrayanın imddına yetiştirilirdi. Yanan ev ya da mülk kolektif olarak yeniden inşa edilirdi. Kimsesiz yaşlıların, yetimlerin, yoksulların hastaların yiyeceği, giyeceği, Tem tarafından karşılanırdı. Bazen sıkıntı içinde olduğu anlaşılan başka Temlerin insanlarına da yardımda bulunulurdu. Temler ya da kişiler arası küskünlük böyle hallerde dikkate alınmaz, yardım esirgenmezdi. Svan Temleri arasında zamanla özel mülkiyet edinme arzusu kendini göstermeye başladı. Bu nedenle ortak mülkiyet haklarına saldırılar görülmeye başladı. Daha ilerici mülkiyet tarzı gündeme getirildi. Bu yenileşme, devrim hareketleri dağlık kesimlerde daha geç tarihlerde kendini gösterebildi.

Svanlar’da ve diğer dağlı Gürcü oymaklarının sosyal yaşamlarında görüldüğü gibi çok eskilerde henüz sınıfsal bölünmelerin ve modern devlet sistemlerinin Gürcüstan’da bilinmediği ortaya çıkmaktadır.”

İlkel toplum düzeninin bozulması, sınıfsal birliklerin ve yeni devlet düzeninin yapılanması

Madeni silah ve aletlerin keşfi

’Gürcü insanının ilkel toplum düzeni yaşam biçimi zamanla değişime uğradı. Ülkeye metal silahlar girip tanındı. Önce bakır, sonra pirinç ve en sonunda da demirden yapılmış silahlardı bunlar. Gürcü oymakları metal eritme ve işleme sanatını epey erken çağlarda kavrayıp öğrendi. Bu sayede Gürcü oymakları arasında madeni silahların yaygınlaşması da epey erken tarihlere dayanır.

Pirinç ve özellikle demir madeninden yapılan alet, edavat insan yaşamına ve üretim sahasına büyük kolaylıklar ve bolluk getirdi. Böyle bir metal alete sahip olanlar doğa karşısında artık daha güçlü, daha başarılıydı. Bu sayede Gürcü toplumu eskiye nazaran daha becerikli, daha refah yoluna girmiş oldu. Bu iyiye gidiş kısa zamanda nüfus patlamasına ortam hazırlamış oldu.”

Özel mülkiyet portresi

’Halk içinde yavaş yavaş özel mülkiyet görülmeye başladı. İlk özel mülkiyet araçları alet, edevat oldu. Alet, edevat önceleri halkın kendisi tarafından üretilip kullanılırdı.

Eski Gürcüce’de alet, edevata ‘çurçeli’ denirdi. Eski Gürcüler’in ilk ve en önemli özel varlıkları işte bu ‘çurçeli’den ibaretti. Bu nedenle sonraki tarihlerde ‘saçurçle’ (Hazine) anlamına gelmeye başladı. Kıralların ve zengin kişilerin servetlerini, ziynetlerini sakladıkları yere de ‘Saçurçle’ adı verildi.”

Sanat ve ticaret hareketlerinin gelişmesi

’Madeni alet, edevat ve silah yapımı herkesin harcı işlerden değildi. Bazı kişiler bu iş için özel eğitim görüp uzmanlaştı. Uğraşıların geçim kaynağı haline getirdi. Yaptıkları silah ve aletlerin canlı hayvan, erzak, zahire ya da başka eşyalar karşılığı takas ediyorlardı. Zamanla başka sanat dalları da türeyip gelişti. Değirmen taşı yontucuları, toprak kap kacak ustaları, maden kazıyıcıları, kaya tuzu çıkarıcıları yeni sanat ve sanatkarlar arasında sayılabilir.İnsanlar bir yandan evcil hayvanlar üretiyor, öte yandan yeni olanaklarla toprak işleyiciliği yapıyorlardı. Hayvan üreticileri madencilere, madenciler tuzculara, tuzcular başka ihtiyaç maddelerine gereksinim duyuyorlardı. Bu nedenle zamanla canlı ve hareketli bir takas pazarı doğdu. İnsanlar böylece sanat ve ticaret yaşamına ilk adımlarını atmış oldu. Eski çağlarda Gürcüler’in uzak dış ülkelerle bile alış veriş yaptıkları bilinmektedir.”

Paranı icadı

’İlk zamanlar alış veriş yukarıda da değindiğimiz gibi takas usulü ile yapılıyordu. Sonra para icat edildi. Paranın öyküsü değişik ülkelerde değişik öykülere bağlanır. Gürcüler arasında ise ilk yıllarda para birimi olarak ‘inek’ esas alınmıştı. Alınacak mal inek değeriyle ölçülür, denge bulunmaya çalışılırdı. Mal eğer tam bir inek değerinde değilse eşya sahibi üste verip inek değerini tamamlardı. Gürcüstan’da Hevsur bölgesindeki insanlar bu inek değer birimini 19.yüzyıla değin kullana geldi. Bu yüzden inek sürüleri zenginlik sembolü sayıldı. İnekler zamanla özel mülkiyet kapsamına sokuldu.”

Köleliğin doğuşu

’Ticaret yaşamının başlamasıyla insanlar, hareketlendi. Eşya üretenler, maden çıkaranlar, kaya tuzu çıkaranlar, topraktan ürün elde edenler daha çok iş üretmek için daha fazla insan gücüne gereksinim duymaya başladı. Evlerinde bu güçten yoksun olanlar piyasalardan bulmaya yöneldiler. Bunun en kolay ve ucuz yolu da yabancı toplumlardan esir elde etmekti.

Zenginlik elde etmek ya da başka nedenlerle toplumlar arasında sık sık çarpışmaların eksik olmadığı bu çağlarda savaşanlar karşılıklı birbirinin adamlarını esir alıp götürüyorlardı. Tkve (Tutsak), yani canlı odam elde etmek bir nevi zenginlik elde etmek anlamındaydı. Evinde insan gücüne gereksinimi olanlar bu esirleri hayvanlar gibi ağır işlere sürürdi. Buna Gürcüce’de ‘Mona’ (köle) ‘Monatmplobeluri’ (Kölelik sistemli idare) deniyordu.”

Sosyal dengelerin bozulması

’Kölelik sistemi insanlar arasında sosyal dengesizliğe yol açtı. Köle sahibi kölesini bir hayvanmış gibi görmeye başladı. İsterse kölesini pazarda bir hayvan gibi satabilir, isterse öldürebilirdi. Bunun için kimseye hesap vermek zorunda değildi. Köle sahibinin yanı başında yaşayan yoksul ve kölesiz insanlar giderek daha güçsüzleşti. Kölecilik modası alıp yürümüştü. O kadar ki, yoksul insanlar varlıklılardan ödünç istedikleri zahire, eşya vb. gibi gereksinimler karşılığı borç ödenene değin onlara geçici köle olmayı kabule zorunlu kaldı. Borçlarını uzun süre ödeyemeyenler ise artık gerçek anlamda birer köle durumuna düştü.”

Devletin oluşumu

’Varlıklı insanlar silah, alet edevattan başka kalabalık hayvan sürüleri, geniş araziler ve daha başka mülkler de edindi. Bundan sonra kölelerle sahipleri arasında düşmanlık, nefret, intikam tohumları yeşermeye başladı. Köle sahiplerinin kölelerine karşı davranışları çekilmez zulüm düzeyine çıkmıştı. Aşağı tabakadan olan yoksul halk yavaş yavaş köle haklarını gündeme getirip bunu savunma savaşına girdi. Köleler artık körü körüne boyun eğmekten vazgeçip fırsat buldukça kaçıp kurtulma çareleri aramaya başladı. Bu durum köle sahibi varlıklıların bir dayanışma organizasyonuna girmelerine yol açtı. Kölelere ve onların koruyuculuğuna soyunanlara karşı silahlandılar. Giderek silahlı adamlar edinip savaşçı gruplar oluşturdular. Sonra da silahlı güçlerle halk oyuyla seçilmiş ilkel idarecilere karşı saldırıya geçtiler. Silah gücüyle ‘Beylik’ ve ‘Kırallık’ makamları icat edip oturdular.

Bunların kurup sahiplendikleri makamlar sonraları miras yoluyla geleneksel biçimde çocuklarına, torunlarına geçer hale getirildi. Buna da Dinasti (Hanedan) adı verildi. Bu beyler ve kırallar ilkel halk idarecilerini ortadan kaldırdı. İnsanlar arasında eşitlik ve adaleti altüst ettiler. Çeşitli makamlar icat edip başlarına kendi adamlarını tayin ettiler. Kanunlar çıkarıp, hapishaneler kurdular. Beylerle kırallara ters düşen insanları bu hapishanelere doldurdular. Kendi özel silahlı birliklerinden başka halk içinden topladıkları gençlerden ordular kurdular. Bu iyi eğitilmiş, iyi silahlanmış orduyu çevredeki düşmanlarına karşı da kullanmaya başladılar. Özel mülklerini bu silahlı adamlara koruttukları gibi başkalarının mülklerini de bu güçlerle elde edip daha da büyümeye çalıştılar. ‘Devlet’ denen bu yeni idari yapılanma böylece ortaya çıkmış oldu.

Monatmplobeluri (Köle idaresi) idare sistemi yerini daha güçlü daha otoriter sisteme terk etti.”

Gürcü oymaklarının akrabalık ilişkileri Hattiler ve Subariler

’Gürcü toplumu en eski Önasya yerli toplumlarından biridir. Yaklaşık 6000 yıl kadar önce Önasya’nın geniş toprakları üzerinde ve güney Avrupa’nın Balkanlar, Apenin ve Pirene yarımadalarında aynı soydan gelen halklar yaşamaktaydı. Bu halklar çok erken çağlarda büyük kültür merkezleri oluşturdular. Önasya toprakları insanlık aleminin kültürel beşiği halini aldı. İlk çivi yazısını Önasya halkları icat etti. Tarımcılık, el sanatları ve sanatçılar en önce burada çiçeklendi. İlk devlet organizasyonu da doğal olarak burada oluştu.

Önasya halklarının zenginlik ve refah yaşantısı öteden beri geri kalmış uzak ülke insanlarının ilgi ve arzularını kabartıyordu. Bu göçebe toplulukların saldırıları sonucu yerli halkın toprakları daralmaya yüz tuttu. İsa’dan önce 2000 yılları başlarında Önasya yerli halklarından Hattiler ve Subarlar en üst gelişme düzeyinde yaşıyorlardı. Gürcü Halkı’nın ilk ataları işte bu Hatti ve Subariler’dir.”

Hattiler ve Subariler

’Hattiler’in yurdu Küçük Asya’daydı. Başkentleri M.Ö. 3000 yıllardaHattusi (Hattuşaş)tı. Bu ad devletin kurucusu Hatti ya da Hitit’ten geliyordu. Hattiler’in komşuları olan Subariler bu ülkenin doğusu ve kuzeyini, Mezopotamya’dan Kafkas doruklarına değin ellerinde tutuyorlardı. Subariler’in güney bölgeleri Huri adıyla anılıyordu.

Bu ülkeler M.Ö. 3000 yıllarından bu yana önemli devlet ve kültür geleneklerine sahipti. Ancak biz bu halkları M.Ö. 2000 yıllarında Önasya’da liderlik mücadelesine girdikten sonra daha iyi tanıyıp izleyebiliyoruz. Bu mücadeleden önce Hititler galip çıktı. M.Ö. 18. yüzyıllarda Hitit Kırallığı tarihinin en parlak dönemine ulaştı. Aynı yüzyılın sonlarında ise liderlik Subariler’in eline geçti. Subariler bu tarihten sonra askeri devrimler gerçekleştirdiler. Bu devrimler sonucu hafif yapılı, iki tekerlekli at koşulu savaş arabaları icat edilip kullanıma girdi. Çağa göre pek ileri silahlar olan metal silahlar demirden yapılmaya başladı. O tarihlerde demir işleme sanatı yörede sadece Güney Karadeniz’in dağlık bölgelerinde biliniyordu. Subari askerleri bu modern silahlar sayesinde ülkelerinden epey uzaklara değin uzanabiliyordu. M.Ö. 17. yüzyıl içinde Subariler Mitanni Kırallığı’nı kurdu. Tüm doğu ülkelerini bir bir ellerine geçirip Asurlular’ı da birkaç yüzyıl hakimiyet altında tuttular. Sonra Mitanniler Suriye’yi de ele geçirip çok uzaklardaki Mısır’la da başarılı savaşlar yürüttüler. Bugün çivi yazılı tabletlerden öğrendiğimize göre, M.Ö. 2000 yılları başlarında bir Asyalı halk Mısır’ı işgal etmiş, at koşulu iki tekerlekli savaş arabalarını bu ülkeye de sokmuştu. Mısırlılar atı ilk kez bu savaşta tanımışlardı. Bilim adamlarının kanaatine göre bu savaşın kahramanları Subariler’den başkası değildir.

Hattiler M.Ö. 14-13.yüzyıllarda yine doğu ülkelerinin kültür ve politik merkezi durumuna yükseldi. Bu yıllarda Hattiler ülke sınırlarını doğu yönünde Mezopotamya’ya, güney yönünde Suriye’ye değin genişletti. Bu onların Mısır’la liderlik yarışının işaretiydi. Hattiler M.Ö. 14.yüzyılda Mısır’ı dize getirip Suriye’ye el koymayı başarmışlardı. Hattiler savaşçılıklarıyla ünlü oldukları kadar diplomaside de ünlüydüler. M.Ö. 1278 yılında Hatti Kıralı Hattuşil 3. Mısırlılar’ı yenilgiye uğratıp Paraon’la barış ve dostluk belgesi imzaladı. Bu anlaşmaya ait dokümanlar günümüze değin gelmiş, uluslar arası hukuk ilkelerine örnek olmuştur.

M.Ö. 13.yüzyıl sonlarına doğru doğu halkları arasında büyük hareketler başladı. Bu karmaşa ve badire sonunda Hitit Kırallığı’nın yıkılmasına neden oldu. Hatti ve Subari toplulukları bundan sonra birçok küçük beylikler halinde parçalanmış oldu.”

Kültür, İdeoloji ve Devletçilik

’Çağın ölçülerine nazaran Hatti-Subari ülkesi gelişmiş bir tarım ülkesiydi. Bu halklar kültür bitkilerinin yetiştirilmesi konusunda insanlık alemine emsalsiz hizmetler verdi. Hatti-Subari ülkesi tarım üretiminin anayurdu durumuna ulaştı. Bağcılık, şarapçılık, evcil hayvan yetiştiriciliği Hatti-Subari insanlarının başarılı uğraşları arasındaydı.

Bu ülkede metalurji işleme sanatı da yüksek gelişme düzeyine erişmişti. Pirinç, demir, bakır, tunç gibi metalik üretim Hatti-Subari insanlarını zengin etmişti. Bu topraklarda elde edilen bakır, demir, gümüş ve daha birçok maden bazen hammadde olarak yurtdışına da ihraç ediliyordu. Hatti-Subariler’in yabancı ülkelerle olan ticaret yaşamı yalnızca bunlarla sınırlı değildi. Daha birçok değişik mamul ve yarı mamül mallar da bunlar arasındaydı.

Mısır’da savaş arabaları yapımında kullanılan Arki (Betula) ve İpni keresteleri Subari ülkesinden sevk ediliyordu. Bu ağaç türleri Subari topraklarının güney sınırlarından sonra artık yetişmiyordu. Bazı araştırmacıların saptamalarına göre Subariler Mısır’a hazır, imal edilmiş savaş arabaları da ihraç ediyorlardı.

Hatti-Subari maden ocaklarında üretilen hammadde daha çok iç gereksinimleri karşılamada kullanılıyordu. Madeni el sanatları bu ülkede yüksek düzeylere çıkmış, bu sahada birçok sanatkar yetişmişti.

Maden, toprak, ağaç ya da başka maddelerden yapılmış eşyalar çeşitli çukurtma (oyma), kabartma yazı ve figürlerle süsleniyordu. Hatti Subari heykelcilik örnekleri de günümüze değin gelebilmiştir. Hatti-Subari sanat eşyaları üzerinde çeşitli hayvan figürleri sıkça görülür. Bunlardan mitolojik yaratıklar (arslanbaşlı, kuşbaşlı, insanlar, arslan, öküz, balık, akrep, kanatlı güneş diski figürleri de sıkça görülür. Subarili sanatkarların elinden çıkma toprak kap kacak Önasya ülkelerinde emsali bulunmayan sanat yapıtlarıydı. Hatti-Subari yapıcılık örneği evler (Hilani’ komşu ülkelerde de tutulup aynı adla yaygınlaşmıştı. ‘Hilani’ deyimi bize Gürcüce’deki ‘Hulo’yu çağrıştırmaktadır. Hulo bir Gürcü ev tipidir. Subari el sanatları çevre ülkelere değin yayılma göstermişti. Sonunda Yunan ülkesine değin uzandı.

Hatti-Subari ustaları kendi totemlerini de sık sık çızgiye dökerdi. Bu ülkede Anatanrı ‘Tanrıça” güneşti. Erkek olan Fırtına Tanrısı, Güneş Tanrıça’nın eşi olarak kabul edilirdi. Bunların birçok çocukları olmuştu. Hepsi de birer tanrıydı. Hatti ülkesinde en çok saygı gören ‘Bereket ve bitkiler tanrısı Telefinu’ idi. Bazı doğa varlıkları Hatti ülkesinde çok saygı görürdü. Dağlar, akarsular kutsal varlıklardı. Hatti tanrıları genellikle kaplan, öküz, dağ dorukları gibi kutsal varlıkların üzerinde resmedilirdi.

Tanrılar değişik dua ve efsunlu sözlerle kutsanırdı. Hatti söylenceleri arasında Telefinu için söylenmiş şöyle bir öykü vardır: Bereket ve bitkiler tanrısı Telefinu bir gün ortadan kaybolur. Doğa alemi buna üzülür, sararıp solar ve ölür. Tanrılar ve insanlar kıtlıktan açlıktan sıkıntılara düşer. Telefinu’yu arayıp bulmak için hep birlikte yollara dökülürler... Bu öykü ünlü Hatti öykülerinden biridir.

İkinci Hatti öyküsü de Fırtına Tanrısı’nın canavarlarla savaşını anlatır.

Hatti-Subari toplumu iki türlü yazı biçimine sahipti. Birincisi Çivi yazısı, diğeri de Resim, yani hiyeroglif yazı biçimiydi. Edebiyat sahasında Tarih ve Hukuk konuları pek gelişmişti. Dünya edebiyatına mal olmuş Gılgamış Destanı hiyeroglif yazı sistemi ile kaleme alınmıştı. Bu epos Önasya kültür dünyası zemininde pek eski çağlarda meydana gelmişti. Bu emsalsiz şiir Tanrı-Adam Gılgamış’ın kahramanlık öyküsüdür. Gılgamış ülkesinin zafere ulaşması ve adının ölümsüzleşmesi için kahramanlık gösterileri yapar. Gılgamış vahşi adam Enkidu ile dost olur. Ayrılmaz iki dost güçlerini birleştirerek yeni kahramanlık gösterileri yapar. Çöl arslanlarıyla boğuşur, onları yener. Sonra derin, karanlık ormanlar içinde bulunan aşk tanrıçasının sarayı önünde nöbetçilik eden yenilmez güçteki ‘Hunbabayı’ da yenip tanrıçaya ulaşırlar.

Hatti-Subari ülkeleri köle sistemli idareye sahipti. Eski anaerkli gelenekler de güçlü biçimde kendini gösteriyordu. Hatti Kıralı yüksek Güneş Tanrıça’nın kölesi sayılırdı. O güneş kültünün hizmetçisbi durumundaydı. Buna karşın Hatti Kıralları çevrelerindeki diğer ülkelerin kıralları arasında liderlik iddiasını güderlerdi. Kendilerine Büyük Kıral ya da Kırallar Kıralı unvanını yakıştırırlardı. Bunun dışında Hatti kıralları kendilerine Benim Güneşim sıfatını yakıştırırlardı. Bize kadar ulaşabilen Hatti belgelerinden anlayabildiğimiz kadarıyla onlar ‘Benim güneşim şu şu işleri başardı” diye övünüyorlar. Hatti kıralları despotik kırallar değildi. Ülkelerini saray meclisiyle birlikte yönetirlerdi. Kıralların eşleri tahtın yanı başında oturur, idari işlerde söz sahibi olurlardı. Hatti ülkesinde kadınlara saygı önemliydi.

Hatti ülkesinde birçok ibadethane, mabudlar, dini kuruluşlar vardı. Bu kuruluşlar geniş mülkler, sayısız zenginlikler edinmişlerdi. Bu nedenle ülke idaresinde güçlü rol oynuyorlardı.

Hatti adalet sistemi diğer doğu ülkeleri adalet sistemlerinden daha insancıldı. Ölü cezası yalnızca ağır suç işleyenlere verilirdi. Hatti adalet sistemi kasıtlı suçlarla kaza suçlarını birbirinden ayırır, ceza tayininde bunu göz önünde tutardı.

Hatti kanunları ve diğer belgeler ülkede köle sayısının yüksek olduğunu göstermektedir.”

Pirinç Çağı’nda Gürcüstan

’Hatti-Mitanni Kırallığı döneminde Kafkasya yöreleri Hatti-Subari soyundan insanlarla meskûndu. Bu halk topluluğu pirinç madeninden yapılma silah ve araç gereç kullanıyordu. O çağlarda Hatti-Subari kültür merkezleri anlaşıldığına göre daha güneylerde yoğunlaşmıştı. M.Ö. 2000 yıl sonlarına doğru kültür etkinlikleri Kafkasya’da, özellikle bugünkü Gürcüstan topraklarında hızla gelişti. Gürcüstan topraklarının bağrı eski Gürcü atalarının el emeği eşyalarla doludur. Bu eşyaların bir kısmı ölülerle birlikte gömülmüş, bazıları gömü altında kalmıştır. Toprak altında kalmış eşya ve hazineleri araştırma ve inceleme işi bugün sürdürülmektedir. Gürcü arkeologlar kazı olanağını cumhuriyet döneminde ancak elde ettiler. Mshetada, Kolheti çukurunda Trialeti’de yürütülen geniş çaplı kazı çalışmalarından sayısız değerli malzeme eldi edilmiştir. Bulunan malzemeler Gürcü toplumunun maddesel kültürünün sessiz şahitleridir.

1936-39 yılları arasında Trialeti’de yürütülen kazı çalışmaları sırasında değişik zamanlara ait birçok mezar açılmıştır. Bunlar arasında korgan tipi mezarlar dikkate değer önemli yapılardır. Bu korganik mezarlar M.Ö. 2000 yılı sonlarına aittir. Bazılarının genişliği 100-175 metrekareye ulaşan bu mezarların çağın rütbeli zenginlerine ait olduğu zannedilmektedir. Mezarın birinde dört tekerlekli bir ağaç arabaya rastlandı. Bu mezardaki ölünün araba üzerinde toprağa gömüldüğü anlaşılmaktadır. Bu ölüyle birlikte altın, gümüş, pirinç resimli toprak eşyalarıyla araç gereç ve süs eşyaları da gömülmüş. Madeni süs eşyaları, renkli boncuklar, firuz gibi değerli taşlar kakılmış üzerleri kabartma bitki figürleriyle, hayvan ve insan resimleriyle süslenmiştir. Söz konusu eşyalar insanı hayrete düşürecek derecede yüksek sanat eserleridir. Bu eserler çağın Gürcü insanının yüksek yaşantısı ile sanat yeteneğini gözler önüne sermektedir.

M.Ö. birinci bin yıl başlarında Gürcüstan’da iki ayrı stilde kültür yaşamı gelişmeye başladı. Bunlar Batı ve Doğu Gürcüstan’a özgü stillerdi. Bu çağ Pirinç Çağı idi. Bu çağda silah, araç gereç ve bazı ev eşyaları pirinç madeninden yapılıyordu. Bu iki ayrı bölgesel kültür Gürcü ülkesinin doğu-batı gibi iki bölgeli ülke olduğunu gösterir.”

Batı Bölgesel kültür çevresi

’Bu kültürün sınırları tüm Batı Gürcüstan’ı, Kuzey Kafkasya’nın Terek boyu dağlık bölgelerini, Çoruh boylarını, Karadeniz’in güney kıyı boylarını kapsıyordu. Bu sınırlar içinde kalan topraklar sonraki tarihlerde Kolheti adıyla anılıp tarihte yerini aldı.

Eski Kolh pirinç kültürü gelişmenin doruğuna çıkmıştı. O çağlara ait tarım araçlarından çapalar, nacaklar, Batı Gürcüstan’da günümüze değin formunu korumuştur. Oraklar, hayvan donatım eşyaları, at donatım takımları (dizginler, eğerler), sanatkarların el aletleri (biçme, delme, oyma) aletleri sayılabilir.

Aynı çağlara ait savaş araçları, süngüler, ok uçları, kamalar, baltalar, kamçılar, zincirler arasında Kolh Kültürü’nün simgesi haline gelmiş işlemeli, ornamentli savaş baltaları pek ünlü ve ilginçtir.

Kolh pirinç araç ve gereçleri için gerekli maden bugün de işletilmesi sürdürülen Çoruh Vadisi bakır ocaklarından temin edilirdi.”

Doğu Bölgesel Kültür Çevresi

’Bu bölgesel kültür sınırları Doğu Gürcüstan’da Alazani Irmağı karşı yakasından Savan gölü çevresine, oradan Aras Vadisi’ne değin uzanıyordu. Bugünkü Kartli Bölgesi ise doğu ile Batı Gücüstan kültür akımlarının buluşup deneyimlerini birbirine aktardıkları bir nokta idi. Gürcü Halkı burada kurulan pazarlarda doğu ve batı stili kültür materyallerini kolayca elde edebilme olanağına sahipti. Doğu Gürcüstan savaş araçları arasında ucu kentikli kılıçlar, yuvarlak ağızlı külünkler, geniş ağızlı ok uçları, uzun mızrak ağızları gibi özgün aletlerdi. Mazılarda o çağlara ait kalkanlar da bolca elde edilmiştir. Oklar ise insan boyundan uzun yapılmıştır.

Doğu Gürcüstan bölgesel kültür örneklerinden tarım araç gereçleri, sanatkar el araç gereçleri, harman düvenleri, baltalar, oraklar, bıçaklar, iğneler, şişler, yün eğirme kirmanları giyim eşyalarına kadar ait aksesuarlar (kemerler, tokalar, düğmeler, boncuklar kemer kancaları vb.) sözü edilmeye değer buluntulardır.

Bu bölgede bulunan ev eşyaları arasında ev eşyaları da önemli yer tutmaktadır. Bu dönem ev eşyaları kap kacak genellikle topraktan, kısmen de pirinç, gümüş ve altından yapılmıştır.

Doğu ve Batı Gürcüstan topraklarında bulunan Pirinç Çağı mezarlarında çok sayıda süs eşyasına da rastlanmıştır. Bunlar yüzükler, küpeler, bilezikler, bin bir çeşit boncuklar, hayvan figürlü oymalı, kakmalı kemer tokaları vb.dir.

Samtavro mıntıkasında yapılan kazılarda kemikten yapılmış müzik aleti (kaval) bulunmuştur.”

Gelişme Seyri

’Yukarıda (önceki sayfalarda, b.n.) maddesel buluntularını gördüğümüz eski çağlarda Gürcü toplumu artık toprağa bağlı yerleşik hayat yaşıyordu. Tarım ürünlerinden arpa, buğday, darı kalıntıları kazılar sırasında sıkça rastlanan bulgulardır. Aynı dönemlerde Gürcüstan’da bağcılık ve şarapçılık uğraşlarının da revaçta olduğu anlaşılmaktadır.

Bu dönemde hayvancılık da yaygındı. Koyun, inek, domuz, at, köpek başlıca evcil hayvanlardı.

El sanatları da yüksek düzeye ulaşmıştı. İyi yetişmiş ustalar bazen insanı hayrete düşürecek güzellikte eşyalar yapıyorlardı. Yukarıda sayılan el sanatlarına ek olarak yün ve keten dokuma bezleri, kilimler, abalar vb. de önemli yer tutmaktaydı. Bu çağ Gürcü insanları dört tekerlekli arabalar, faytonlar kullanıyorlardı. At koşul iki tekerlekli arabalar da savaş sırasında kullanılıyordu. Tüm bunlar gösteriyor ki, o dönem Gürcü insanları ustalık ve beceride yüksek düzeylere çıkmış, zevk sahibi insanlardı.

Gürcüstan’da en eski mimarlık örneklerini Megalitiler oluşturur. Megaliti Yunan dilinde Büyük Taş anlamındadır. Bu yapılar harçsız, kireçsiz, büyük yontma blok taşlardan yapılıyordu. Özellikle Doğu Gürcüstan’da bu tür Megalitik kale-kent ve saray kalıntılarına çokça rastlanmaktadır. Bu bölgede ayrıca dolmenlere, menhirlere, taştan mamul blok totem heykellere ve buna benzer eşyalara da bolca rastlanmaktadır.

Bu megalitik eserlerin Gürcü dilindeki adı Tsiklopuri’dir. Bu söz bu yapıların insanlar tarafından değil de mitolojik yaratıklar tarafından, yani Tsikloplar tarafından yapıldığını ima eder. Gürcü Halkı bu eserleri, Gmirta nakveti, Devta nasahlarebi, Kva katsebi gibi adlarla adlandırmışlardır. Bunların anlamı: Gizli kahramanların evleri, Dev evleri Taş adamlardır. Bu megalitik yapılar erken pirinç dönemine ait olmalı. Pirinç Çağı döneminde Gürcüler’in ataları epey uzak ülkelerle de alışveriş yapıyorlardı. Akdeniz ülkeleri, Mezopotamya , Suriye ve Mısır gibi ülkeler bunlar arasında sayılabilir. Bu dönemde pirinçten yapılmış halka biçiminde paralar kullanılıyordu.

Bu çağlarda kırsal alan halkı arasında varlıklı kesim türemiş köle sahibi beyler, ağalar çoğalmıştır.

Demirin işlenmesinden sonra varlıklılarla yoksullar, akıllılarla aptallar, güçlülerle güçsüzleri ayrışmaya başladı. Giderek bunlar arasında uçurumlar oluştu.”

M.Ö. 1. bin yıl ilk yarısında Hatti-Subari Devletleri

’M.Ö. 2000 yılı sonlarına doğru Ön Asya’da Asurlular güç kazanıp Hatti-Subari Devleti dağılma sürecine girdi. Ülke küçük beyliklere bölündü. Bu küçük beylikler Asurlu korkusuyla onlarla yoğun bir mücadeleye girdi. M.Ö. 11.Yüzyıl Asur Kaynakları Subarti ülkesinden ve bu ülkenin gururlu ve başeğmez halkından söz etmektedir. Bu çağ Hatti-Subari halklarından en güçlüleri Muşkiler’di. (Bugünkü Meshi Gürcüleri.) Mushiler sık sık Asur ülkesine saldırır topraklarını ele geçirmeye çalışırlardı. 9.yüzyıl kaynakları da Asur kırallarının sık sık Tuballar’la savaş halinde olduklarını bildirmektedir.”

Tuballar

’Tubal ülkesi Fırat suyu batısında 24 beylikten oluşan geniş bir ülkeydi. Kalabalık Tubal kentleri arasında en önemlilerinden biri Meliti kentiydi. Meliti, aynı adı taşıyan bir idari bölgenin merkeziydi. Asur kıralları Tuballar’la uzun ve ağır savaşlar yürütüyorlar, öte yandan da onlarla dostluk olanakları arıyorlardı. Tubal ülkesi altın, gümüş, bakır ve değerli madenlerle dolu zengin bir ülke idi. Tuballar yetiştirdikleri cins atlarla da ünlüydüler. Asurluları cezbeden Tuballar’ın bu zenginlikleriydi. Tuballar’ın ünü sınırlarını aşmış, Suriye, Filistin ülkelerine değin yayılmıştı. Onların adları Musa Peygamberin kutsal kitabı Tevrat’ta da anılmaktadır. Tuballar’ın adı Tevrat’ta Tubal Kaini olarak geçmektedir. Kaini sözcüğü demircilik, dövmecilik sıfatından gelmektedir. Aslen Subari kökenli olan bu halk demirci, dövmeci, madenci olarak tanınıp isim yapmıştı. Demir üretiminde de bu ülkeyle yarışacak çevrede başka bir ülke bulunmuyordu.

Demir, Subari toplumunun yaşamına M.Ö. 2000 yılı ortalarına doğru girdi. İlk zamanlar bu madenden silah, araç gereç yapımında faydalanılamıyordu. Savaş araçları ve diğer gereksinimler eskiden olduğu gibi pirinç madeninden yapılıyordu. Demirden yapılmış araçlar birinci bin yılın ilk yüzyıllarından itibaren görülmeye başlandı. Pirinç aletler yine de demirin yanı sıra kullanımını sürdürdü. Ön Asya’da demircilikle en ünlü ülke Subari ülkesiydi.

9. ve 8. yüzyıllar içinde Hatti-Subari toplumu demire bağlı teknik ilerleme sayesinde tekrar topraklarını toparlayıp ayağa kalkmayı başardılar. Kurdukları yeni ve güçlü birliğin adı Urartu idi.”

Bu İçerik 4083 Kez Görüntülendi

Tarih Üye Listesi