Şavşat Duvar Gazetesi Tarih

Gürcülerin Tarihi - IV

Tetri Şavşeteli

M.S ilk ve 2.yüzyıllarda Kartli (İberya) Kırallığı’nın güçlenmesi

Kartli Kırallarının politikası

’Bu dönemlerde Doğu Gürcüstan’ın durumu biraz farklıydı. Kartli Romalılar’dan epey uzaklarda güçlü bir ülkeydi. Bu nedenle Romalıların Kartli kırallarından askeri yardımdan başka fazla bir şey istedikleri yoktu. Romalıların Partiyalılara karşı verdikleri savaşlarda Gürcü askerlerine pek ihtiyaçları vardı.

Bu nedenle Romalılar Kartli kırallarına karşı ‘Dostluk’ havası estirmeye çalışıyorlardı. Kartli kralları Romalıların doğudaki sıkıntılarını pek iyi anlıyorlardı. M.S. Birinci yüzyıl içinde Kartli kıralları Romalılara karşı bu dostluk politikasını kendi çıkarlarına kullanmayı başardılar. Bu dönemde Kartli Krallığı daha bir güçlenip genişledi.

Kıral Parsman 1

M.S. 35. yılda Partiyalılar Ermenistan’ı işgal etti. Romalılar bu işgal karşısında Partiyalılara karşı durma gücüne sahip değildi. Roma İmparatoru bu işgal karşısında Gürcüleri kullanmayı planladı. Romalılar Kartli Kıralı Parsman 1 ve Partiyalıları Ermenistan’dan çıkarma karşılığında bu ülkeyi kendilerine hediye edeceklerini söylediler. Ermenistan tahtına Parsman 1’in kardeşi Mitridate’yi çıkarmayı önerdiler. Bu Roma önerisi üzerine kalabalık bir Gürcü ordusu Ermenistan’a saldırıp başkentini işgal etti. Part hükümdarı bir yandan oğlunun emrinde yeni takviye birlikleri gönderirken öte yandan kiralık askerler bulmak için çevre ülkelere adamlar gönderdi. Kartli Kıralı Parsman da acele davranıp Daryal kapılarını açtı, Sarmat ordularını yardıma çağırdı. Parsman bir yandan da Alban ordusunu getirtip durumunu takviye etti. Parsman daha fazla vakit kaybedip Partiyalıların güçlenmesine fırsat vermeden bu ülkeye saldırdı. Partiyalılar güçlü süvari birliklerine sahipti. Gürcüler de hem atlı, hem piyade ordularıyla hatırı sayılır güce sahiptiler. Romalıların deyimiyle, ‘Gürcüler ve Albanlar dağlı kavimlerdir ve zor koşullara karşı dayanaklıdırlar.’

Persman bu Partiya savaşı öncesinde askerlerini şu sözlerle cesaretlendiriyordu: ‘Kahraman askerlerim bakın şu bizim heybetli ordumuza, bir de şu Partiyalılar’ın altın yaldızlı bayramlık elbiseli askerlerine. Eğer gayret gösterirsek ünümüzü yüceltiriz. Düşmana sırtımızı dönersek hem adımızı lekeler hem yurdumuzu tehlikelere atmış oluruz. Bir yanda bizim kahraman askerlerimiz, öte yanda Partiyalıların altın yaldızlı kukla bebekleri.’

Gürcü-Alban ordularının ağır bastığı bu savaşta Parsman Part Kıralı’nın oğlunun miğferini kılıcıyla ortadan yararak onu ağır yaraladı. Bu olay Partiya askerlerinin moralini bozdu. Savaş alanından kaçmalarına neden oldu. Böylece zafer Gürcüler’in oldu.

Part Hükümdarı Gürcüler üzerine yine saldırdıysa da Gürcüler savaş alanını Partiyalılar’dan daha iyi tanıdıklarından yine zafer Gürcülerin elinde kaldı. Partiyalılar Ermenistan’ı Gürcülere bırakmak zorunda kaldılar.

Kartli Kralı Parsman 1. Ermenistan tahtına kardeşi Mitridate’yi oturtup kıral ilan etti. Mitridate 15 yıl boyunca Ermenistan tahtında hüküm sürdü. Ancak M.S. 51 yılında yine kardeşi Parsman’ın ihanetiyle yaşamını yitirdi. Bu olay şöyle oldu: Parsman’ın boylu poslu, yakışıklı ve güçlü bir oğlu vardı. Adı Radamist’di. Radamist konuşmaları arasında sık sık ‘Babam artık yaşlandı, ülkemizi korumak ve genişletmek ona zor geliyor” diyordu. Parsman bu sözlerden rahatsız oldu. Tahtına göz koyan oğlu için bir oyun planladı. Radamist’i çağırıp: ‘Ermenistan’a git, amcan Mitridates’i tahttan indir. Kendin kıral ol’ dedi. Radamist sevindi, hemen işe koyuldu. Ermenistan’a gidip ülke büyüklerini toplantıya çağırdı. Ermeni tahtının Mitridate’den kurtarılması gerektiğini anlatıp onları ikna etti. Sonra babası Parsman’la birleşip Mitridate üzerine çullandı. Mitridate öldürülüp tahta Radamist çıkarıldı.

Bu durum ne Partiyalılar’ın hoşuna gitti ne de Romalılar memnun oldu. Radamist kısa sürede baskıcı ve acımasız bir kıral olduğunu göstermekte gecikmedi. Ermeniler’in bu baskılar karşısında sabırları tükendi. Ayaklanıp Radamist’i tahttan indirdiler.

Parsman Ermenilere karşı tehdit ve baskılara başvurdu. M.S. 58 yılında Meshi Gürcülerini örgütleyip Ermenilerin üzerine saldırttı.

Parsman Romalılara doğu savaşlarında askeri yardımlarda bulundu. Romalılar buna karşılık Ermenistan’ın birkaç vilayetini Parsman’a hediye etti.”

Parsman oğlu Mitridat zamanında Kartli

’M.S. Birinci yüzyılın ikinci yarısında Kartli tahtında Parsman oğlu Mitridat hüküm sürdüğünde Romalılar bu ülkede eskisi gibi ‘Dostluk , dayanışma’ politikası izleme gereği duydu. 75 yılında Roma İmparatoru Vesfasiane Armazi kenti çevresindeki surları tamir edip duvarlara şu sözleri kazıttı. ‘Keizar ve Romalıların dostu İberya Kralı Parsman oğlu Mitridate ve Gürcü halkına anı olmak üzere bu surlar tarafından onarıldı.’ Roma imparatorunun hükümeti adına kazdırdığı bu yazı günümüze kadar korunmuştur.”

İkinci yüzyıl birinci yarısında Kartli ve Kıral Parsman

’2.Yüzyıl içinde Kartli daha güçlü bir görünüm veriyordu. Kartli kıralları bu yıllarda kendilerini daha bağımsız ve rahat hissediyorlardı.

Romalılar yine bu ülkeyi eskisi gibi ‘Bağlaşık, dost’ tutma politikası ile elde tutmaya gayret ediyorlardı. 98-117 yılları arasında Keizar Traiane İberler ve Kolhlarla yeni dostluk anlaşmaları imzaladı. Traiane özellikle Kartli Kıralına karşı daha açık, bir dostluk gösterisinde bulunup ona birçok değerli hediye gönderip gönlünü almaya çalışıyordu. 117- 138 yılları arasında İmparatorluk tahtında kalan Keizar Adriane’de Kartli Kıralına böyle davranıyordu. Romalı tarihçilerin bize verdikleri bilgilere göre: ‘Keizar Adriane’nin İberler’le (Kartli) Albanlar’la derin dostlukları vardı. Kartli ve Albani kıralları Keizar’ın çağrısına uyup huzuruna gelmedikleri için onlara değerli hediyeler gönderip kalplerini kazanmaya çalıştı.’

Keizar Adrian’a Kartli Kralı Parsman 2’ye gönderdiği hediyeler kadarını hiçbir başka dost kırala göndermemişti. Kartli Kralı Parsman 2. Keizar’ın daveti üzerine ailesi ve maiyetiyle beraber Roma’ya gittiğinde Keizar’a birçok değerli hediye götürmüştü. Bu hediyeler arasında altın işlemeli bir pelerin de vardı. Bunlara karşılık Keizar Parsman’a daha değerli hediyeler vermişti. Bunlar arasında filler ve 500 kadar da Romalı savaşçı asker vardı. Keizar Parsman’a yeni topraklar bağışladı. Roma Kapitolium katedralinin içinde kurban kesme izni verdi.

Kurban kesme hak ve yetkisi yabancılara verilebilecek en büyük yetki ve saygı işaretiydi. Kral Parsman 2, oğlu ve diğer şövalyeleri ile ağır zırhlı giysiler içinde, at sırtında Roma meydanlarında savaş oyunları gösterileri yaptı. Bu gösteriler Romalıları büyüledi. Bunun üzerine Keizar’ın emriyle Roma’daki Mars meydanına Gürcü Kıralı Parsman 2’nin at üstünde bir heykeli yapılıp dikildi.

Kartli Kıralı Parsman Keizar Adriane’nin ölümünden sonra yerine geçen yeni imparatorlarla da iyi ilişkiler sürdürüp onların konuğu olarak da birkaç kez Roma’yı ziyaret etti.”

İkinci yüzyılda Kolheti

’Kolh Halkı tarafından Romalılara karşı verilen sürekli savaşlar birinci yüzyıl sonlarına doğru eski Kolheti toprakları üzerinde minik birçok beyliğin oluşmasına neden oldu. Kölelik idaresinin yavaş yavaş sona ermesiyle eski Kolheti Kırallığı giderek zayıf düşmüştü. Sonunda Pontuslular ve Romalılar Kolheti idaresine son verdi. Kolheti devletinin yeniden yapılanması ikinci yüzyıl başlarına kadar uzadı.

İkinci yüzyıl başlarında Kolheti’nin durumu şöyleydi: Trabzon vilayetinde yaşayan halk eski Kolh etnik adlarını henüz yitirmemişti. Onların uzak komşuları bazı Kolh toplulukları ise bu adı unutup değişik adlarla varlıklarını koruyorlardı. Bunlardan Trabzonlu Kolhların yakın komşuları Saniler (Ç’ani) savaşçı bir kabileydi. Romalılar onlara vergi yüklemek istiyorlardı, ancak Saniler Roma baskısını hafife alıp dudak büküyorlardı. Saniler’in Kıralları yoktu. Onların idare sistemleri ilkel halk kurultayı sistemiydi.

Saniler’in doğusunda oturan Makronlar ve Heiniokhlar tek bir idare altında birleşmişlerdi. Bunların doğu komşuları Zidritler’in başında kendi idarecileri bulunuyordu. Kolhlar, Sani ya da Ç’anilar, Makronlar, Heniokhlar ve Zidritler Güney Kolheti’nin Çoruh Irmağı güneylerinde yaşıyorlardı.

Kuzey Kolheti bu çağlarda Rioni ve Enguri vadilerinde uzanıyordu. Burada güneyden kuzeye doğru; Zanlar ya da Ç’anlar (Lazlar), Apşiller, Abasklar, Sanigler’le meskündü. Bu kabilelerin hepsinin Roma Keizarlan tarafından onaylanmış kendi Beyleri vardı. Romalilar tarafından bu yerel beyliklerin tanınmış olması bir anlamda Kolheti Halkına verilmiş tavizdi. Trabzon, Pasidi, Sevastopol (Sohumi, Dioskuria) gibi kentlerde bulunan Roma tahkimatları onlar için birer dayanak noktasıydı. Kolheti’nin iç kesimlerinde ise Roma varlığı kimsenin umurunda değildi.”

Yeni Pers Kırallığı’nın doğuşu

Roma Persiya mücadelesi

’224-226 yılları arasında Partiya’da büyük olaylar gelişti. Eski Arşaklı Hanedanı yıkılıp yerine yeni Persiyalı Sasani hanedanı geçti. Sasaniler eski Pers Dini ‘Mazdeizmi’ yeniden canlandırıp çevre ülkelere yaymak istiyorlardı. Sasani Hanedanı Partiyalılar’dan daha güçlü bir hanedandı. Sasaniler’in sahneye çıkmasıyla Romalılar daha tehlikeli bir düşmanla karşı karşıya gelmiş oldu. Roma Persiya gerginliği daha şiddetli bir hal aldı. Bu iki rakip Güney Kafkasya için birbiriyle mücadele ediyordu. Bu sürtüşmelerde en büyük zararı Ermeniler görüyordu. Ermeni toprakları savaş alanının yakınındaydı. Bu savaşta en iyi korunmuş yer ise Kartli’ydi. Romalılarla Persiyalılar savaşlarIn birbirini tüketirken Kartli bundan yararlanarak gelişmesini sürdürdü. Sonunda Nizibin kentinde Roma Persiya barış anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın bir maddesine göre, Kartli kıralları taç ve nişanlarını Romalıların elinden alacaklardı. Ancak bu, Kartli’nin Roma vasallığına girdiği anlamına gelmiyordu. Bunu başarabilmek için Romalılar’ın doğudaki güçleri yeterli değildi. Nizibin Anlaşması’nın bu maddesinden şu anlam çıkıyordu: ‘Kartli Krallığı eski den olduğu gibi Roma dostu ve bağlaşığı’ idi.”

Gürcüstan’da erken feodal çağ ilişkileri

Feodal düzenin doğuşu

’Diğer ülkelerde de olduğu gibi Gürcüstan’da da köle idaresi sistemi feodal yönetim sistemi ile yer değişti. Feodal idare sistemi ülkenin gelişmesi için yeni olanaklar sağlıyordu. Bu bakımdan kölelik idare sisteminden daha ileri ve insancıl bir sistemdi. Kölelik idare sisteminin baştan atılması kolay ve çabuk olmadı. Ağır ağır ve çok çileler çekilerek bu aşamaya gelinebildi.

Üretim metotlarında yenilikler

Gürcü toplulukları arasında nispeten erken çağlarda başlayan demir madenini işleme ve kullanma süresi giderek daha yüksek boyutlara erişti. Savaş araçları ve tarım, iş gereçleri de demirden yapılmaya başlanmıştı. Demir sapanın geliştirilmesi tarım işlerini kolaylaştırdı. Daha bol mahsul alma olanağı yarattı. Bağ bahçe yetiştirme işi de kolaylaştı. Bağcılık işlerinin kolaylaşıp gelişmesi Gürcüstan’a büyük ekonomik katkılar sağladı.

Gürcüstan bağcılık, şarapçılık sanatının ilk geliştirildiği önemli bir ülkedir. Bu ülkede 300 kadar yöresel üzüm çeşidi yetiştirilmektedir. Bunlardan çoğu şaraplık üzüm çeşitleridir. Ayrıca sofralık, reçellik, pekmezlik, hoşaflık cins üzümler de bolca yetiştirilmektedir. Cinsler yörelere, iklim ve toprağa uyum sağlayacak karakterlere göre seçilmektedir. Bunda da başarıya ulaşılmıştır. Kaheti bölgesinde ‘Rkatsiteli’ ve ‘Saperavi’, Kartli’de ‘Çinuri’, Imereti’de ‘Tsolikauri’ ve ‘Tsiska’, Guria ve Aşağı Imereti’de ‘Çhaveri’, Samagrelo’da ‘Zardagi’ vb. türleri yetiştirilir. Bazı üzüm türleri dünyanın başka ülkelerine Gürcüstan’dan götürülüp üretilmektedir. Örneğin ‘Saperavi’ Gürcü üzüm çeşidi Avrupa’da iyi cins kırmızı şarap üzümü olarak ün yapmıştır.

Gürcüstan’da Hellenistik çağdan sonra gelişip büyüyen ticaret yaşamında şarap ihracatı büyük önem kazandı.

Köle idaresi çağlarında bağ işlerinde kölelerin çalıştırılmasının sakıncası görüldü. Köleler bu işte duyarlılık göstermiyorlar; kazancına ortak olmayacakları işi üstünkörü, baştan savma yapıyorlardı. Bu da verim ve kaliteyi etkiliyordu. Bu tür işlerde ‘Kma’ köylü ırgatlar kullanmak daha başarılı olacaktı. Özgürlükleri kısıtlanmış ‘Kma’ ırgat köylüler daha önceleri sadece soylular tarafından kullanılabilirdi. Bu ırgatların özel varlıkları sadece nacak, çapa, orak gibi eşyalardan ibaretti. Bu kişiler sahiplerine bağlı olmakla beraber özgürlükleri Köleler kadar tümüyle ellerinden alınmış değildi. Irgatların patron için ürettikleri üründen belli miktarda bir pay alma hakları vardı.

Sosyal ilişkilerde değişiklikler

Üretim ve ekonomi işleri gelişip yeni boyut kazanınca halk arasındaki sosyal ilişkiler de değişmeye başladı. Yukarıda da görüldüğü gibi Kartli’de devlet otoritesi kıral, kurumlar, asiller gibi yüksek sınıfların elindeydi. Özgür köylüler ‘Eri’ ise toprak işleri ile gerektiğinde askerlik hizmetleri görüyordu. Özgür köylüler arasında yeni koşullarda bazı kişiler zenginleşip ilerledi. Türeme zenginler daha geniş ve daha verimli tarım arazilerini ele geçirmiş, daha çok insan gücüne gereksinim duymaya başlamışlardı. Baştan beri köle ve yarı özgür ırgatlar tarafından yürütülen bu işlere yeni boyut getirmek gerekti. Bu da köle ve yarı özgür ırgatları bir derece yükseltip ‘Yarıcı’ yapmakla mümkün olacaktı. Böylece mülklerin dağılımının bir dereceye kadar dengeleneceği, bazı özgür köylülerin aşırı zenginleşmesi önlenecekti.

Araç gereçlerin geliştirilmesi

Demirin, işlenmesiyle ve tarım iş alanına girmesiyle araç gereçler pahalılaştı. Yoksul kesim insanları bu araçlardan edinemezken varlıklılar rahat edinebiliyor, üretimini kat kat artırıyordu.

Demirin insan hizmetine girmesi savaş silahlarının da değerini artırdı. Çakmaktaşı uçlu okların kullanıldığı çağlarda herkes birbiriyle eşit silah gücüne sahipken bu kez demir madeninden imal edilen silahlar sosyal eşitliği altüst etti. Metal miğferler, maskeler, zırhlı elbiseler, dizlikler, omuzluklar da artık metalden yapılmaya başlanmıştı. Bu yeni aletler düşman saldırılarına karşı başarılı birer savunma aracıydı. Ne var ki, bunlar herkesin edinemeyeceği derecede pahalı şeylerdi. Varlıklılar atlarını da zırhla donatıyorlardı. Zırhla donatılmış atlı savaşçılar diğerlerinden daha üstündü. Bu tür yeni olanaklar elde edebilen varlıklı kişiler baskın, soygun ve yağma hareketleriyle kazançlarını daha bir büyütmüşlerdi. Bu kez bu kesim insanları üstünlük, öncelik iddialarını öne sürüp yoksul kesimin başına hakim kesilmeye başladılar. Böylece sosyal ilişkiler dengesini kaybedip ekonomik farklılıklar da ortaya çıktı.

Varlıklı zümrelerin yükselmesi

Varlıklı kimseler kırallara ve öteki soylu zümreye daha yakın olmayı başardı. Krallar aşiret reislerini bu varlıklılar arasından seçmeye başladılar. Orduların başına da bu varlıklı kişiler arasından komutan seçilmeye başlandı. Topraklarında yarı özgün yarıcılar çalıştıran bu aylak zenginler silah kullanmak, ata binmek gibi savaş oyunları için bol zaman bulabiliyorlardı.

Halk arasında (Eristavi) denenv, eyalet idarecileri bunlar arasından sivrildi. Bunlar artık hem aşiret başkanlığı yapıyorlar hem de savaşlarda komutan görevi görüyorlardı. Bu tür başarılar gösteremeyen ‘Eri’ mensubu özgür köylüler konumlarını kaybedip daha da alçaldı ve ‘Tavrili Eri’ (Sıradan halk) adını aldılar. Eristavi rütbesine erişenler kısa süre içinde servetlerine servet koyup daha da zenginleştiler. Üstelik kırallar da bu kişilere hazineden geniş araziler bağışlıyordu.

Bir yandan iç pozisyonlarını güçlendiren varlıklı rütbeliler diğer yandan komşu aşiret ve oymakların topraklarına da yayılma yollarını düşünüyorlardı. Rütbe, makam ve servet sahibi kişiler mallarını miras yoluyla çocuklarına, torunlarına da bırakıp onların da hayatlarını garanti altına alıyorlardı.

Baştan beri ‘Varlıklı aileler’ diye adlandırılan bu zümreye zamanla ‘Aznaur’ adı verildi. Aznaur eski anlamıyla ‘Hür’ demekti. ‘Uazno’ ise (Hürriyetten yoksun) demekti. Aznauri deyimi giderek anlam değiştirdi. Artık bu isim ‘Geniş arazi sahibi, topraklarında ırgatlar çalıştıran, zamanını savaşlarda, baskınlarda, talanlarda, av partilerinde geçiren ‘adam’ anlamı kazandı.

Yeni düzen Kartli’de 4. yüzyıldan itibaren iyice yerleşip yaygınlaştı. 4. yüzyıl içinde Aznaurlar güçlerinin zirvesine ulaştı. Ancak feodal düzenin zafere ulaşması birkaç yüzyıl sonraya gecikti.”

Kartli’de Hıristiyanlık dininin devlet dini olarak kabulü ve ilanı

’4. yüzyıl ilk yanlarında Kartli tahtında Kral Mirian oturuyordu. Mirian Gürcüstan’da putperestliği kaldırarak Hıristiyanlığı devletin resmi dini olarak kabul etti. Mirian’ın düşüncesine göre ülke bağımsızlığının ve kendi iktidar ve istikbalinin tek garantisi buydu."

Persiyalılar’a karşı Romalılar’la ittifak

"Birinci, ikinci ve üçüncü yüzyıllarda Kartli kralları Roma-Gürcü ilişkilerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya gayret ediyorlardı. Üçüncü yüzyıldan sonra güç kazanmaya başlayan Persiyalılar Güney Kafkasya ülkelerinde ve özellikle Ermenistan’da etkili olmaya başladılar. Persiyalılar işgal ettikleri küçük ulusların devletlerini yıkıyor, halkı esaret altına alıyorlardı. Ermenistan ‘da da böyle davranıyorlardı.

Gürcüler Persiyalılar’ın Ermenistan’da yaptıkları zulümleri göz önüne alarak çıkar yolun Romalılarla ittifak yapmak olduğuna karar verdiler. Hıristiyanlık dini bu yıllarda Romalılar arasında iyice benimsenip yerleşmişti. Gürcüler bu dini kabul ederek onlarla dostluk olanağı yaratmakta yarar gördüler.

Kıral ve kurumlar arasında mücadele

Gürcü kralları ile putperest örgüt ‘Kurumi’ arasında gerginlik hüküm sürüyordu. Hıristiyanlık dini kabul edilmekle yeni yandaşlar kazanılacak, putperestlik mabedi ile Kurumi ortadan kaldırılacaktı. Kurumiler geniş mülkler ve sayısız servetler edinmişlerdi. Kırallar bundan rahatsız oluyordu. Kıral ailesinden olan ‘Sepe Sahliler’ de büyük mülk ve servet sahibiydi, ancak yeni türeyen rütbeli memur ‘Eristavlar’a bağışlanan topraklar

‘Sepe Sahli’ soylularını günden güne zayıf düşürüyordu. Kapatılacak Kurumiler’den alınacak mülkler soylulara dağıtılarak kaybettikleri gücün yeniden kazandırılmasına çalışılacaktı. Bunu yapabilmek bakımından mutlaka yeni dinin kabul edilmesi gerekti.”

Aznaurlar

’Aznaurlar, edindikleri mülkleri ellerinden kaçırmamak için Hıristiyanlık fikrine yeşil ışık yaktı. Çok geçmeden Putperest Kurumilere savaş açıp yeni dini savunmaya başladılar. Hıristiyanlık dini Aznaurlar lehine birçok yenilikler de içeriyordu. Yoksullarla ezilmişlerin ümidi ise ‘ahirete’ kalmıştı. Yeter ki, onlar bu fani dünyada kurallara iyi uysunlardı. Başlarındaki otoriteye saygıda kusur etmesinlerdi.

Bu sırada Kapadokyalı tutsak bir kız ‘Azize Nino’ Kartli’ye gelerek Kral Mirian’ın eşi Kraliçe Nana’ya dini vaazlarda bulundu. Bu dini benimseyen Kraliçe Nana ardından kocası Miriana’a da kabul ettirdi. Kıral Mirian bu dini Mtsheta Halkına da tavsiye edip kabul ettirmekte gecikmedi.”

Gürcü Halkı’nın zoraki kutsanması

’Kıral Mirian Eristavların koruyuculuğu altında Kartli Halkı arasına misyoner vaazcılar gönderdi. Bu dini halkına benimsetemeyeceğinden endişe ediyordu. Gerçekten köylüler ve aşağı tabakadan emekçi halk bu yeni dine şiddetle karşı çıktı. Kapadokyalı tutsak kız Nino dağlı Gürcülere vaaz vermeye gitti. Vak’anüvislere göre, ‘öfkeli halk dişlerini gıcırdatarak bu vaazlara tepki gösterdi. Vaazcı kıza da yüz vermeyip sırtlarını döndü.

Bunun üzerine orada görevli bir Eristavi kılıcını kınından çıkararak havada döndürdü. Halka tehditler savurmaya başladı. Halk Kral askerlerinden korktuğu için ayaklar altında çiğnenip ezilen totemlerini korku ve endişe ile seyretmekten başka bir şey yapmadı. ‘Hıristiyanlık Dini Gürcü Halkı arasında işte böyle kılıçla, ateşle yayılmaya başladı. Tüm bunlara karşın daha uzun yıllar Hıristiyanlığın giremediği yerler vardı Gürcüstan’da.

Gürcü Halkı’nın Kartli’de Hıristiyanlık Dininde kutsanması 4. yüzyıl ikinci yarılarında gerçekleşmişti.”

Kartli’nin Hıristiyanlaşmasının önemi

’Hıristiyanlık Dini ülkede feodal ilişkilerin hizmetine girdi. Feodal yönetim sistemi ise köle yönetim sisteminden biraz daha gelişmiş bir sistemdi. Bu yeni din gelecek yıllarda Avrupalı Kültür halklarla Gürcülerin yakınlaşmasını sağlayacaktı. Hıristiyanlığın Gürcüstan’da 4. yüzyıl içinde kabul edilmesiyle Gürcüler’in kültürel gelişmeye epey erken adım attıkları kabul edilebilir. Ne var ki, ülkeye yeni dinin gelmesiyle var olan putperestlik çağı Gürcü anıtları ve eski Gürcü yazını kökünden kazınıp kaldırıldı.”

Gürcü Kilisesi

’Hıristiyanlık organizasyonu ve mabetlerine Yunanca’dan gelme Eklesia (Kilise) adı verildi. Kartli’de kilise kuruluşları resmiyet kazandıktan sonra bu kuruluşlar bağımsız, başına buyruk yönetim birimleri kurdu. Her Eristavlığın kendi bölgesine özgü kilise yönetim organı ve birer Episkoposluğu bulunuyordu. Bunlar merkezi Mtsheta’da bulunan Kartli Baş Episkoposluğa bağlı birimlerdi. Kiliselerin Hutscsi (rahip) adı verilen din adamları vardı. Rahiplik kurumu kısa zamanda hızla büyüdü, genişledi. Eski putperestlik Kurumileri gibi mülk ve servet biriktirmeye başladı. Bağış, satın alma gibi yollarla edinilen geniş araziler kiliseleri başlı başma birer feodal beylik haline getirdi. Kilise mülkleri Baş Episkoposlar ve onların altındaki Episkoposlar tarafından idare ediliyordu.

Gürcü yazın faaliyetleri

Gürcü alfabesinin doğuşu

’Gürcü alfabesinin icadı Gürcü yazın yaşamından çok daha eski tarihlere uzanır. Bu alfabe ile kaleme alınan en eski örnekler 4. Yüzyılda Hıristiyanlık dininin kabul edilmesiyle, bu dine ait edebiyat ve dinsel metinler oluşturuldu. Anlaşıldığına göre. Hıristiyanlık Dini Gürcü alfabesini kabul edip eski Putperestlik dönemi dini ve bilimsel eserleri kökünden yok etti. Alfabeyi de kendi hizmetleri doğrultusunda kullanmaya başladı.

Hutsuri ve Mhedruli yazısı

Gürcüler iki ayrı alfabeye sahiptir. Birincisi eski Hutsuri (Dini, diğeri ise Mhedruli (askeri). İkinci alfabe oluşturulduğunda bu devlet işlerinde ve askeri alanlarda kullanılmaya başladı. İlk alfabe Hutsuri ise kilise (din) işlerinde işlevini sürdürdü. Bu iki Gürcü alfabesi o derece birbirinden farklıdır ki, ayrı ayrı ihtisas gerektirir.

Mhedruli alfabesi aslında Hutsuri’den çıkmıştır. Ancak günümüz harf şekillerine gelene kadar tanınmaz halde değişikliğe uğramıştır. Bu değişikliğin nedeni alfabenin halkın kültür ve ses evrimine ayak uydurma gayretinden gelmiştir. Yaşamın pratik gereksinimleri nasıl ki alfabenin icadını gerektirmişse, yaşamın, kültür evriminin de ses ve şekil bakımlarından alfabede değişiklik getirmesi kaçınılmaz olmuştur. Alfabe Gürcü insanının özel yaşamında olduğu gibi devletin devletlerle ve halkla ilişkilerinde de çok önemli bir yeri bulunuyordu. 0 çağlarda kağıt yerine kullanılan deri çok pahalıydı. Yazmacılık işinde deri tasarrufu pek önemliydi. Mümkün mertebe az yer kaplayacak ve çok şey anlatacak yazılar yazma gereği doğdu. Bunu becerebilecek usta insanlar gerekti. Bu husus da göz önünde tutularak alfabede değişiklikler yapma gereksinimi meydana çıktı.”

Asomtavruli ve Nusha (Hutsuri) yazıları

’Khutsuri yazı biçiminde en eski örnekleri ‘Asomtavruli” yazı tipidir.

’Baş harfi yazı” tipi de denen bu aifabe 1-Hıristiyanlığın doğuşu yıllarına tarihlenmektedir. En eski tarihi taşıyan Gürcü Asotavruli yazı örnekleri 1937 yılında yapılan ‘Bolnisi” kazılarında elde edilmiştir. Bunlar 493 yılına ait resmî devlet evraklarıydı. Asomtavruli yaklaşık 7 - 8. yüzyıllarda ‘NushaHutsuri” biçimini aldı, Nushuri denen yazı biçimi

Asomtavruli’nin kendisidir. Sadece bitişik el yazısıyla yazılan harflerin başlarında ve kuyruklarında bazı süslü kıvrımlar yapılmıştır, o kadar…

Yazışma evraklarında ‘Nushuri” ve ‘Mhedruli”

Nusha Hutsuri daha hızlı ve pratik yazı türüydü. Asomtavruliye nazaran daha az malzeme harcıyordu, az yer tutuyordu. Hızlı yazı yazma gereği ortaya çıkınca köşeli olan Nushuri yazısı harfleri yuvarlak ve bitişik hal aldı. Böylece kağıt üzerinde el hareketleri daha akıcı, ahenkli duruma getirildi. 11.- 12. yüzyıllara ait Mdivan-Mtsignobruli Nushuri yazışma evrakları Krallık resmî yazışmaları arşivlerinde ve bazı özel kişilerin muhafazasında günümüze değin gelebildi. Şota Rustaveli çağının Mdivan Mtsignobruli Nushuri yazı biçimi artık çağımızdaki Mhedruli biçimine iyice yaklaşmıştı. Mhednıli yazı biçimi 14. yüzyılda son şeklini aldı. Bugünkü Mhedruli yazı biçiminde son yıllarda birkaç harf şekil ve fonksiyon değişikliğine uğradı.”

Eski Gürcü Putperestlik İnancı ve Buna Dair Söylenceler

’Hıristiyanlığın Gürcüstan’da resmiyet kazanmasından sonra bu din eski Gürcü Putperestlik dinine karşı savaş açtı. Putperestliğe ait ne varsa yerle bir ediliyor, ortadan kaldırılıyordu. Bu yok ediş nedeniyle Gürcü Halkı atalarının inanç kültürüne ait orijinal belge ve bilgilerden yoksun bırakıldı. Gürcüstan’ın bazı bölgelerinde halkın eski inanç gelenek ısrarla bağlı kalmaya gayret etmesi Hıristiyanları taviz vermek zorunda bıraktı. Hıristiyanlık buna da hileli bir yol buldu. Eski Putperestlik inanç öğelerine Hıristiyanlık elbiseleri giydirilerek halkın önüne sürüldü. Böylece Putperestlik dini tanrılarından bazıları varlıklarını koruyup adlarını yaşatmayı bildiler. Bazıları ise Gürcü Halkının belleğinde anılar arasına gömülüp varlıklarını sürdürdüler.

İnançlar

Eski Gürcü inancına göre doğanın bir biçimi ve ruhu vardır. Doğa, bitki ve hayvanların yaşamı insanlarda olduğu gibi bazı yasalarla çizilmiştir. Doğa güçleri isterlerse insanoğluna iyilik yapar, isterlerse kötülük. Bu nedenle doğa güçlerine karşı saygılı olmak, onlara kurbanlar, adaklar, hediyeler sunmak, dualarda, dileklerde bulunmak, tanrıların gönlünü kazanmak kaçınılmaz iştir.

Tanrıların lideri vardır. Bunun adı 'Gmerti'dir (Megrelce’de 'Goronta', Lazca’da ‘Gormoti”, Svanca’da 'Germet' ve 'Morige' (Koruyan)dır. Evreni yaratan ve ona biçim veren 'Gmerti’dir'. Kendi eserini yasalara, nizamlara bağlamıştır. Gmerti’den küçük tanrılar da vardır. Bunlara 'Gvtisşvilehi' (Tanrının Çocukları) denir. Her Gürcü oymağının değişik tanrıları vardır. Dağların, derelerin, ovaların, bitkilerin, ağaçların, evlerin işlerine bakan birer tanrı vardır. Av hayvanlarını koruyan 'Çoban Tanrı' Oçopintre ya da 'Dali' vardır. (Dali’ye yakılmış şarkılar, ağıtlar bugün de Gürcüler’in dilinden düşmemektedir. (0v delav deli delav vb. gibi) Herhangi bir yerin koruyucu tanrısına 'Adgilis deda' (0 yerin anası) denir.

Bunlardan başka göklerin, bulutların işlerini düzenleyen tanrı vardır. Bunun adı 'Tsa ğrublis tsinamdzğvari' (Göklerin ve bulutların rehberi)dir. Ve daha birçokları...

Bu tanrılar içinde Gürcülerin en çok değer verdiği Tanrı; Gökyüzünü aydınlatan Tanrı ‘Mze, Mtvare da Varsklavebi” (Güneş, Ay ve yıldızlar)dı.

Işık kültüne ait izler günümüz Gürcü hafta günleri isimlerinde yaşamaktadır. Pazar gününe Megrelce’de 'Tutaşkha', Svanca’da 'Mislandeğ' denir. Eski Gürcüce’de ise ‘Mzisa” (Güneş günü) denirdi. Pazar günleri güneş için ayrılmış gündü. Pazartesi günü Megrelce’de 'Tutaşkha', Svanca’da 'Doşdiş', eski Gürcüce’de 'Mtvarisa' (Ay günü) idi. Bu gün de Aya adanmış salı gününün Megrelcesi 'Takhaşkha', Lazcası 'Tikinaçkha', Svancası 'Takhaş'tır. Salı günü savaş tanrısına adanmış gündü. Hatti-Subari dünyasında Savaş tanrısı 'Tarku' ya da 'Tarkhan' diye adlandırılırdı.

Gürcüler Güneşi 'Dişi' (kadın) olarak algılarlardı. Ayı ise 'Erkek' sayarlardı. Bir eski Gürcü halk deyişinde Güneş ay için şöyle söylenir:

Me da var da is dzma aris / (Ben bacısı, o kardeşim)

Rad vsdzuldebit ertmanetsa / (Niçin nefret ederiz birbirimizden)

Bir Megrel şiirinde ise şöyle denmektedir.:
Mze Dedaaçemi (Güneş anamdır benim)
Mtvare Mama çemi (Ay babamdır benim)
Gundi da gundi varskvlavebi / (Grup grup yıldızlar)
Da da dzmaa çenıi (Bacım, kardeşimdir benim)
Gürcüler’de tanrılaştırılmış ışık kültü armasında Güneş en üst mevkii tutardı. Gürcüler yerleşik yaşama geçtikten bu yana tarımcılıkla uğraşıyorlardı. Güneş tarımcılıkla yakın ilişkideydi. Bu nedenle Güneş kültü sistematik bir biçimde inanç kültüne dönüştürüldü. Gürcüler Güneşi bitkilerin, meyvelerin, ekinlerin, canlıların yaşam kaynağı olarak görüyorlardı. Güneşten her zaman yardım ve koruma bekliyorlardı.

Uzak çağların Gürcü sosyal düzeni içinde kadın evin lideriydi. Güneşe yakıştırılan 'Kadınlık' vasfı da bu 'Liderlik' anlamına işarettir. Tanrılar arasında rütbe farkı belirdiği zaman Güneş öteki tüm Tanrıların anası sayılarak ona 'Ana Tanrıça' sıfatı yakıştırıldı.

Gürcüler ikinci yüzyıla gelene değin 'Güneş Tanrı' kültüne saygı göstermeyi sürdürdü. Hevsur ve Pşav kabilelerinin Putperest Rahipleri şöyle dua ederlerdi: 'Şükürler olsun güne ve yukarıdaki Güneş tanrıya. Güneş ananın doğurduğu meleklere.' Burada Güneş doğrudan doğruya 'Tanrı' olarak ifade edilmiştir. Melekleri doğuran Baştanrı oydu. Buradaki 'Gün' sözü yine güneşin başka biçimde anlatım sözcüğüdür. Eski Gürcüce’de 'Dğe' güneşin adıydı. Eski Yunanlı yazarların bize bıraktıkları bilgiler arasında Eski Gürcü tanrılarına Yunanca isimler uydurduklarını görüyoruz. İsa’dan önceki çağlarda, Mesheti bölgesinde Tanrıça 'Levkotea'ya adanmış bir tapınaktan söz edilmektedir. Bu tapınağın ünü Gürcü sınırlarını aşmıştı. Onun güzelliği ve zenginliği çevredeki düşman kavimlerin iştahlarını kabartıyormuş. Bu tapınakta koç kurban kesmek yasakmış. Tanrıça Levkotea ürünler tanrıçasıymış. Anlaşıldığına göre Levkotea tapınağının yerine Hıristiyanlık döneminde bir kilise inşa edilmiş. Bu kilise bugünkü 'Atskur' (Azgur) kilisesidir.

M.S. ikinci yüzyılda Pasidi kentinde bir yerel tanrıçayı gösterir büyük bir heykel vardı. Burada tanrıça bir taht üzerinde oturuyor, elinde 'Kimbali' (Bir çeşit müzik aleti) tutuyordu. Ayakları dibinde iki arslan yatıyordu. Yunanlılara göre bu Tanrıça 'Rea'yı andırıyordu. Rea Anadolu’nun baş tanrıçalarından Kibele’nin kendisiydi. Bu tanrıça 'Büyük Ana, Kraliçe, Tanrıların anası' gibi sıfatlar taşıyordu. Yunan kaynakları kanaatimize göre 'Güneş Tanrıça'dan söz etmektedirler.

Gürcüstan’da Güneş kültünün varlığına antik çağ arkeolojik buluntuları da şahitlik etmektedir. Armazi ve Şorapani yakınlarındaki 'Bori' kazılarında bulunan eşyalar üzerindeki resimlerde kurban yerinde (Sunak) kesilmeyi bekleyen at figürü görülmektedir. Atlar o çağlarda sadece 'Güneş Tanrı' için kurban edilebilirlerdi. Kldeti civarında yapılan kazılardan elde edilen eşyalar arasında kurban edilmiş atlara ait kalıntılar elde edilmiştir.

Değişik ülke insanlarıyla olan ilişkiler nedeniyle Antik çağ Gürcüstanı’nda yabancı dinlere ait işaretlere de rastlanmıştır. Yunan dini etkisi bunlar arasında açıkça görülmektedir. Doğu Gürcüstan’da ise İran dini etkileri görülür. Akamenidler’in Gürcü oymaklarını boyunduruk altına almalarından sonra buraya soktukları ‘Mitra” kültü de kendini göstermektedir. Mitra kültü bir Güneş tanrı kültüdür ve Persiya’ya Anadolu halkları yoluyla girmişti. Persler bu kültü resmî devlet kültü olarak kabul etmişlerdi. Mitra kültünün Gürcü toplulukları arasına girmesi için de müsait ortam hazırdı. Bu, Gürcü güneş tanrı kültünün Mitra kültü ile benzerlik göstermesinden geliyordu. Sasani Hanedanlığı yıllarında Gürcüstan’a 'Mazdeizm' de sokulmaya çalışıldı. Bunda kısmen de olsa başarıya ulaşıldı.

Hıristiyanlık dini Güneş kültü üzerinde bazı değişiklikler yapıp kendi tanrı ve azizleriyle kaynaştırdı. Güneş Tanrıçayı 'Meryem'le ve 'Barbare' ile özdeşleştirdi. Erkek Tanrı 'Ay'ı ise 'Aziz Giorgi' ile özdeşleştirdi. Putperestlik dininin 'Büyük Kraliçesi' Güneş Tanrıçanın gördüğü işlev Meryem’e yüklendi. Bu tanrıça evrenin koruyucusuydu. Gürcüstan’ın 'Meryem ananın hissesine düşen ülke' olarak tanınması herhalde bu benzetmelerden kaynaklanmaktadır."

Dini törenler ve inançla ilgili söylenceler

’Tanrılar” ve ‘Tanrı Adamlar” adına söylenen türlü Gürcü öyküleri inanç olgusuyla ilgili geleneksel öykülerdir. Bu eski inanç törenleriyle ilgili bölük pörçük kalıntılar bazı dağlı ve ücra bölge insanları arasında, günümüze değin korunmuştur. Bunlardan özel dua günleri, ibadet günleri, ilahiler, kasideler ve çeşitli söylenceler sayılabilir. Svaneti’de yirminci yüzyıl ortalarına değin sekiz kısımdan oluşan Putperestlik geleneklerinden ‘Murkvani” ibadet günleri yılın belli günlerinde yapılıyordu. İki gruba yarılmış oyuncular ilahi eşliğinde dans ediyorlar, hep bir ağızdan ‘Adrekila Sağvivida da mogvvida” efsunlu sözler tekrarlıyorlardı. Sonra grubun biri anlamı bilinmeyen ‘Melia, telepia, ioh” sözleri söylüyordu. Sonra da sıra tanrı ilahisine geliyordu. Ardından çeşitli oyunlar ve toplu şarkılarla tören tamamlanıyordu.

Svan ‘Murkvani” ibadet günleri geleneği Hatti Tanrısı ‘Telefinu”ya adanmış ibadet şeklinin kalıntısından başka bir şey değildir. Buna benzer eski geleneksel tapınma ritüellerine (Merasim) Gürcü toplumları arasında sıkça rastlamak mümkündür.

’Amirani” söylencesi de bunun uzantılarından biridir.

Amirani’nin annesi ‘Avcılar Tanrıçası Dali”, babası ise Av tanrısı ‘Sula-Kalmahi”dir. Amirani büyüyüp erginlik çağına geldiğinde ‘Gol yad” gibi bir vücuda sahip olur. Onun gücü 12 çift öküz kadar, hızı dağlardan kopup gelen çığlar kadar, gözleri elek kadar, dizleri kurt dizleri kadar sağlamdır. Yeryüzü Amirani sırtında taşımaktan yorulmuştur. Amirani öfkelendiği zaman yağmura hazırlanan kara bulutlar gibi kararır. Kılıcı da kendine özgü bir silahtır. Kimsenin kaldıramayacağı kadar ağır ve büyük. Amirani kılıcı için şöyle söylemektedir: ‘Benim kılıcım demircide dövülürken, gökler inliyor, toprak gümbürdüyor, demirci dükkanı zangır zangır sallanıyordu. Demirci ustaları korkup birbirine sarılıyorlardı.”

Amirani’nin ‘Kurşa” adında bir köpeği vardır. Kurşa Amirani gibi değişik bir yaratıktır. Kurşa’nın anası bir dişi kartaldır. Kurşa’nın iki yanında kartal kanalları vardır. Bir sıçrayışta yaban keçileri pençesine alabilecek güçtedir. Amirani insanların iyiliği için savaşan bir kahramandır. 0, insanları baskıcı terörün, kötü ruhların, devlerin, ejderhaların şerrinden korumaya çalışır. İnsanlar ‘kansız” ekmek yesin ister.

Halk düşmanı kişilerle, kötü ruhlarla savaşta Amirani büyük kahramanlıklar gösterir. Birgün Amirani güneşi yutup dünyaları karartan bir ejderhayla dövüşür. Ejderha Amirani’yi midesine indirir. Amirani elinde taşıdığı elmas bıçakla ejderhanın midesini keser, karnını yarar, dışarı çıkıp kurtulur.

Amirani bir gün Bulutlar Tanrısına saldırır. Bulutlar tanrısının güzel, güneş görmedik bir kızı vardır. Adı ‘Kamer”dir. Kamer göklere zincirle asılmış bir köşkte yaşamaktadır. Amirani kılıcıyla zincirleri kırar, köşkü yeryüzüne düşürür. Kameri alıp kaçırır.

Sonra Amirani büyük tanrıya savaş açar. Bu savaşta Amirani yenilir. Kafkas dağının doruklarından birine çakılan dev bir kazığa bağlanır. Başına da karlı bir tepe ‘külah” diye örtülür. Amirani iki kez zinciri koparır. Üçüncü kez tanrı daha kalın bir zincirle bağlar. Amirani Kurşa’nın da yardımıyla yıl boyunca zinciri çözmeye, kazığı sökmeye çalışır. Tam kazığı sökeceği zaman gökten bir kanatlı canavar kartal görünür. Gelir kazığın tepesine tüner. Amirani öfkeyle canavar Kuş’a yumruk sallar. Kuş uçar, yumruk kazığın tepesine iner. Kazık daha derinlere gömülür. Bu olay her yıl böyle tekrarlar durur.

Amirani öyküsü Gürcü Halkı arasında o derece etkili olmuştur ki, her yıl Gürcüstan’ın her yerinde ‘İsa’nın göğe yükselişi” gününden önceki perşembe günü Demirciler ‘Amirani’yi Anma Günü” yaparlar. Demirci örsleri üzerine ekmekler, yiyecekler koyar mumlar yakarlar.

Amirani söylencesi pek eski bir söylencedir. İkincisi, üçüncü yüzyıl Yunanlı yazarlara göre; bu öykü Gürcüstan’ın her köşesinde bilinir. Yunanlı yazar Pilastrate’ye göre: ‘Yerel barbarlar (Yunanlılar Yunan olmayan başka halklara bu ismi verir) bir söylenceden söz eder. Bu söylence Kafkas doruklarında zincire vurulmuş insan dostu Promete öyküsünü andırır. Bazılarına göre bu kahraman bir mağarada zincire bağlanmış, bazılarına göre de çatal bir tepede. Çatal tepe bize Elbruz tepesini anımsatıyor. Kafkasya insanları kartalı sevmezler, ona düşmandırlar. Promete öyküsünün gerçekliğine kendilerini öyle inandırmışlardır ki, sürekli kartaldan öç almayı düşünürler. Tanrı Herakle Promete’ye yapılan zulme dayanamaz. Okla kartalı öldürür.”

sürecek..

Bu İçerik 4141 Kez Görüntülendi

Yorumlar

Tetri Şavşeteli

Gürcü Dilinin Gelişimi

Tetri Şavşeteli - 21 Haziran 2006
GÜRCÜ DİLİNİN GELİŞİMİ İsmail YERGUZ Kartveli ulusunun ortak dili Gürcüce, Gürcü kültürünü biçimlendirmiş bir araçtır. Ulusun gelişmesinin ve halkın yaratıcı etkinliğinin temel etkeni olmuş, ulusal bilinci güçlendirmiştir. Bu dil, çok eski dönemlerden beri halkının tarihini aşama aşama yansıtır, halkın kültür tarihini, izlediği çizgiyi, gözler önüne serer. Gürcüce, Kartveli halkının başlıca kollarını oluşturan bir unsurdur: “Kartveluri” dili kavramı, edebi Gürcü dili ile Megrel-Laz ve Svan dillerini kapsar , Kartveli ulusu bu üç grup halkın birleşmesinden oluşur. Antik dönemde gerçekleşen bu birlik, özellikle ortaçağda bu gruplar tek ve aynı devletin otoritesi altında birleştiğinde pekişmiş, daha sonra Gürcüce ulusal edebi dil olarak kabul edilmiş ve ulusal tarihin güçlenmesinin temel direği haline gelmiştir. Özgün ve çeviri olarak en zengin edebiyatlardan birini doğuran Gürcüce kilise metinleri, felsefi, dinsel, dindışı, tarihsel metinleri, eğitim ve öğretimle ilgili metinler olmak üzere çok çeşitli alanlara tercümanlık etmiştir. Bugün özgün Grek dilinde bile bulunmayan bazı Bizans metinleri Gürcüce aracılığıyla yok olmaktan kurtulmuştur. Gene Gürcüce aracılığıyla eski İran, Arap ve Süryani metinleri bulunmuştur. Gürcü çok özgün özellikleri olan bir dildir. Dilbilgisel yapısı dilbilimcilerin büyük ilgisini çekmiştir. Gürcü dili yaygın dil ailelerinden hiçbirine ait değildir. Ne Hint-Avrupa ve Sami diller ne de Türk - Moğol dil öbekleri içinde yer alır. Gürcü dili İber-Kafkas dil ailesi içinde gösterilmektedir ve Gürcüce bu grup içinde Megrel-Laz ve Svan diliyle birlikte “ Kartveli dilleri” denen kolu oluşturur. Gürcüce ses, biçim ve sözdizimi açısından çok önemli özgünlükler gösterir. Gürcü dilinin yapısı ve tarihi yalnızca Gürcü bilim adamlarının değil, Rus ve Avrupalı bilim adamlarının da ilgi alanı olmuştur. Avrupalı bilim adamları 17. Ve 18. yüzyıllarda Gürcücecin kökenleri sorununa özel bir ilgi gösterdiler. Gürcüce dünya dilleri genel şeması içinde belirli bir yere yerleştirilmişti ve Kolhis (Kolha) dilinin eski Gürcü dili olduğu kabul ediliyordu. Eski Yunanistan’da ve eski Roma’da Kolhis dilinin kökenlerini bulma çalışmaları yapıldığı bilinir. Herodotos Kolhis ile Mısır arasında bir yakınlık kurar. Antik dönem dilcileri de Gürcü dili ve eski İber dili arasında yakınlık kurmuşlardır. 18. yüzyılda büyük alman filozofu Leibniz Gürcüce ve Avrupa dilleri arasında yakınlık kurmuştur. Daha sonra bu varsayım dilbilimin kurucusu alma bilim adamı Frantz Bopp ve ünlü Fransız dilci ve tarihçisi Marie Brosset tarafından da paylaşılmıştır. Max Müller de Gürcüceyi Ural-Altay dillerine yakın gösterir. Viyana üniversitesi profesörlerinden Friedrich Müller Kafkas dillerinin ve Batı Avrupa Bask dilinin bu bölgelerde çok yaygın olan bir dil gurubunun kalıntıları olduğunu söyler. Ünlü alman tarihçi Mayer’e göre Kafkasya’da etnik kökenleri pek fazla aydınlatılamamış birçok halk yaşamıştır. Bunlar içinde en tanınmışları Kura havzasını işgal etmiş olan İberlerdir (Eski Gürcüler). Çok sayıda bilim adamına göre Gürcüce kökenleri açısından eski Asya ve Mezopotamya uygarlıklarının dillerine yakın bir dildir. Kartveli dillerinin ve öteki İber-Kafkas dillerinin incelenmesi bu dillerle Urartu, Hurri, Hitit, Elam, ve Sümer dilleri arasındaki köken yakınlığı ortaya çıkarabilir. Gene Gürcü dili ve Kafkas dilleri arasında azımsanmayacak yakınlıklar bulan bilim adamları da vardır. Bir grup dilbilimci ise Kartveli dilleri ile Hint-Avrupa dilleri arasında tipolojik benzerlikler bulmuşlardır. Avrupa’da Gürcü gramer ve leksikolojisini irdeleyen çok sayıda bilim adamı görülmüştür. Daha 1600’larda Roma’da Gürcüce-İtalyanca bir sözcük hazırlanmıştır. Gene Roma’da aynı yıllarda Latince bir Gürcü Grameri yayımlanmış, 1800’lü yıllarda Paris’te Gürcü Dilinin Grameri adlı bir yapıt çıkmıştır. 19. yüzyıl sonunda ise ünlü dilbilimci H. Schuchardt Gürcüce üstüne çok önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Berlin’de 1928’de ve 1937’de bir Gürcüce-Almanca, bir de Almanca-Gürcüce sözlük yayımlandı. 1930’da ise Leipzig’de Deeters’in temel yapıtı “Kartveli Dillerde Fiil “ çıktı. Fransız dilci René Lafon da Gürcü dili, özellikle Gürcüce ve Bask dili arasındaki fonetik ilişkiler sorunları üstüne önemli çalışmalar yapmıştır. Eski Çekoslovakya’da da Gürcü diliyle ilgili çalışmalara tanık olunmuştur. 1936’da Norveçli bilim adamı H. Vogt Fransızca olarak Gürcü Dilinin Grameri’ni yayımladı. Aynı yıl Paris’te Marr ve Brière’in önemli yapıtı “Gürcü Dili” çıktı. 1959’da K. Çenkeli’nin iki ciltlik Almanca Gürcü Grameri yayımlandı. 1960’dan sonra da Çenkeli ve öğrencileri bir Gürcüce-Almanca sözlük hazırladılar. Kartveloloji çalışmaları günümüzde Gürcüstan’da ve çeşitli ülkelerde sürmektedir. Gürcü edebi dilinin ise 1500 yıllık bir geçmişi vardır. Gürcü dilinin tarihi 5. yüzyıla kadar gider. 5. Ve 6. yüzyıllara ait anıtlardaki dil çok gelişmiş bir dildir. Mükemmel bir sistem ve karmaşık bir sözdizimi, sağlam bir edebi dil egemendir bu anıt yazılarında. Yunan-Roma antikitesi yazılarına ve son zamanlarda arkeolojik kayıtlardan elde edilen verilere dayanarak çok eski dönemlerin bu Kartveli boylarının ve kabilelerinin kültür düzeylerinin çok yüksek olduğu ve yazıyı bildikleri anlaşılmaktadır. Günümüze kadar gelen yazılı belgeler Gürcü alfabesinin tarihini 5. yüzyıl başlarına kadar götürmektedir. Bu Gürcü yazısı bütünüyle özgü bir sistemdir. Gürcü halkının manevi zenginliğinin tanıklıkları olan çok eski belgeler yalnız Gürcüstan’da korunmuş değildir. Suriye, Filistin( Kudüs), Sina Dağı, Yunanistan’da Athos (Aynaroz) Dağı gibi eski Gürcü kültür merkezlerinde sayısız eski belge bulunmuştur. Günümüzde ise Fransa, Polonya, İngiltere, Avusturya, İtalya, Almanya ve ABD’de büyük ölçüde korunmuştur bu belgeler. Gürcüstün’da Hıristiyan edebiyatının gelişiminin ilk örneklerinde edebi dilleriyle dikkat çeken yapıtlar ortaya çıkmıştır. Gene bu ilk dönemlerde bu özgün yapıtların yanında özellikle dinsel içerikli önemli bir çeviri edebiyatının da geliştiği görülür. Bu çeviri edebiyat dünya Hıristiyanlık edebiyatı açısından büyük bir önem taşır. Çünkü söz konusu çeviriler yalnızca Yunancadan değil öbür dillerden de yapılmaktaydı. Gürcü dilinin temeli özellikle İran edebiyatından yapılan çevirilerde, sözgelimi “Şehname”, “Kelile ve Dimne”, “Leyla ve Mecnun” gibi yapıtlarda ortaya çıkmıştır. Gürcüstan’da 5. yüzyıldan başlayarak özgün ve zengin bir edebiyat görülmeye başlar ve Gürcü edebi dili yüzyıllar boyunca yetkinleşerek ve eşsiz yapıtlar yaratarak gelişir, doruğuna da dahi şair Şota Rustaveli’nin “Kaplan Postlu Şövalye” adlı yapıtıyla ulaşır. Gürcücede, aldığı yabancı sözcüklerle meydan gelen fonetik değişmeler yalnızca Gürcü dilinin fonetik sisteminin incelenmesi açısından değil, öteki diller için de önem taşır, çünkü Gürcücede başka dillerden alınmış eski biçimler korunmuştur. Özellikle Hıristiyanlığın Gürcüstan’da yayılmasından sonra çok sayıda Yunanca sözcük girmiştir Gürcüceye. Gürcüce Sami dillerden de çok sözcük almıştır ve bu durum Gürcülerin Arap dünyasıyla çok eski dönemlerden beri ilişkide olduğunu gösterir. Sina Dağında Gürcüler için hazırlanmış bir Arap alfabesi bulunmuştur. Sina Dağı Gürcü elyazmalarında Gürcülerin Arapça notlarına rastlanır ve bu durum o dönemin yazıcılarının her iki dili de çok iyi bildiklerini ve o dönemde Gürcülerde Arapça öğrenme geleneğinin yerleşmiş olduğunu gösterir. Gürcücedeki Arap unsurların incelenmesi Arap dilinin tarihsel fonetiği için çok zengin bir kaynak oluşturur. Türk dünyasıyla ilişkiler de derin bir izler bırakmıştır Gürcü dilinde. Ortaçağa gelindiğinde bilimsel ve felsefi Gürcü dili gelişip serpilmeye başlar. Bu bilimsel dilin gelişmesi Gürcü dilinin büyük yapıtı “Kartlis Tshovreba“nın (Gürcü Kronikleri) çok büyük bir işlevi olmuştur. Söz konusu tarihsel yapıtın siyasal- tarihsel bir terminolojinin oluşmasında belirleyici bir rolü vardır. Marr’a göre Gürcüler 10. Ve 11. yüzyıllarda Doğu ve Batı Hıristiyan dünyasının ilerici düşünce adamlarının ilgi duydukları aynı felsefi sorunlarla ilgileniyorlardı ve hatta yeni felsefi eğilimlerde onları ve özellikle de Avrupalıları aşmışlardı. O dönemin Gürcü filozofları Bizans felsefe hareketiyle çok yakın ilişki kurmuşlardı. Belki de Gürcü felsefi dilinin kurucusu kabul edilebilecek 12. yüzyıl Gürcü filozofu İoane Petritsi ortaçağ felsefi düşüncesinin çok önemli bir ismidir. Yunan felsefesinin çok sayıda önemli yapıtını yorum ve açıklamalarla Gürcüceye çevirmiş ve Gürcüce felsefi terminolojiyi oluşturmuştur. Petritsi ayrıca Yunan modelinden esinlenerek çok sayıda soyut kavram yaratmış, önemli yunanca felsefi terimlerin Gürcüce karşılıklarını bulmuş ve Gürcü dilini çok sayıda Yunan felsefi terimiyle zenginleştirmiştir. Yunan kaynaklarına göre Kolhis’de (Kolha), bugünkü Poti çevresinde bir retorik eğitim merkezi bulunuyordu. Bu merkezde aynı zamanda felsefe dersleri de veriliyordu ve Yunanlı öğrenciler de devam ediyordu buraya. Yani bu Kolhis Akademisi’nde iki dilde, Yunanca ve Gürcüce eğitim yapılıyordu. Kısaca söylemek gerekirse eski Gürcü dilinin ve özellikle de 10. ve 12. yüzyıllar Gürcücesinin dönemin kültürel ihtiyaçlarına tam anlamıyla karşılık verdiğini söylemek mümkündür. Daha sonraki yüzyıllarda bilimsel terminoloji hissedilir ölçüde gelişmiştir. Gürcü dilinin terminolojik sözlüğünün zenginleşmesinde en büyük pay hiç kuşkusuz ünlü Gürcü sözlükçüsü Sulhan-Saba Orbeliani’ye aittir. Hazırlamış olduğu Gürcü Dilinin Açıklamalı Sözlüğü (17.-18. yüzyıl) çeşitli kavramlarla ilgili ayrıntıları, bilimsel açıklamalarıyla bugün bile temel bir kaynak niteliğindedir. Bu sözlükte daha önceki yüzyıllarda geliştirilmiş dilbilgisi, felsefe, retorik, aritmetik, coğrafya, astronomi ve müzik terimlerinin çoğu yer almıştır. Bu sözlükten sonra iki, üç, çok dilli sözlükler hazırlanmıştır. Bunlar arasında İoane Bagrationi’nin 1814’te yayımlanan ve üç bin sözcük içeren Rusça-Latinc-Gürcüce doğa bilimleri sözlüğü önemli bir yer tutar ve bu yapıt uzmanlara yönelik ilk deneme kabul edilir. Bagrationi bu sözlükte özel bir terminoloji dışında Gürcüce terimlerin etimolojisiyle, ansiklopedik nitelikli açıklamalar vermiştir. 1807’de hazırlamış olduğu 4000 sözcük içeren Rusça-Gürcüce sözlük ise felsefe, psikoloji, mantık, gramer, tarih, sanayi, tarım, din, askerlik, tıp, botanik, zooloji vb alanda çok zengin bir terminolojik kaynaktır. Bagrationi bu çalışmasında yalnızca doğa bilimleri konusunda beş bin sözcük vermiştir. Gürcüce 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa dillerinden çok sayıda terim aktarmıştır ve bilimsel, teknik ya da sanatsal kavramları açıklayan bu terimlerin büyük bölümünü tüm çağdaş kültür dilleri de almıştır. Bu sözcüklerin büyük bölümü Gürcü diline Rusça yoluyla girmiştir. Gürcüce teknik terminoloji 1920’lerden sonra büyük bir atılım yapmıştır. 1920’de hazırlanan “Rusça-Gürcüce Teknik Sözlük” dönemin tüm Gürcüce teknik terminolojisini kapsar. Son yıllarda Gürcü dilinde görülen yüzlerce yeni sözcük ve kavram ülkenin sanayi, tarım, ulaşım, edebiyat ve sanat alanında yeni bir gelişme yoluna girdiğini göstermektedir. Toplumsal düzendeki değişmelere paralel olarak yeni sözcükler üretilmektedir. Gürcüce öteki dillerden aldığı sözcüklerle hiç kuşkusuz zenginleşmiş, güçlenmiş ve esneklik kazanmıştır. Bugün Tbilisi Üniversitesi filoloji kürsüsünde eski ve yeni Gürcüce, Kafkas dilleri, genel dilbilim, yapısal dilbilim, Rusça, Almanca, İngilizce, Fransızca, Sami diller, Türkçe, Arapça vb okutulmaktadır. Bugün artık çok sayıda Gürcüce, Rusça, Rusça-Gürcüce, Gürcüce-Almanca, Almanca-Gürcüce, Gürcüce-Fransızca, Fransızca-Gürcüce, Gürcüce-İngilizce, İngilizce-Gürcüce sözlük vardır. mamuli Nisan 1997, Sayı: 2
Tetri Şavşeteli

Amaç üzüm yemek olmayıca!...

Tetri Şavşeteli - 20 Haziran 2006
afedersiniz ama saçmalamanında bir sınırı olmalı. Bu kadar desteksiz ve Gürcüler aleyhine atıp tutmanın kötü niyet taşıdığına inanıyorum. Yalnız akordeon konusundaki saçmalaması, bariz bir örnek. diğerlerine cevap verme gereği bile duymuyorum. Birazcık araştırıp sözlüğe baksa akordeon konusunda geniş bilgiler var internette ya. amaç üzüm yemek olmayınca böyle oluyor. Neyse... “Ingilizcesi akordion Concerta, Almancasi Akordion,Fransizcasi Accordeon, Italyancasi organino olarak bilinir. Org gibi hava tuslu sazlardandir. Omuzlara asilarak çalinir. 1822 yilinda Berlin’de Busahmann ‘in handadin ve ya armanikasini elle icra edilecek sekile getirilmesi ile ilk sekli olustu. 1827’de Fransiz Buffet gelistirerek bugünkü sekline getirdi. 1872’de Avusturya’da ‘’Akordiyon’’ adiyla tanindi.. Ilk akordionlar diatonik ses sistemine göre yapilmisti, daha sonra 20. yy’da kromatik ses sistemine dönüstü. Ayni zamanda körüklü saz olan Akordeon körügünün açilip kapanmasi ile olusan hava basincinin pirinçten ( sari maddeden ) yapilmis dillere çarpmasi ile , dilleri titrestirip seslerin çikmasi saglanir. Iki kayisla omuzlara asilir. Sag el tuslara basmak suretiyle ezgiyi çalarken , sol el hem körügü hem de bas seslerin dügmelerini yöneterek sag ele tartim esligi yapar. Bas dügmelerinden ses akor halinde çikar. Çesitli ebatlarda yapilir. Ayrica ses tonunu degistiren dügmeleri de vardir. 48 ila 132 bas dügmesi bulunur. kendine has güzel ve tatli bir sesi, vardir. Ayrıca Gürcülerde -garmon- şeklinde telaffuz edilir. Gürcülerin 17.yy itibariyle ulusal çalgılarındandır.” Akordeonu, gelişmiş kuzey toplumlarının tamamı çalmaktadır. Gelişmiş bir müzik aletidir ve çok sesli olması itibariyle çok sesli Gürcü müziğinde iyi bir yer edinmiştir. İyi çalan bir müzisyenin elinde tek başına bir orkestra gibidir. Saygılarımla,..
Tetri Şavşeteli

Bilmeden yorum yapmazsanız olmaz mı?

Tetri Şavşeteli - 10 Mayıs 2006
Yazı, çalışma çok güzel. yazanın ellerine sağlık. Ancak yorumsuz verilse çok daha iyi olmaz mı? Çünkü bu sözcükleri ve sesleri, anlamlarını yorumlayabilmeniz için çoruh havzasında en azından Gürcüce bilmeniz gerekmez mi? Lazca ve Hemşinceden bahsetmiyorum bile. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi” olan, “sağır duymaz uydurur” şeklinde yorumlar eklemek güzelim çalışmanın anlam ve önemine gölge düşürmektedir. Saygılarımla...
Tetri Şavşeteli

Gürcülerde Soyadları

Tetri Şavşeteli - 28 Nisan 2006
Gürcü Soyadlarının yalnızca -dze veya -şvili son ekiyle bittiğine dair eksik bilginizle Şota Rustaveli’nin Gürcü olmadığını iddianız ne kadar taraflı ve ne kadar şöven bir yaklaşım taşıdığınızı ispatlamaktadır. Yalnızca bu ifadeniz bile diğer tüm yazılarınızın ne kadar bilimsel(!) olduğunu ispatlamaya yeterlidir sanıyorum. Gürcü soyadlarına -dze ve şvili dışında bazı örnekler: - Tetrienti, Molienti, Otaranti, İoseliani, Adamia, Livaneli, Rustaveli (Rustavi ilinden anlamına gelir) , Şavşeteli, Pşavela, Tsereteli...vb... “Sağır duymaz uydurur” okuyunuz lütfen... Saygılarımla,..

Tarih Üye Listesi