Şavşat Duvar Gazetesi Yaşam

Altmışsekiz

Ertuğrul Törün

Günlük yaşam içinde arada bir duyarım. Altmış sekizler kuşağı. Bazen de konuşmalarda rastlarım. O kuşaktan olan ‘Efendim biz altmış sekizliler kuşağı”diye söze başlar. O dönemlerde yaşım biraz küçük olduğu için hala tam anlamadım bu kuşağı.

İnternet’te bir bilgi ararken birkaç kelimeye rastladım. Bir de mart ayının son günleri olunca o tarihle ilgili bir anımı hatırladım. Yazılan bir şiirde kuşak çok güzel anlatılmaya çalışılmış. Tamamını değil ama birkaç mısra alayım dedim.

Doruklarında ulaşılmaz ateş olduk dağların,
Çobanlarla kaval çaldık.
İnançlarımızla yan yana silahlarımızı çattık,
Ama kimselere bir tek kurşun sıkmadık.
Bir savaş olduk hiç bitmedik,
Öldürdüler ama ölmedik.
Gün doğdu hep uyandık
Bağımsızlık uğruna,
Alkanlara boyandık.
Anlattık anlatmasına ama
Anlayan bulamadık.

O günlerde ben ilkokul çağındayım henüz. Yaşamı tam manada düşünemiyordum. Sadece duyduklarımızı, gördüklerimizi anlamaya çalışıyordum uzakta çocuk yaşımla. Şimdi daha iyi anlayabiliyorum o günleri. Dimdik duruşlarıyla idama gidenler ne adam öldürmüşlerdi, ne de hırsızlık yapmışlardı. İstekleri sadece ama sadece kendi toplumlarının da uygar ülkelerde olduğu gibi aynı demokratik haklara sahip ve aynı düzeyde insanca yaşama olanaklarının sağlanması mücadelesiydi.

Dalıp gitmişken hatırladığım bu anımdan birkaç cümleyle bahsedeyim. Altmış sekiz yılının mart ayı son günleri. Kar kalksa da yüksek yerlerde hala bembeyaz örtü. İlkokulu bitirmek üzereyim. Ne var ki Nüfus hüviyet yani kimlik çıkartılmamış. Köyümüz kaza’ya normal insan yürüyüşü ile yayan on bir saat. Yol yok. Yol olmayınca motorlu araçta yok. Büyüklerimiz de ilgi göstermediği için benimle yaşıt beş arkadaş sabah gün ağarmadan çıktık yola. Verilen harçlık o gün geri dönmek şartıyla yetecek kadardı. Olumsuzluklar hiç hesap edilmemişti. Yol güzergahımız patika yollar ve genelde killi topraklardan oluştuğu için yürürken ayaklarımız yere yapışıyor, biriken çamur ağırlıkları gencecik bedenlerimizi oldukça yoruyordu. Bu mücadele ile öğlen saatlerinde kaza’ya varabildik. Belden aşağı çamur içerisinde Nüfus Müdürlüğüne gidip kimlik almak istediğimizi söyledik. Sert bir yapıya sahip gülümsemeyen yüzüyle Müdür Mikail DURMUŞ bize ‘Bu gün olmaz. Gidin temizlenin yarın gelin.” deyip dışarı attırdı. Kalacak yerimizin ve paramızın olmadığı hiç önemli değildi O’nun lçln. Sokakta kaldırıma oturmuş, öfkeyle hüngür hüngür ağlıyordum. İlgisini çeken yaşlı ve göbekli bir amca yaklaşıp ‘hangi köylüsünüz?” diye sordu. Akdamla dedim. Büyüğünüz yok mu başınızda? Hayır dedim. Ne için geldiniz kaza’ya? Nüfus cüzdanı almak için ama müdür yarın gelin deyip kovdu bizi. Yaşlı amca ‘Siz Kaymakam Bey’e gidin söyleyin. O yardımcı olur size.” dedi.

Yerini tarif etti. Bir ağaç parçasıyla kurşun lastiklerime biriken çamurları temizledim. Hükümet Konağına gidip Kaymakam Bey’in kapısına vardık. Odacı içeri almak istemediyse de uzaktan geldik ısrarıyla ‘Sadece bir kişi girin” dedi. Arkadaşlarım sen gir dediler. Kapıyı çalıp girdim. Yaşlıca ama iyi bir insana benziyordu. Beni ve çamurlarımı şöyle bir süzdü. Memleketimin yaşam şartlarını bildiği belliydi. ”Ne istiyorsun evladım?” diye sordu. Bende ağlamaklı ve öfkeyle uzak köyden geldiğimizi, aynı gün geri dönmek zorunda olduğumuzu fakat müdürün kovduğunu anlattım. Hemen telefon etti. Müdüre kızdı. Nüfus dairesinden koşarak bir memur gelip bizi aldı. Biz oturup dinlenirken kısa sürede kimliklerimiz çıktı. Alırken nüfus müdürü ‘Niye şikayet ettiniz?” diye kulaklarımızı çekmeyi de ihmal etmedi. O gün bu gün şu bürokrasiye isyanım hala dinmedi.

Son mısrayı düşünüyorum da; O kuşaktan bu gün siyasette olanların hali, ve o ruhu anlamaktan uzak bir toplum. Uyandırmak zor olacak.

Ertuğrul TORUN
29.03.2007

Bu İçerik 1127 Kez Görüntülendi

Yaşam Üye Listesi