Şavşat Duvar Gazetesi Yaşam

Demokarasi Nedir? Bizde Var Mıdır?

Ertuğrul Törün

Demokrasi, toplumsal taleplerin özgür bir ortamda siyasete yansıması ve yönetimin karar mekanizmasını etkilemesini ifade eder.

Demokrasi kelimesinin kökü Yunancadır. Demos( halk, millet) ve krotos (yönetim) kelimelerinin birleşimi olan demokratia’ dan türemiştir. M.Ö. 5 yüzyılda Atina’nın antik Yunan şehirleri arasından demokrasiyi toplumsal yaşamda benimsemiş ilk toplum olduğu görülür. Vatandaşlar arasında eşitlik, özgürlük ve adalete dayalı olmasına rağmen, bu modelde hak sahibi olmak sadece yurttaş, yetişkin ve Atina kökenli olan erkeklere mahsustu. Aristo, Plato(Eflatun) ve Thucydides gibi düşünürlerce sert bir şekilde eleştirilmiştir.

11. Yüzyılın sonlarına doğru ticaret ve üretimle uğraşan güçlü kent merkezlerinin çoğalması ile Rönesans dönemine de denk gelen ‘Cumhuriyetçilik” anlayışı, toplumun özgürlüğünün kendisinden başka hiçbir otoriteye hesap verme zorunluluğunda olmayışı esası benimsenmişti. O günün koşullarında bunu yaşatmanın zorluğuna rağmen, yeni koşullarda toplumun refahını ancak seçilmiş hükümetler ve katılımcı demokrasi ile elde edilebileceğini savunan Niceola Machiavelli, modern devletlerin ilk teorisyeni olarak ta kabul edilir. 17. ve 18. Yüzyıllardaki Rönesans’la birlikte İtalya’da başlayan kendi kendini yönetme anlayışı İngiltere, Amerika ve Fransa’da da etkili olmuştur.

Krallar ve toprak sahipleri arasındaki otorite çekişmeleri, yüklü vergiler karşısında ayaklanan köylüler, ticaret ve pazar ilişkilerinin genişlemesi, teknoloji ve askeri teknolojideki gelişmeler, milli monarşilerin köklenmesi, Rönesans kültürünün artan etkisi, dini çatışmalar, kilise ve devlet arasındaki mücadele Liberal demokrasinin doğmasına neden olmuştur. Liberal düşüncenin ünlülerinden Thomas Hobbes, insanların doğuştan kendi kendini yönetebilmek için doğal haklarının olduğunu savunarak zulme karşı mücadelede hükümdar ile kul arasındaki ilişkiyi karşılıklı mesuliyete dayalı daha eşit bir boyuta taşımıştır.

Sosyalist demokrasi savunucularından Karl Marx, endüstriyel kapitalist bir düzende ekonominin özgür olamayacağı gibi devletin de tarafsız olamayacağını, liberal demokrasinin kapitalist düzenin yarattığı sınıfları korumak amaçlı olduğunu, toplumda sosyal, ekonomik ve siyasi eşitsizlikler varken devletin adil olamayacağını der. Toplumda eşitsizliklerin ortadan kaldırılması gerektiğini vurgulamasına rağmen 20. Yüzyılda komünizmin benimsendiği ülkelerde bu ideale karşın komünist partiler etrafında otoriter rejimler kurulmuş demokrasi anlayışından daha da uzaklaşmıştır.

1. Dünya Savaşı ve Osmanlıların dağılması ile elinden çıkan Müslüman topraklar ve ülkeler batının sömürgesi olmuştur. 1930’larda çıkan ekonomik kriz ve faşizmin ortaya çıkışı demokrasi gelişimine darbe vurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu döneminde katı bir devlet, bireyin devlet karşısındaki güçsüzlüğü, devletin topluma rağmen tolum çıkarlarını kendisinin belirlemesi, toplumun çıkarlarının devletin korumasıyla özdeşleştirilmesi ile toplumsal taleplerin dinamiğinden gittikçe uzaklaşmıştır. 1923- 1945 yılları arasındaki modern kurum, kavram ve kurallar çerçevesine taşınmasına rağmen hükmünü sürdürmüştür.

Tarihsel devlet geleneğinin köklü olduğu ülkemizde, 1960’lardan sonra askeri müdahaleler topum üzerindeki etkisini doğrudan siyasete taşımış bireyin devlet karşısındaki ezikliğini ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla demokrasi anlayışının eksikliği de yaşanmaktadır. Bu bağlamda Laiklik anlayışı da devletin dinlere karşı tarafsız veya ilgisiz kalması gerekirken müdahale etmesi şeklinde algılanıp oluşması bir kısım sorunlara yol açmış, demokratik hak ve özgürlükler ortamında tartışmalara neden olmuştur.

Tarihin belli dönemlerinde uğrunda kanlar dökülüp canlar verilmiş ve çabalar harcanarak ortaya çıkarılan demokrasi, günümüz toplumlarının talebini karşılayacak düzeye erişememiştir. Özellikle Demokratik ve Laik Cumhuriyet idaresi olamasın rağmen ülkemizde gerçek demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Askeri müdahalelerin de etkisiyle katı devlet geleneğinin daha da güçlendiği, kurumlarının dokunulmaz zırha bürünerek vatandaş karşısında güçlü bir yapıya bürünmüştür. Bu yapıyı değiştiremeyen siyasiler de kendi vaatlerini unutup bu yapı içerisinde kendilerini sağlama alma yolunu tercih ederek siyasi diktatörlüğe dönüşmektedirler. Siyasi partilerin kongrelerine bakıldığında hangi parti olursa olsun, parti lideri kendisinden başka parti içinden aday çıkmasına tahammül edemediği gibi aday olmak isteyenler hiç de demokratik olmayan yöntemlerle engellenmekte ve partiden atılmaktadırlar. Milletvekili adayları ise bir dönem sonra çok azı elenmek suretiyle adaylıklar aynı kişilerce parsellenmiş, adeta tapulanmıştır. Vatansever birçok yetenekli insanlar siyasi oluşumlarda yer alamamaktadırlar. Bir parti lideri kendisine rakip olan adayı silah tehdidi ile adaylıktan attırmıştır. Laikliğin savunuculuğunu ve demokrasi bekçiliğini kimseye bırakmak istemeyen bir parti lideri kendisine rakip olan kişi hakkında parti itibarını hiçe sayarak ne olduğu bilinmeyen rüşvet dosyaları ile kamuoyuna yansıtıp yıpratama yöntemiyle diskalifiye etmiştir. Bir parti lider de, bürokrasiden gelme oluşu ve geleneksel devletçi oluşundan rakip çıkmasına bile müsaade etmemiştir. Siyasi üstünlüğü elinde bulunduran bir parti lideri ise parti içi muhalefete ve eleştiriye tahammül edememektedir ve bu nedenle bütün parti teşkilatlarında eleştiri yapılmasını adeta yasaklamıştır.

Görülüyor ki partilerde olmayan bir demokrasiyle ülke yönetimi nezdinde vatandaşın yönetime katılması nasıl oluşturulacaktır? Ya da ne derece sağlıklı olacaktır?

Aynı yöntem ve sıkıntılar üniversite yönetimlerinin seçimlerinde de görülmektedir. Tehditle öğretim üyelerinin sindirilmesi, para dağıtılması gibi yöntemlerin uygulandığı zaman zaman kamuoyuna yansıdığına şahit olmaktayız. Aynı yöntemler ne yazık ki sivil toplum odaları ve ticari kuruluşların bağlı olduğu odaların seçimlerinde de zaman zaman görülmektedir. Hukuk sisteminde dahi bazan çifte standart kararların çıktığı görülmektedir. Resmi kurum atamalarında da uzmanlık, bilgi yetenek ve kimin hak ettiği konusunda adil davranıldığı da söylenemez.

Paylaşımcılığı, katılımcılığı ve birlikte yaşamayı içimize sindiremediğimiz ve bu olgunluğa erişemediğimiz bir toplum yapısında demokrasinin olduğundan söz etmek mümkün değildir. Şekilcilikle kendimizi kandırmaktan öte bir şey olamaz.

Ertuğrul TORUN
01.01.2007

Bu İçerik 461 Kez Görüntülendi

Yaşam Üye Listesi