Şavşat Duvar Gazetesi Yaşam

İnsan Neden Evlenir?

Turgay Kurtuluş

İnsan neden evlenir? İnsan mezuniyet ya da ehliyet sınavını nasıl veriyorsa aynen öyle evleniyor: her ne pahasına olursa olsun normal, normal, NORMAL olmak için hep aynı kalıbın içine dökülmek istiyoruz. Herkesten yukarıda olamayınca, altta kalmak korkusuyla herkes gibi olmak istiyoruz.

Evlilik, içinde can verdiğimiz dev bir düzenek, cehennemi bir sahtekarlık, organize bir yalan, oynanması beklenen (ve hatta gereken) belirli roller üzerine oturtulmuş bir kurum.

Gerçek bir aşkı mahvetmenin en iyi yolu bu..Sizi böylesine sevdiğiniz ve peşinden koştuğunuz bir şeyden (aşktan) tiksindirmeyi amaçlayan bu kurumu yaratabildiğine göre; aşkın gücü, o inanılmaz kudreti (hani derler ya, aşk anarşisttir.. aşk, asla boyun eğmemektir..) toplumu dehşete düşürmüş olmalı.

Hayat böyledir işte: Kendinizi azıcık mutlu hissettiğinizde, sizi hizaya sokmayı görev bilir.

Peki herkes neden yalnızlıktan kaçıyor? Çünkü yalnızlık insanı düşünceleriyle başbaşa bırakır, sizi düşünmeye zorlar. Kimse yalnız kalmak istemiyor, çünkü yalnızlık insana düşünmek için ÇOK FAZLA zaman bırakıyor. İnsan ne kadar düşünürse kafası o kadar fazla çalışıyor, dolayısıyla da o kadar mutsuz oluyor.

Ama bu bilgileri henüz evli olanlardan ve daha evlenmemiş olanlardan saklamak gerek. Tıpkı çocukları pornografiden sakınmak gerektiği gibi. Uyurgezerleri uyandırmak çok tehlikelidir, bilmez misiniz?

Gene de kendinizi kötü hissederseniz, şu üç cümleyi sık sık tekrar edin:
1- Mutluluk diye bir şey yoktur
2- Aşk imkansızdır
3- Hiç bir şey vahim değildir.

Frederic Beigbeder'nin 'Aşkın Ömrü Üç Yıldır' adlı kitabını bitirdim geçenlerde. Oradan aldım yukarıdakileri.

Evlilik kurumu, feodal toplum düzeninin gerektirdiği ahlak ve törelerin bir ürünüdür. Hatta geçtiğimiz aylarda Sabah gazetesi yazarı Haşmet Babaoğlu’nun da şöyle yazmıştı: ‘Evlilik kurumunun içinde aşk olması gerektiği fikrini burjuvazi getirdi. Daha önceleri evlilik ciddi ve somut amaçlara yönelik bir kontrattı ve aşkla ilgisi yoktu.”

Karl Marx'ın dediği gibi 'altyapı, üstyapıyı belirler'.

Yani ne? O zamanki üretim biçiminin gerektirdiği toplumsal örgütlenme ve bunun doğurduğu ahlak anlayışı evlilik kurumunu zorunlu kılıyordu. Doğacak çocukların neseplerinin (kan bağlarının) hiç bir tereddüde yer vermeyecek şekilde belli olması şarttı. Yoksa toprak sahibi soylu (aristokrat) sınıf asaletini nasıl koruyabilirdi? Mülkiyetin dağılımında miras yoluyla devredilen malların 'gerçekten doğru ellere' geçtiği nasıl ispatlanabilirdi?

Tarımsal üretimin gerektirdiği 'ucuz ve güvenilir' işgücü, köylülerin çokça ve 'aile' kurumuna sıkı sıkıya bağlı çocuklar yapmasını gerektiriyordu.

Ama gelgelelim, endüstri toplumu ve daha sonra gelen endüstri sonrası toplumu (bilgi toplumu, deyin isterseniz) çok daha farklı üretim biçimleri üzerinde yükselmekte.

Kapitalizm önce geleneksel aileyi böldü, çekirdek ailelere ayırdı. Böylece daha fazla tüketim talebi oluşturdu. Doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi ve kadının ev dışında çalışmaya başlayarak üretim sürecine doğrudan katılması, toplumsal ilişkileri baştan aşağı ve geri dönülemez şekilde değiştirdi, dönüştürdü. Modern toplum düzeni artık bambaşka bir altyapı getiriyor. Bu altyapı ise, feodal toplumdan kalma üstyapıyı artık taşıyamıyor. Alwin Toffler "Üçüncü Dalga" adlı kitabında bunları uzun uzun anlatıyor zaten.

Eh, yazının sosyo-kültürel mesajını da verdik, artık çıkıp biraz hava alayım bari.
Turgay Kurtulus

Bu İçerik 514 Kez Görüntülendi

Yaşam Üye Listesi