Şavşat Duvar Gazetesi Yaşam

Kimlik, Alt Kimlik-Üst Kimlik-Türk

Tetri Şavşeteli

"Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun ‘Azınlık Raporu” diye yankılanan ve kamu oyunda tartışılmaya başlanan kimlik, alt kimlik-üst kimlik-Türk, Türkiyeli’lik-Çerkes-Kafkas ve ‘Ne mutlu Türküm diyene ‘sözü üzerindeki tartışmalar devam ederken aklıma kitaplığımda bulunan ‘Hayat Büyük Türk” sözlüğüne bakmak aklıma geldi ve önce kimlik sözcüğünün karşılığına baktım karşısında kısaca Hüviyet yazıyordu, hüviyet sözcüğünün karşılığına baktım karşılığı olarak birincisi mahiyet ve gerçek, ikincisi bir adamın olmak istediği şahıs olması anlamına gelir demektedir. Sonra alt kelimesinin karşılığına baktım, üstün karşılığı ve aşağıda, bir şeyin aşağısında bulunan demekte, sonra üst sözünün karşılığına baktım ,yukarı, alt mukabili, bir şeyin harici yüzü manasına geldiğini yazmaktadır. .Şimdi bu kavramları bir bir incelemeye başlayalım: Kimlik kavramı; hüviyet, hüviyet kavramı, mahiyet ve gerçeklik ve aynı zamanda bir adamın olmak istediği şahıs manasında olduğuna göre o halde alt kelimesini de başına getirir ve alt kimlik dediğimizde ,bir adamın olmak istediği şahsın altında kalan gerçek mahiyetteki kimliği kastedilmektedir. Aynı mantıkla üst kimlik kavramını irdelediğimizde üst’ün karşılığı, yukarı ve 'alt‘ın mukabili ve bir şeyin harici yüzü manasında olduğuna göre üst kimlik dediğimizde:gerçek mahiyetteki alt kimliğinin haricinde bir şahsın olmak istediği onun üstünde görünen yüzü ve kimliği demektir. Şimdi bu analitik incelemeden sonra diğer kavramların incelenmesine geçildiğinde, diğer kavramların anlaşılması daha da kolaylaşacaktır. Bilindiği üzere Türki (Turani) kavimler var ola geldikleri tarih den beri hiçbir zaman Türk kavramı ile tarih sahnesine çıkmamışlardır bu kavramla tarih sahnesine çıkmaları Cumhuriyet Türkiye’si ile olmuştur. Bu da milliyetçilik ve ulusçuluk akımlarının dünyada uygulamaya geçildiği 19 ve 20.yüzyıla denk gelmektedir. Türki kavimlere de ilk Türk tabirini Çinliler daha sonra ise Türk göçleri ile birlikte Türk kavim ve boyları Anadolu’ya yerleşince de komşu oldukları Venedikliler Türk tabirini bu kavimlere kullanmışlardır. Anadolu’dan bahsederken de Turkoya yani Türkiye diye bahsetmişler, yani Anadolu’ya Türk’e ait toprak demişlerdir. Türkler tarih boyunca belirli boylar şeklinde kavim kavim ayrı ayrı yaşamışlar kendilerini kah boy adları; kah han, hakan, hanedan adları ile vasıflandırmışlardır. Çinliler ve Venedikliler ve diğer kavimlerde bu boyların ve Turani kavimlerin hepsini birden Türk diye vasıflandırmışlardır. Ve bu kavimler etnik -dil- kültür ve din açısından birbirleriyle akraba kavimlerdir ve bu akraba kavimlerin ortaklaşa adları da Türk olmuştur. Yani yukarıdaki, alt kimlik, üst kimlik kavramlarına dönersek Anadolu’da bulunan Türkmen Yörük, Çepni, Abdal, Tahtacı, Manav vs. Türk boy ve kavimlerinin alt kimliği bu isimler yani gerçek mahiyetteki kimlikleri bu olmuş ama hepsinin etniksel, dilsel, kültürel ve dinsel akrabalıklarının sonucu oluşan, birlikte anılmalarının ve dolaysıyla bu alt-kimliklerinin haricinde başkaları tarafından hepsi birlikte harici bir yüzleri olarak üst -kimlikleri Türk olarak kabul edilmiştir. Dolaysıyla Türk kavramı Türki kavimler için bir üst -kimliktir çünkü bu değişik akraba Türki kavimlerin hepsini birden nitelendirmektedir. Bunda bir kuşku yoktur. Bu açıdan Selçuklu ve Osmanlı devletlerinde de ulusçuluk ve milleyetçilik akımları ve uygulamaları olmadığı için ve Osmanlı tabiyet, değişik kavim ve milletlerin tabiyetine ve Fatih Sultan Mehmet’ten beri de millet sistemine göre örgütlendiğinden Türki kavimlerde Türk kavramını kullanmadan kendi alt kimlikleri ile millet sistemine, diğer müslim, gayri-müslim kavimlerle birlikte dahil olarak yaşamışlardır. 1789 Fransız ihtilalinden sonra ulusçuluk akımları tüm Avrupa ve batıyı sarmış ve ulusçuluk kavramının gelişmesinde ise iki ekol başat olmuştur. Bunlardan birincisi toprak esasına dayanan Fransız ulusçuluğu ikincisi ise soy esasına dayanan Alman ulusçuluğudur. Almanya'da German kavimleri bulunduğundan ve bunlar haricinde azınlık sayılabilecek kavimler yok denecek kadar az olduğundan Almanya'da aynı soydan gelenlerin birlikte kurduğu bir Alman ulusu oluşturulmuştur. Bunda da Almanya'da büyük ekseriyetle German soyu olduğu için bir promlem de olmamıştır. Buna mukabil ise Fransa'da böyle etnik-dilsel-kültürel akraba bir Fransız kavimleri olmadığından hatta Frenk bir etnik grup da bulunmadığından zorunlu olarak bu kavimleri bir arada tutacak aynı toprak ve coğrafya üzerinde yaşayan kavimler manasına hepsinin üst kimliği olarak Fransız üst-kimliği kabul edilmiştir. Katolon ve Korsika hariçte tutarsak onlar diğer kavimlerden tamamen farklı olduklarından azınlık kabul edilmiş ve diğerleri bir ölçüde zorunlu olarak Fransa toprakları üzerinde yaşayan kavimler olarak Fransız üst-kimliğinde buluşmuşlardır. Yani Alman-Almanya dediğimizde soyları ortak, Alman olan bir halkı ve Fransa-Fransız dediğimizde bir coğrafyayı, toprağı anlatan, ülkeyi ve o ülkede yaşayan halkları anlıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'ne geldiğimizde ise karşımıza batıdan devşirilen yönetim sistemleri ve kavramlarının gerçek mahiyeti ile değil çarpıtılarak uygulandığını görmekteyiz. Bunu da ‘her ülkenin koşulu farklı olduğu'' argumanına dayanarak formüle etmektedirler. Türkiye’nin idari ve laik rejim sistemi Fransa'dan devşirilirken, bilinenin ve bilenlerin aksine ulusçuluk kavramı; Fransa ekolünden değil, Alman ekolünden ve onun çarpıtılmış hali şeklinde devşirildiğidir. Yeni devletin adı Türkiye Cumhuriyeti'dir. Yani, nasıl Almanya dediğimizde Almanlara ait toprak parçası ülke anlıyorsak, Türkiye dediğimizde de Türk'e ait toprak ve ülke anlamaktayız. Bu isimle birlikte ulusçuluk uygulamasında daha başında Alman ekolu olan soyun esas alındığı gözükmektedir. Ancak bir farkla ki, soy esasını kabul ettiğinizde kendiliğinden aynı soydan olmayan kavimleri de otomatikman azınlık olarak kabul etmiş demeksiniz. Bunu Almanya rahatlıkla yapmıştır. Türkiye'de ise hem soy esası kabul edilmiş hem de ünlü ‘Ne mutlu Türküm diyene” sözü ile formüle edilen ulusçuluk uygulaması ile Türkiye'de aslında Türk'ün dışında kavimlerin de olduğu zımnen kabul edilmiş ”Ne mutlu Türküm değil, Türküm diyene” sözünden bu anlaşılmakta ama ve ancak bunu kabul ettiğinizde otomatikman Türk'ün dışındaki azınlık olması gerekirken ‘Ne mutlu Türküm’ diyene sözü kullanılarak açıkça bu ‘diyene ‘sözünün Türk olmayanlara Türküm dettirileceği ve bunun uygulamasının yapılacağı ve onu dediğinde mutlu olacağı demezse mutlu olmayacağı ve devlet tarafından zorunlu olarak dedirtileceği manası çıkmakta ve bunun zorunlu sonucu da asimilasyon olmaktadır. Kemalistler, ulusal solcular ve sağcılar ile milliyetçi sağcılar ve dinciler ise bu sözle bak ”Ne mutlu Türk olana'' denmedi ''Ne mutlu Türküm diyene” dendi, bu nedenle Türk ulusçuluğu soy esasına dayanmaz demektedirler. Türk kavramının üst-kimlik olduğunu söyleseler de; bu söz iyi incelendiğinde aslında Anadolu'da bulunan Türki kavimlerin bir üst kimliği olan Türk kavramının ‘Ne mutlu Türküm diyene'' söz ve uygulamasıdır. Türk kavramı; Türk kavimleri için bu açıdan bir üst-kimlikken, diğer kavimler için Kürt-Çerkes-Laz, Gürcü vs. din haricinde diğer Türki kavimlerle bu Türk kelimesi ne etnik ne dilsel ne kültürel hiçbir ortak vasfı taşımamaktadır böyle bakılınca bu kavimler açısından ve devlet uygulamasında Türk kavramı bir alt-kimlik haline gelmektedir. Bunun zorunlu sonucu olarak da Türki olmayan diğer kavimler için mecburi asimilasyon politikaları uygulanmışdır. Herkes bilir, Kafkas halk oyunlarına nasıl devletin Artvin yöresi oyunları diye ulusal ve uluslararası yarışmalara katıldığını... Zaten Türkiye'de Türki ve Türk olmayan kavimlerin bu zamana kadar bu kadar kışkırtmalara rağmen kardeşçe yaşamaları dini birlikteliklerinin olması ve dinin tüm etnik kavimleri hak ve kardeş saymasıdır. Ancak Cumhuriyet Türkiye'si bir din devleti olmadığı halde Lozan anlaşmasında azınlık kavramını dini formda kabul etmiş ve sadece gayri-müslimleri azınlık kabul etmiş. Müslim ama Türk olmayan kavimleri azınlık kabul etmemiştir. Dini baskı altına almaya her zaman çalışan ve din karşıtı Fransız laikliğini esas alıp medeniyet tercihini de İslam medeniyeti değil batı medeniyeti olarak belirleyip toplumu sekülerleştirmeye çalışınca toplumda da ister istemez sekülelerleşmenin doğal sonucu olarak din öncesi pagan öğreti ve yaşam biçimlerinin ve halkın kültüründe yer alan pagan ögelerin modernizmin tezgahından geçerek modernize olup ve gizlenerek farkında olmadan bu halk kesimlerinin yaşamlarına girince doğal olarak Anadolu'da Türki ve Türki olmayan kavimler arasında ayrışmada başlamıştır. Sovyetlerin yıkılması ve küreselleşme ile bu durum daha da hızlanmaktadır. Artık ne kadar direnirse dirensinler, ulus devlet ve ulusal güçler aşınmakta ve çözülmekte ve farklılaşmakta öyleyse bu kardeş kavimleri kardeş kavgasına düşürmeden aynı coğrafyada birlikte yaşayabilecekleri bir ortamı sağlamak ve bunun için politikalar geliştirmek herkesin ve her kesimin ortak yaranına olacaktır. Bu bakımdan ırksal, milliyetçi-ulusal, milliyetçi-sol, milliyetçi-ulusal sol-ulusal dinci ve Kemalist direnme bir fayda vermeyecektir. Aksine ayrışmayı hızlandırıp artıracaktır. Bu da kimsenin yararına değildir. Bu açıdan sadece bu tartışmalar ile kimi gazeteciler (Nur Dolay ve annelerinin; onlar gibi düşünenlerin ve o durumda olanların);- Kemalizm, ulusal sol ve kimine sağ kimine dinci asimilasyon uygulamaları ile kendilerine ezberletilen yalanların ve bu yalanlarla ve suni uydurma kavram ve kavgalarla yetişenlerin 70'in den sonra kendilerinin ve çocuklarının gerçek kimliklerini öğrenmeleri ve ben şimdi Çerkes miyim, Gürcü müyüm diye hayıflanmaları, - Asıl kimliklerini öğrenmelerinden rahatsız olmaları adeta soylarının ortaya çıkmasından utanmalarının ve bunca uğraşı ve zorlamaya karşı kendilerinin önüne, kendi genlerinin deyim yerindeyse futursuzca; adeta ''ben kesinlikle kaybolmam ve bir gün ortaya çıkarım!'' cüretkarlığı karşısında hayrete düşmeleri - ‘Kızımın babası da Fransız ama 'ben Türküm' diyor. Bunda ne var?'' teranelerinin ve mankurtlaşmanın beni fazla ilgilendiren bir tarafı olmamasına rağmen, eğer böyle bir durumun ne manaya geldiğini öğrenmek isteyecek olurlarsa sosyolog-psikolog ve siyaset sosyoloğu ve sosyalpsikoloji dalında uzman arkadaşları varlarsa sorsunlar ve ne manaya geldiklerini öğrensinler. Evet bu gibi durumlar bazıları için ay hali gibi sancılı olabilir ancak bu sancı, sancısı ideolojik haplarla uyuşturulmuş ve giderilmiş ve zamanla unutturulmuş, bu uyuşturulan sancı için ideolojik hap verilmeyince ya da bu ideolojik hapların tesiri artık daha kalmayınca; bu okumuş aydın, yarı-aydın denen zatlarda sancılar çok acılı olmaktadır. Bu durum; belki de normalleşmenin bir gereği olarak karşımıza çıkmaktadır. Sancılar düzenli hale gelene kadar sabretmek, bu tür insanların dediklerine; ne çok doğru, ne de çok yanlış diye bakmak (çünkü ağrılı hasta saçmalayabilir de) çok kızmak, belki en iyisi hoş görü ile yaklaşmak gerekir. Ta ki, normalleşene kadar. Kendinde gördüğünün bir sanrı değil gerçeğin kendisi olduğunu, asıl sanrının önceki hali olduğunu anlayana kadar belki de yardımcı olmak!... Bouse Fikret

Bu İçerik 4239 Kez Görüntülendi

Yaşam Üye Listesi