İLKÖĞRETİM VE TÜRBAN
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
Ulusal basında yaklaşık iki yıl önce yer alan “Esra nasıl kurtulur” başlıklı haberler, ilköğretim çağındaki çok sayıdaki türbanlı kızın, başlarının açılmaması uğruna okula gönderilmediklerini gündeme taşımıştır. Haberle simgeleşen Esra ise, İstanbul Hüseyin Temizel İlköğretim Okuluna kaydedilmiş, ancak okuluna devam edememiştir. Bu haberler sonrasında, türban nedeniyle ilköğretime devam etmeyen/edemeyen kızlar da, “Esra/Esralar” adıyla simgeleşmiştir.
“Haydi kızlar okula” gibi kampanyalar, Esralar hakkında kesin çözüm üretememiştir. Mülki amirler, Esraların velilerine idari para cezası uygulamış, sonrasında ise genelde sonuçsuz kalan ikna çalışmalarında “çocuğun seçimi” gibi hukuksal değeri olmayan beyanlarla yetinmişlerdir. Sonuçta ise Esralar korumasız kalmış ve zorunlu eğitim dışına itilmişlerdir.
İlköğretim
Anayasaya ve yasalara göre, vatandaşlar için hem bir hak hem bir ödev olan ilköğretim; devlet için ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın sorumluluğundaki bir görevdir. İlköğretim, öğrenim çağındaki (yani altı ile ondört yaşları arasındaki) çocuklar için zorunlu temel bir eğitim ve öğretimdir.
222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Yasası’na göre, öğrenim çağındaki bir çocuğun okula kaydı yaptırılmamış ise, okul müdürlüğünce (kendiliğinden) kaydı yapılarak, durum velisi veya vasisine bildirilmektedir. Kayıt sonrasında devamsız öğrenciler hakkında ise okul yönetimi, maddi ve manevi sorunları gidermeye çalışmakla; mülki amirler, ilköğretim müfettişleri ve zabıta makamları da “her türlü önlemi” almak ve alınmasını sağlamakla yükümlüdürler.
Laik düzenle çelişen durumlar
1982 Anayasasıyla adına “din kültürü ve ahlak bilgisi” denilse de, uygulamada “dinler bilgisi” yerine “(islam) din bilgisi” niteliğine bürünen derslerin ilk ve ortaöğretim okullarında zorunlu olması, devletin ilk ve ortaöğretimde bir din yörüngesinde hareket ettiği anlamındadır. Bu ise devletin bir dine tabi olmasına altyapı yaratmaktadır.
1997 yılında yapılan yasal değişiklikler sonrasında, sekiz yıllık eğitim yaşama geçirilmiştir. Bu bağlamda, İmam Hatip Liseleri’nin orta bölümleri yerinde olarak kapatılmıştır. Ancak bu liselere (devrim yasaları arasında yer alan 03.Mart.1924 gün ve 430 sayılı Öğrenim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Yasası’nın 4 ncü maddesine aykırı olarak) kız öğrencilerin alınması ve bu durumun da “türbana alt yapı oluşturması”, zamanla etkilerini üniversitelerde ve kamu kurumlarında göstermiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasa’da (Danıştay kararlarına da aykırı olarak) 1999 yılında yapılan değişiklikle, beşinci sınıfı bitiren çocukların kuran kurslarına devam edebilmeleri sağlanmış ve böylece sekiz yıllık eğitimde de ilk gedik açılmıştır. Bu kurslarda (ki giderek şer’i mektepleri andırmaktadırlar) başları kapatılan kızların, daha o yaşlarda ikilemde bırakıldıkları tartışmasızdır.
Yine 2003 yılında İlköğretim ve Eğitim Yasası’nda değişiklikle, çocuklarını ilköğretim okullarına göndermeyenler hakkındaki hapis cezası yaptırımı, idari para cezasına dönüştürülmüştür. Bu değişikliğin yasadışı kurslara devamı körükleyebileceğine yönelik görüşler dikkate alınmamıştır.
Bu bağlamda 2005 yılında yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Yasası’nda yasadışı kurslara ilişkin suç kapsamının daraltılması ve öngörülen cezanın da göstermelik düzeyde tutulması dikkat çekicidir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, kendi yasasında yer alan yetki ve görevlerini aşar biçimde, laik sistemde özgürlük alanı dışında kaldığı yargısal kararlarla kesin olarak çözülen türbanı; çeşitli iş, işlem ve davranışlarla hala dinin bir gereği olarak halka duyurması/sunması da, düşündürücüdür. Siyasi ve bürokrat kişilerin de türbanlı eşlerle toplum karşısına çıkmaları, bu kişilerin simgesel ve etkin konumları nedeniyle, aydınlanmamış kitle üzerinde özendirici/yönlendirici olmaktadır ve sonuçları da ortadadır.
Eğitim hakkı, uluslararası hukukta İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nden (İHAS) başka, BM’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi, Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi ile Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde de (md 18) yer almıştır. Ne Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, ne de 2003 yılında onay yasaları kabul edilen diğer iki sözleşmenin ilgili maddelerinin tamamına, “Öğrenim Birliği Yasası ve Anayasa’nın laiklik ile eğitime yönelik hükümleri” konusunda çekince konulmamıştır.
Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde öngörülen ve BM bünyesinde görev yapan İnsan Hakları Komitesi’ne “bireysel başvuru hakkının tanınmasına” yönelik onay yasası, 01.Mart.2006 tarihinde TBMM’de kabul edilmiştir. Ancak bu yasada (18 nci maddeyle ilgili olarak) “Öğrenim Birliği Yasası ve Anayasa’nın laiklik ile eğitimle ilgili hükümleri konusunda”, herhangi bir beyan veya çekince yer almamıştır. Bu onay yasası, “türban yasağının, 18 nci madde ihlali olduğuna ilişkin BM İnsan Hakları Komitesi’nin, Hudayberganova/Özbekistan kararından” hareketle, türbanın ülkemizde de serbest olmasına yönelik saklı bir adımdır.
İHAS ve iç hukuk
Türkiye, İHAS’ın eğitim hakkını düzenleyen ek 1 nci Protokolü’nün 2 nci maddesine, devrim yasaları arasında yer alan Öğrenim Birliği Yasası çekincesini koymuştur.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), Kjeldsen vd/Danimarka kararında, “ana ve babanın (kendi) dini inançlarına saygı gösterilmesi gerekmekte ise de, ancak bu maddenin tek başına değil, İHAS ile bağlantılı olarak yorumlandığını, devletin eğitim alanında üstlendiği görev nedeniyle eğitim sisteminin denetiminden ve disiplininden de sorumlu olduğunu” belirtmiştir. İHAM; Dahlab/İsviçre, Refah Partisi/Türkiye ve Leyla Şahin/Türkiye gibi kararlarında ise, devletin eğitim kurumlarında türbanı yasaklayabileceğini ve türbanın, sözleşme kapsamında korunmadığını söylemiştir.
Bu kararlara göre, dinsel simge olan ve giderek siyasal islamın simgesi haline de gelen türbanın (ilköğretimde) yasaklanması, İHAS’a uygundur. “Türbanlı olarak (zorunlu) eğitim yapma isteği de”, türbanın, sözleşme hükümlerine göre “temel insan hakları” dışında kalması nedeniyle, koruma görmemektedir.
İlköğretim okullarına türbanla devam edebilmek iç hukuka göre de olanaklı değildir. Çokça irdelenen konunun ayrıntılarına ve ayrıca “türbanın, (neden) özgürlük alanı dışında kaldığını gösteren ulusal ve ulusalüstü yargı kararlarına” burada yer verilmeyecektir.
Bu bağlamda şunu da vurgulamakta yarar vardır ki, (ilköğretimde) türban yasağı yalnızca öğrenciler için değil, öğretmenler için de geçerlidir. Öğretmenler için bu yasaklama, sadece okul binasıyla sınırlı da değildir.
Öğretmenlerin, öğrenciler üzerinde özendirici/yönlendirici etkileri gözetildiğinde, bu kısıtlama okul dışında öğrencilerle temas edilebilecek alanları bile kapsamaktadır. İHAS ve Danıştay kararları da bu düşünceyi desteklemektedir.
Konuya dönersek, türbanla ilköğretime devam isteği hukuksal yönden koruma görmemektedir. Devletin Esralar hakkında ilköğretim görevinden ayrık tutulması da hukuken olanaksızdır. İlköğretime devam etmeyen Esraların, ilköğretim kurumu niteliğinde olmayan (kuran kursları gibi) başka yerlerde de, zorunlu eğitim çağı süresinde eğitim alabilmeleri söz konusu değildir. Esraların zorunlu eğitim haklarından vazgeçmeleri veya bu ödevlerinden kaçınmaları da düşünülemeyeceğine göre, oluşan dirençler karşısında zorunlu ilköğretim nasıl yerine getirilecektir?
Hukuksal çözüm
Türk Medeni Yasası, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Yasası ile Çocuk Koruma Yasası’nda konuya yönelik benzer düzenlemeler bulunmaktadır. Sorun, Türk
Medeni Yasası açısından irdelenecek olursa:
Velilerin Türk Medeni Yasası’na göre eğitim ve terbiye verme, bu çerçevede çocuklarının toplumsal gelişimlerini sağlama ve koruma hak ve görevleri vardır(md 339,340). Bir çocuğun ilköğretim okuluna devamını sağlamak/devamına engel olmamak, kuşkusuz velinin eğitim verme görevi içindedir(222 SY md 46,52).
Bir veli olanaksızlık veya ilgisizlik nedeniyle çocuğunu ilköğretim okuluna gönderemiyorsa veya okula devamını sağlayamıyorsa, yargıç çocuğun korunması ve ilköğretime devamı için uygun önlemleri alacak, gerekiyorsa çocuğu ana ve babadan alıp bir aile yanına ya da kuruma yerleştirerek okula devamını sağlayacaktır.
Bu kararlarla beklenilen sonuç alınamazsa ya da veli, çocuğunun ilköğretim okuluna türbansız olarak devamına herhangi bir biçimde engel olursa (yani velayet hakkını kasten kötüye kullanırsa), bu durumda da velinin velayet hakkı kaldırılıp çocuğa vasi atanacak, gerekirse çocuk bir kuruma da yerleştirilerek türbansız olarak okula devamı sağlanacaktır(md 346,347/1,348). Bu kararlar, kendiliğinden veya anne/babanın, ilgilerin, mülki amirlerin, SHÇEK’nun istemi üzerine aile mahkemelerince alınacaktır.
Sonuç
Esraları ilköğretim okullarına göndermeyen veliler, velayet haklarını kötüye kullanmaktadırlar. Yine Esralar hakkında belirtilen işlemlerde bulunmayan kamu görevlileri için de disiplin sorumluluğu yanında, bu çocukların “mağduriyetleri” nedeniyle, yeni Türk Ceza Yasası’ndaki “görevi kötüye kullanma suçu da” söz konusudur(md 257). Ancak bu çerçevede ne veliler ne de kamu görevlileri hakkında hiçbir işlem yapılmamaktadır. Ayrıca yönetsel organlar, Esralar hakkında hukuksal koruma yollarına yönelmemekte, mahkemeleri harekete geçirebilecek bilgileri görevli mahkemelere iletmemektedirler.
Devlet birimlerinin yapacağı, Esraların velilerine para cezası uygulayıp, sonuçsuz kalan ikna çalışmalarıyla görevlerinin “sonlanmadığını” kavramak ve hukuksal yolları kullanarak, Esraların mutlaka ilköğretim kurumlarına devamlarını sağlamaktır.
Aydınlık bir geleceği değil türbanlarını “seçerek/seçtirilerek” eğitim dışında kalan çocuklar için hukuksal/yargısal yolların bugüne kadar kullanılmaması, açıklanamayacak bir eksikliktir. İlgililer veya sivil toplum kuruluşları bile mülki makamları hatta yargı organlarını tahrik etmeli, hukuksal yollara başvurulmalıdır.
Sonuç olarak “laik hukuk düzeni”, içi boş bir söylem haline getirilmediği, hukuksal yollar yerinde ve zamanında kullanıldığı; yargı organları da bu hukuk düzenindeki varlık nedenlerine uygun hareket ettikleri sürece, aydınlık geleceğin kapıları her zaman açık kalacaktır.
***
Şavşat Derneği tarafından çıkartılan “Şavşat Dergisi’nin” 17-18 nci sayısında yayımlanmıştır. |
Laikliğin ne olduğunu bana açıklarmısınız?Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması mı?Çünkü bize ilk öğretimde böyle öğrettiler!
Yazarımız türban(başörtüsü)nın kız çocuklarının okumasına engel teşkil ettiğini söylüyor.İstisnalar hariç , zaten kimsenin, büyükerin dahi başında türbanı(baş örtüsü) kalmamış, siz kalkmış çocuklardan bahsediyorsunuz.Türkiye, ne kadar inkar edilsede %98 müslüman olan bir ülke.Her ne kadar dejenere edilmiş olsada, imanını muhafaza eden çok insanımız var.Anlamıyorum nedir bu İslam düşmanlığı, ne yapılmak isteniyor.Kaldırdınız ilk öğretimden ahlak derslerini, okulların halini her gün sizde okuyorsunuz."okulda taciz,tecavüz, ilk öğretimde bıçaklama,okulda kız meselesi!"Daha nice haberler,bu çocukların içinden ALLAH inancını kazımakla ne geçecek elinize! bilemiyorum.Hani demokrasi vardı ülkede?Özgürlük vardı? Yoksa özgürlük denince, bunu inanç düşmanlığı olarak mı görmek gerek?Yıllardır yasaklarla nereye vardı üklemiz?En geri kalmış ülkeler seviyesinde ilk sırada nerdeyse.80 yıllık bir ükle, kendine ait hiç bir teknolojisi, hiç bir ilmi çalışması yok. Bizden çok daha genç olan ülkeler Japonya ve Avrupa'nın bir çok ülkesi kendi teknolojini kendisi yapıyor ve ihrac ediyor.Bize de onların hurdasını satın almak kalıyor.Soruyorum bu yasakları koyan zat-ı muhteremlere, yapılan hangi ilmi çalışmaya türban(başörtüsü) engel oldu?Yoksa Türkiye füze yaptı da, uzaya fırlatırken türbana mı takıldı!?
Artık bırakın bu milletin manevi değerleriyle uğraşmayı.Yasaklarla hiç bir yere varamazsınız.Bunu artık anlayın ve muasır medeniyet seviyesine çıkmak için çaba harcayın. İsteyen istediği gibi okusun, okutsun yavrusu.Şekilcilikten vazgeçin artık.Tek tip insan yetiştirmek sevdası asla başarıya ulaşamaz. Çünkü insanların değerleriyle kavga etmekle bir yere varamazsınız.
Ayrıca şunuda eklemiş olayım, demokrasiye inandığını düşündüğüm dergimiz ve sitemizde böyle bir yazının yayınlanmış olmasını talihsizlik olarak görüyorum.
SAYGILARIMLA... |