Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Kışlar Çetin Geçer

Kibar Altunal

KIŞ ÇETİN GEÇECEK HER HAL BU SENE

“…Bak oğul kış kendini göstermeye başladı. Kar yağdı karşı dağlara. Atalarımız derdi ki; kar yedi kez dağa bir kez bağa yağar. E, elbet dönecek mevsimler ve akacak zaman, bu ilahi düzen olarak kurulmuş evlat. Bakalım bu kışı nasıl geçireceğiz. Unumuz, denimiz yeter mi? Otumuz, sapımız da bu sene az sanki! Neker (meşe palamudunun ince yapraklı dallarının hayvan yemi olarak hazırlanması) de kıramadık, biraz çala bağladık, bakalım Allah’tan hayırlısı. Gerçi daha kış bastırmadan üç çift olan tosunlardan iki çiftini satabilsek, hem ahırdaki sayıyı azaltırız, hem de kışa girmeden gaz, tuz, bez gibi öteberi alırız. Neyse, bakalım hayırlısı olsun İnşallah”

Diye içinden geçenleri oğlu Osman’la paylaşıyordu Hasan Emmi.

Hasan Emmi artık kocamış, yaş geçmiş yetmişi. Torun, torba sahibi olmuş. Yaşını belli ediyor yüzündeki kırışıkları Hasan Emmi’nin. Oğlu, gelini ve torunlarıyla beraber oturuyorlar ve O’na evde baba, dede olmasından ve hayat tecrübesinden dolayı bilgece bir sevgi ve saygı var. Gerçi bir yarısı eksik Hasan Emmi’nin, zira diğer oğlu Ali gurbette, öğretmenlik yapıyor ve ancak tatillerde gelebiliyor köyüne. Daha önemlisi, Hasan Emmi geçen yıl kış aylarında kaybetmiş elli yıllık eşi, yoldaşı, arkadaşı Hanife nineyi. Ondandır sık sık tekrar ede durur;

“…oğul, eş esas yaşlılıkta lazımmış adama, yanında bir nefes, sırdaş, yoldaş olarak” diye. Ama ilahi düzen bu dedik ya katlanır Hasan Emmi de herkes gibi.

Derken günler iyice kışın içine doğru akıp gitmektedir. Ama kış geliyor diye iş güç yok diye anlaşılmasın öğle. Şimdi tarlalara gübre çekmenin tam zamanı der oğlu Osman’a. Talimatını da verir hemen;

“Oğul, yarın iki çift öküzümüzle gübreleri tarlaya dökelim, açalım ki kar yağınca yavaş yavaş toprağa işlesin faydası, sen bir kontrol et çatanları, araba ve kızakları, bak onar varsa eksiği gediği emi…” diye.

Osman bir dediğini iki etmez babasının ve hemen koyulur işe. Daha önce komşuları Mehmet Ağa’ya yaban fındığı çubuğundan dokuttukları çatanları (sepetleri) gözden geçirir. Kağnıların yanın da kızaklara da şöyle bir bakım yapar. Kağnı ile giremeyecekleri kadar dik ve dar tarlalara kızaklara koydukları çatanlarla taşıyacaklar gübreyi çünkü.

Neyse, birkaç güne tamamlanır tarlalara gübre çekme işi ve serpiştirilir usulünce tarlalara. Bu iş dışarıda görülen son işlerindendir Hasan Emmi’gilin. Artık kış iyice kendisini belli etmiştir. Kar kaplamıştır her tarafı, geceler iyice uzamış, komşular arasında gece oturmaları başlamıştır karşılıklı, yazın iş güçten fırsat bulamadıkları için kapı bacada ayak üstü yaptıkları sohbetlerin yerini artık uzun gece sohbetleri almıştır.

Kış günlerinin alışılagelmiş günlük hayat akışıdır, önce sabah kalkılır namaz vakti. Hasan Emmi namazdan dönünce, ufak bir ekmek kırıntısını açık ocak ateşi üzerinde ısıtır hafifçe ve yakar bir sabah sigarası, gümüşi tabakasından sararak, dalar pencereden dışarıya. O’nun bakışında uzun yıllar geçer göz önünden. Geçen yıl kaybettiği eşi Hanife nine ile tabii ki gurbetteki oğlu Ali ve torunları. Bir özlem, hasret yakar içini. Yine söylenir kendince,

“…bu kış çetin geçecek, ayvalarda da çok fazla meyve vardı zaten…” diyerek.

Hasan Emmi’nin oğlu Osman ile gelini Fatma da yazın kaldıkları iki katlı ahşap evlerinin üst kattaki odalarından alt evine inmişlerdir ve Hasan Emmi’nin bitişiğinde ki odada kalmaya başlamışlardır. Çocukları ise, dedeleriyle açık ocaklı, aynı zamanda mutfak olarak kullanılan odada yatıp kalkıyorlar. Hasan Emmi’nin gelini Fatma kalkar namazdan önce, gelir ocaktaki ateşi canlandırır, böylece oda biraz ısınır sonra kalkar namaza Hasan Emmi.

Neyse, vakit biraz daha ilerleyince, ortalık iyice ağarınca, Osman gider samanlığa ve akşamdan hazırladığı ot, saman karışımı sepetleri sırtlanır getirir ahıra ve dağıtır hayvanlara sabahlık olarak. Elbette önceden gelin Fatma girmiş ve altlarını temizlemiştir hayvanların, süpürmüştür yalak(baga)larını.

Sabah mesaisi sadece hayvanlara ot vermekle bitmez. Ara sıra bakılmalı, otları bagadan dökülmüş mü, ya da bir diğeri önüne mi çekmiş otların çoğunu. Diğer taraftan Osman odun çıra tedariki yapar. Zira karısı Fatma sabah yemeğini hazırlayacak ve çocuklarını köyün okuluna yollayacaktır azıklarını da çantalarına koyarak, kışın tipi ve soğuğunda öğle yemeği için eve gelemezler diyerek.

Osman, ahırdaki yemlemelerini takip eder hayvanlarının, tımar eder öküzleri ve atı. Sonra sırasıyla mahallenin çeşmesine yalaktan (küründen) su içirmeye götürecektir. Önce büyük başlardan başlanır; öküz, inek ve manda diyerek. Sonra koyunlar sulanır. Evin atı ise son seferine kalır sulama işinin. Öğle hayvanların sulanması da çok kolay sanılmasın hani. Uzun süre ahırda kapalı kalan hayvanlar dışarıya çıktılar mı koşarlar, zıplarlar zincirden boşalmışçasına, hemen içeri girmek istemezler yani. Osman karısı Fatma ile oğlu Mustafa’dan yardım alır bu iş için. Kızı Ayşe ise biraz daha küçüktür, yeni başlamıştır ilkokula. O heyecanla her gün babasına kuzuların ne zaman doğacağını sorar ve onları göreceği günleri bekler merakla.

Sabah yemeğinde; dede, oğul, gelin ve torunlar bir aradadır. Muhabbetle yapılır her şey. Ara sıra Hasan Emmi, şuram buram ağrıyor diye yakınsa da şükür kelimesi hiç eksik olmaz dilinden. Ev halkı yemeklerini yerken kapıda bekleyen sadık köpekleri Karabaş’ı unutmazlar elbet, ona da özel hazırlanan yal verilir.

Çocuklar okula yollanır, ama babaları da yardımcı olur. Zira kar çok yağmıştır ve özellikle daha okula yeni başlayan kızı Ayşe zorlanmaktadır. Fatma gelin toplar sofrayı ve ortalığı. Hasan Emmi çekilir ocak başındaki köşesine, bir taraftan tabakasından sardığı sigarasını çeker, diğer taraftan da elindeki doksan dokuzluk zeytin çekirdeğinden yapılma tespihini. Ara sıra da ocakta yanan kütüklere müdahale ederek evirir çevirir sağa sola.

Osman çocukları okula bıraktıktan sonra gün içerisinde akşam işlerine kadar kalan vaktinde köyün kahvesine uğrar ve karışır köylülerinin arasına. Kahvede kimisi pişti oynamakta, kimisi tavla zarı sallamakta, kimisi de koyu sohbetlere dalmaktadır yarenleriyle.

Bu sohbetlere kulak assanız ne yoktur ki; kimisi atını, öküzünü, köpeğini metheder. Kimisi ülke sorunlarını konuşur kendince radyo ajanslarından duyduğu bilgileri konuşturur. Bir başkası köyünden ilk defa çıkıp gittiği gurbet eldeki askerlik maceralarını anlatır ballandırarak. Bakmışsınız bazıları kurtların gece kapılara kadar indiklerinden, köpekleri ayartıp parçalamak istediklerinden bahseder. Yine konuşulanların konusudur yaz boyu arazilerine, mısır, patates ve bostanlarına çok zarar veren domuz sürülerine karşı hazır bolca kar yağmışken sürek avı yapılması gerektiği. Hatta zaman zaman bununla ilgili sözleşilir, kimlerin ne zaman, köyün hangi mevkisinde avlanacaklarına dair. Sürek avı dediğiniz öğle mükemmel silahlarla yapılmaz, çünkü yoktur o silahlardan. Varsa kırma tüfekleri, ayrıca balta, dirgen, dehre gibi aletlerle gidilir ava. Bazen domuz avlanırken, bazen de köylülerden av sırasında yaralanan olur domuzlar tarafından. Yani ava giden avlanır özdeyişini hatırlatırcasına.

Derken bu sohbetlerle geçirilir günün bir bölümü ve zaman ikindiye doğru dönerken yavaş yavaş kalkılır köy kahvesinden, herkes evinin yolunu tutar ki akşam karanlığı bastırmadan hayvanları yemlemek ve sulamak, odun çıra tedariki için.

Tabii Osman da aynısını yapar ve yemler hayvanlarını, bakar, gözetir, özellikle gebe olanlara ayrı bir özen gösterir. Onlarla ilgili gözlemlerini babası ile paylaşır ve alır tavsiyelerini. Fatma gelin ise akşam yemek hazırlıklarına girişir. Diğer taraftan okuldan gelen çocuklarını karşılar, kontrol eder üstlerini başlarını. Çocuklar da yorgun argın gelirler eve. Çünkü okulda, ders aralarında türlü türlü oyunlar oynamışlar, kar topu atmışlar birbirlerine, çantalarını kızak yaparak kaymışlardır da. Bu nedenle özellikle oğlu Mustafa’nın ıslanmış çarık çorabı. Zaten kış gelip kar yağdı mı, köyün çocukları, çocukluk çağından yeni çıkmış gençleri, bolca kızak kayarlar. Kızak için özel malzemeler bulunur, güzel güzel yaptırılır eli iş tutan köylü ustalara ve altlarına hızlı kaysın diye metal şeritler çaktırılır. Kayılırken kızaklar atlasın diye tümsekler oluşturulur, hatta bazen öküz gücüyle çekilebilen büyük yük kızaklarına doluşur beş altı kişilik kalabalık gurup ve salıverilir inişlerden. Değmeğin ondan sonra orada kayanların keyiflerine…

Artık akşam işleri de tamamlanmıştır Hasan Emmi’gilin. Avlu kapıları kapatılır ve akşam yemeğine oturulur ailece. Karşılıklı sohbetlerle yenir akşam yemeği, menüde ne varsa, ayran çorbası, kesme çorbası, ekşi çorbası, helle çorbası, purşuk çorbası, kuru fasulye, yazdan kurutulmuş taze fasulye, hamur işlerinden kete, katmer, kalacoş, harşo, dügmaç, poğaça açması, pataes yemeği, dugmaç, tamaz, kurutulmuş kabaktan tatlı vs. vs.

Torunlarına takılır zaman zaman Hasan Emmi, okulda ne öğrenmişler diye. Oğlu Osman ile gelini Fatma sık sık girmezler söze babalarına saygıdan. Zaten Fatma gelin daha iki seneye kadar kayınbabasının yanında yüksek sesle konuşmazdı, ama Hasan Emmi artık yeter dedi bu gelinlik işine, ısrar etti kendisiyle de normal bir ses tonuyla konuşması için Fatma geline.

Hasan Emmi’lerin evde daha yeni akşam yemek sofrası toplanmıştı ki önce köpeklerinin havlama sesi ve sonra kapı tokmağı sesi duyuldu birden. Hemen koştu açtı Osman avlunun kapısını. Baktı ellerinde gazlı fenerleri komşuları Mehmet Emmi’lerle Recep Ağa’lar gelmişler ailece. Hemen buyur etti Osman gelenleri içeriye sevinçle. Elbette sevinir, yoksa nasıl geçecek havanın dörtte beşte karardığı uzun kış geceleri. Gelen komşuları önce avluda üzerlerine ve özellikle paçalarına bulaşan karlardan arındırırlar kendilerini ev süpürgesi yardımıyla ve fenerlerinin fitillerini iyice aşağıya çekerek koyarlar avluya. Osman içeri buyur eder misafirlerini, Hasan Emmi ocak başındaki yerini almıştır, ama gelince komşuları O da yaşına göre oldukça çevik olan bir çabuklukla hemen yer gösterir Mehmet Emmi ve Recep Ağa’lara.

Önce selamlaşılır karşılıklı, hal hatır sorulur. Sonra başlar derin kış ev sohbetleri. Sohbetlerin konusu aynı köy kahvesinde olan sohbetler gibi muhtelif konulardadır; ev işleri, ülke meseleleri, askerlik anıları vs.vs. Ama ev sohbetlerinde bir fark vardır o da uzun uzun anlatılan hikaye, masal, cenkleme gibi kahramanlık destanları. Bir süre sonra sözü alır ele Recep Ağa. Recep Ağa nüktedan, nüktedan olduğu kadar da eskilerin cenkleme dedikleri, özellikle İslam tarihindeki kahramanlık olaylarını hikaye diliyle anlatan, kahramanlık ve cengaverlik duygularıyla bolca yoğrulmuş, masalımsı hikayeleri çok güzel bir üslup ile anlatabilmesi O’nu farklı kılıyor. Hani ara sıra hikayeden olmayan ilaveler de yaparak, iyice renklendiriyor anlatımını. Artık her kes O’nu dinliyor sessizce. Tek kişilik tiyatro gibi, ara sıra dinleyici ile de diyaloga girmiyor değil hani, sanırsınız günümüzün şovmeni, tiyatro sanatçısı gibi, yetenekli Recep Ağa vesselam.

Sohbet derinleşince suda pişmiş beyaz patates, yeni kırılmış ceviz, yine suda pişmiş kabak ve meyve çeşitleri ikram edilir, hepsi de köyün has mahsulünden. Artık vakit iyice geçmiş, çocuklar çoktan uyumuştur oturdukları yerde. Vakit geçmiş derken sanmayın saat gecenin on biri, on ikisi diye. Akşam oturmaları zaten beşte, altıda başlar ve sekiz, dokuzda biter ve dağılır komşular, iyi geceler dileyip biz de bekleriz temennileriyle.

O akşam Hasan Emmigil"de akşam oturması günübirlik köyde kış hayatının bir tekrarı gibidir ve herkes mutludur. Hasan Emmi’nin yatağı serilir, çocuklar yatırılır, lambalar bayıltılır ve ertesi gün kalkabilmek umuduyla yatılır uykuya.

Elbette ki bir kış gününe sığabilecek daha çok şey vardır burada diyemediğimiz. Hele köyün orta yaşlıları ve gençlerinin bir araya gelip harfana düzenlemeleri, deve oyunu ile kapı kapı gezip erzak toplamaları, birbirlerinin harfana malzemelerini aşırmaları, birlikte otururken uyuyanı, her hangi bir şekilde kabahat işleyeni soğuk buz gibi su yalağına daldırma tehdidi ile ödün koparmaları, gece kapılara kadar gelen kurtlara tuzak kurmaları, tuzağa düşen kurtlar üzerinde kimin köpeği yaban hayvanına dokunuyor diye sınamaları vs.vs.vs…

İşte böyle geçerdi çocukluğumda ortalama bir kış günü hepsi doğal, içten ve sevecen.Bu senenin kışı geçmiş olsa da...

10 Nisan 2009, Ankara
Kibar Altunal

Bu İçerik 369 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi