Şavşat Duvar Gazetesi Bilim

İki dahi bilim kadını Lise Meitner ve Emilie du Châtelet

Şavşat.com

NTV'de bir belgesel yayınlanmıştı: "Einstein'ın Büyük Fikri". Einstein'in buluşlarından E=mc2 denkleminin hikâyesini anlatan belgesel insanı tutsak alan bir akıcılığa sahipti. Kütle ile enerji arasındaki ilişkinin denklemi oluyor E=mc2. Bu denkleme göre kütle muazzam bir enerjiye sahiptir. Örneğin, 1 gram kütle enerjiye dönüşürse, 22,000,000,000 kcal'ye eşdeğer bir enerji açığa çıkarıyor. Bu enerji takriben 2500 ton iyi kaliteli kömürün verebileceği enerjiye veya 20 ton TNT'nin patlamasıyla açığa çıkan enerjiye tekabül ediyor. Nükleer enerji ve atom bombasının da icadına giden yolu açan bu denklemin ortaya çıkmasını sağlayan fikir ve buluşları inceliyor bu belgesel. Bu denklem ile ilgili olarak hangi bilim insanlarının (kadın ve erkek), nasıl katkılar yaptıklarını anlatıyor. Michael Faraday, modern bilimin enerji kavramının temellerini atarak; Antoine-Laurent Lavoisier ise madde nasıl bir fiziksel değişim geçirirse geçirsin toplam kütlesinin asla değişmeyeceğini kanıtlayarak; James Clerk Maxwell Faraday'ın çalışmalarının matematik formülasyonunu yaparak katkıda bulunuyorlar. 'TEK EKSİĞİ KADIN OLMAK' Ancak, bu yazıda esas değinmek istediğim ne Einstein denklemi ne de diğer bilim "adamlarının" bu gelişmeye katkıları. Bu belgeselde yer verilen iki bilim kadınının Lise Meitner (1878-1968) ve Emilie du Châtelet'in (1706-1749) hayat hikâyeleri daha dün denilebilecek bir geçmişte Avrupa'nın tam göbeğinde ataerkil ayrımcılığı gözlerimiz önüne seriyor. Bir matematik dehası olan Emilie du Châtelet, hareket eden cismin enerjisinin Isaac Newton'un inandığı gibi kütlesi ile doğrudan orantılı olmadığını, kütle ve hızının karesi ile orantılı olduğunu (E=mv2) gösteriyor. Böylece, Einstein'in denklemine giden önemli bir kilometre taşını döşemiş oluyor... Lise Meitner ise uranyum atomunun parçalanabileceğim kanıtlıyor ve bu parçalanma sırasında Einstein'in denkleminin de öngördüğü muazzam bir enerjinin açığa çıktığını ortaya koyuyor. Bir üçüncü kadının, Einstein'in eşi bilim insanı Mileva Maric'in eşinin buluşlarında ne kadar etkili olduğu bilinmiyor. Ancak, Einstein ile 16 yıllık evliliği ve üç çocuğu onun doktorasını bile tamamlamasına imkân vermiyor. Çocuklara ve eşe hasredilen hayat onun bilim çalışmalarına sekte vuruyor. Erkeklere ait olan bilim dünyasına adeta tırnağı ile kazıyarak giren Emilie du Châtelet ölümünden sonra Voltaire'in "sevgilisi/metresi" olarak anılıyor. Kırk üç yaşında hayata veda eden bu dahi insan ataerkilliğe isyanını Prusya kralı Büyük Frederick'e şu sözlerle dile getiriyor: "Beni kendi meziyetlerimle ya da meziyetlerimin olmaması ile değerlendirin, fakat, bana şu büyük generalin, bu büyük bilginin, Fransa'da bir parlayan bir yıldız veya meşhur bir yazara eklentisi olarak görmeyin. Ben kendi doğrumla tüm söyledikleri ve yaptıkları ile sadece kendisine sorumlu olan bütün bir kişiyim. Henüz karşılaşmamış olmama rağmen benden bilgisi daha fazla olan metafizikçi veya filozoflar olabilir. Ancak, onlar da beşeri zafiyetleri olan insanlardır. Dolayısıyla, tüm faziletlerimin toplamını aldığımda, itiraf etmeliyim ki, kimseden aşağı kalmamaktayım." Uzun yıllar arkadaşı olan Voltaire ise Châtelet'i öven şu sözlerinde zamanın ataerkil zihniyetinin ne denli baskın olduğunu özetlemektedir adeta: "Tek eksiği kadın olmak olan büyük bir adam/insan." ("a great man whose only fault was being a woman". Avusturyalı bir fizikçi olan Lise Meitner, Berlin Üniversitesi'nde derslere katılmak için izin istemek durumunda kalıyor. Fizikçi Max Planck, "Doğanın kadının mesleğini anne ve ev kadını olarak gösterdiğini ve hiçbir şart altında doğal kanunların ihmal edilmesinin ciddi zararlara yol açacağını" belirterek bir kadının derslere katılmasına karşı inatla direnir. Ancak, daha sonra Meitner'in büyük yeteneğini görür ve onu asistanı olarak yanına alır. Yine de, Meitner'in erkeklerle birlikte aynı laboratuvarlarda çalışmasına izin verilmez ve bodrumda geçici bir atölyede çalışır. Meitner, ebeveynlerinden gördüğü mali destekle çalışmalarını sürdürür; ilave gelir elde etmek için yazdığı bilimsel makaleleri ise L. Meitner olarak imzalamak durumunda kalır -zira 1900'ler Almanyası'nda yayımlanan bilimsel dergilerde kadınlar yayın yapamamaktadır. Keiser-Wilhelm Enstitüsü'nde Otto Hahn ile birlikte yaptığı çalışmalarda (ki bu Enstitütü'de de Meitner'e maaş ödenmez) Meitner yeni bir elementi, "protactinium", keşfeder. Bu keşif ağırlıklı olarak Meitner'a ait olmasına rağmen Otto Hahn'in ismi bilimsel makalede kıdemli yazar olarak yer alır ve Alman kimyacıları en yüksek ödüllerini Otto Hahn'a verir. Meitner bu ödülün sadece kopyasını almıştır. Meitner, 1926'da, Berlin Üniversitesi'nin (hatta Almanya'nın) ilk kadın fizik profesörü olur ve maaş almaya başlar (tabii maaşı Otto Hahn'dan daha az olmak koşuluyla). 1930'ların ortalarında kimyacı Otto Hahn ile birlikte yürüttüğü uranyum çalışmalarını 1938'de Almanya, Avusturya'yı işgal edince yarıda bırakarak İsveç'e kaçar. YENİ BİR BİLİM TARİHİ Çalışmalara devam eden Otto Hahn bir deney sırasında elde ettiği baryuma bir anlam veremez ve bu durumu Meitner'e bildirir. Meitner, uranyumun çekirdeğinin parçalandığını (fızyon) düşünür. Yeni iki atomun ağırlığının da orijinal atomdan daha az olduğu ve atomun kütlesinin bir kısmının enerji olarak açığa çıktığı sonucuna ulaşır. Bu enerji iki atomun birbirlerini itmesine ve ayrılmalarına yol açmıştır. Yeğeni fizikçi Otto Frisch de Meitner'in bu görüşünü paylaşır, 11 Şubat 1939'da dünyayı değiştirecek bir makale yayınlarlar: "Uranyumun nötronlarla parçalanması: Yeni tip bir nükleer tepkime". 1943 yılında, ABD'nin yürüttüğü atom bombası projesine davet edilen Lise Meitner, bilimsel katkılarını askeri uygulamalarda kullanmayacağını belirterek bu daveti kabul etmez! Kuzeni Otto Frisch'in seçimi ise farklı olacaktır. Frisch, kod adı Manhattan Projesi olan bu çalışmaya katılmakta bir sakınca görmez. Otto Hahn, fizyonu keşfetmesinden dolayı (ki o sadece deneyleri yapar, asıl keşif Meitner'indir) 1946 yılında Nobel kimya ödülünü alır. Lise Meitner, 1949 yılında Almanya'da Max Planck Ödülü ve 1966 yılında ABD Atom Enerjisi Komisyonu'nun verdiği Enrico Fermi Ödülü'yle yetinecektir. 1997 yılında da 109 atom numaralı elemente onun anısına "Meitnerium" (Mt) adı verilir. Yaşadıkları bilimsel taassup ve ataerkil baskılara rağmen dehalarını ortaya koyabilen bu iki bilim kadınının hikâyesi bilim tarihinin yeni gözlüklerle yeniden yazılması gerektiğinin altını çiziyor. Kim-bilir insanlık tarihi boyunca ataerkil ayrımcılık bizleri ne değerlerden mahrum etti? Feminist Bell Hooks'un özlü bir şekilde dile getirdiği gibi, "Feminizm herkes içindir." Ve en çok da "özgürlük ve adalet hayallerimizi gerçekleştirebileceğimiz -hepimizin "eşit yaratıldığı" gerçeğini yaşayabileceğimiz- bir toplumda birlikte yaşayabilmemizi sağlayacağı için..." Erdal Karayazgan

Bu İçerik 845 Kez Görüntülendi

Bilim Üye Listesi