Şavşat Duvar Gazetesi Bilim

Yaşam ve Su

Şavşat.com

Çocukluğumuzda uzak gezegenlere dair en önemli haberleri Uzay Yolu dizisinin ikinci kaptanı ‘Mister Spak’tan alırdık. Kaç yıl geçti ama ekranda bir şey gördü mü gülmez ağlamaz suratıyla kafasını ensesinden geriye doğru hafifçe döndürüp ‘Kaptan, tanımlamayan bir cisim bize doğru yaklaşıyor” deyişi hâlâ kulaklarımda. Hoş bu acayip teknolojik uzay gemisi Atılgan’ın dizinin hiçbir bölümünde herhangi bir cismi tanımlamayı başardığını da anımsamıyorum. İlkokul arkadaşlarımdan birinin kulakları yüzünden yıllarca Spak olarak anılması dışında Uzay Yolu dizisinin üzerimde bıraktığı önemli ve tuhaf bir etkisi de uzayda her an başınızı derde sokabilme ihtimalinizin yüksekliğiydi. Kaptanın seyir defteri ağzına kadar dolmuştu ama uzayda ne kadar dert, ne kadar tasa varsa gemiden ve personelinden uzak duramazdı. Koskoca gemi uzayda seyrederken irtica tehlikesi ve darbe ihtimali hariç her türlü iki ucu dolu değnekler arasında gidip gelirdi. Personel hareketliliği devlet içi kadrolaşmalar kadar hızlıydı. ‘Skati bizi ışınla” dendi mi hop! Kendinizi başka bir yerlerde bulurdunuz. Gerçi ben o yıllarda aile dostlarımızdan pek çoğunun daha hızlı bazı vilayetlere ışınlandığını hatırlasam da hiçbirinin elindeki tayin kararnamesinde memur Skati’nin imzası yoktu. GİDEREK ISINAN KÜRE Geminin diğer ana personeli Doktor, Kaptan Körk ve Mister Sulu hani bizden kız istese verirdik, öyle seviyorduk hepsini. Ama olmadı, zamanla sulanan dizinin elli farklı versiyonu (hatta bir ara Sadri Alışık’lı Turist Ömer Uzayda tipi dahi) çevrildi. Biz de uzak gezegenlerde değil burnumuzun dibindeki dertlere gark olduk, uzayı muzayı unuttuk gitti vesselâm. 70’lerde ne olsa UFO’lardan bilinirdi, 80’lerde Çernobil’den, 90’larda Yahudilerden, 2000’lerde ise küresel ısınmadan hesap soruldu. Şimdilerden sonra artık Fethullah üstü Ergenekon’dan gidilir herhalde ya! Göreceğiz artık. Diğerleri bendenizin bilgi alanına girmiyor, o nedenle diyecek fazla bir lafım yok. Zaten sabah akşam çen çen konuşup duruyorlar her yerlerde, içiniz kalkmış, sıtkınız sıyrılmıştır sizin de benim gibi. Ancak şu sıcak yaz günlerinde küçük küremiz giderek daha çok ısınıyor gibi geliyor insana. Hoş kış gelip, ilk karlar yağınca küresel ısınma da tozlu raflara kalkıyor her sene ama dört yanımızı kaplayan kuraklık ve susuzluk derdi artık yaz-kış dinlemez oluyor. Ankara’da su var ama içilsin mi? Kıçımızı dahi yıkamayalım mı? Belli değil. İzmir senelerdir soldan soldan zehirliymiş de biz yeni öğreniyoruz. Yalnız ne hikmetse ‘İzmir’in suyu daha zehirli” denince Ankara’nın suyu da, onu taşıyıp getiren zihniyet de temize çıkıveriyor. Sonra ODTÜ’yü yakarım, yıkarım ulayn! Nameleri arasında arsenikli sular akıp gidiyor. Su bütün pislikleri temizleyen, arıtan ilginç bir madde. Gelin görün ki suyun kendisi pis ise yapacak fazla bir şey kalmıyor. ALDATICI BASİTLİK Su canlılığın temeli, en sokaktaki vatandaş bile vücudumuzun ve dünyamızın dörtte üçünün su olduğunu biliyor. Denizanası gibi bazı canlıların vücudunun yüzde 98’i sudan oluşabiliyor. Bir yerde su bulunduğu an hemen yaşam başlıyor. Çağlar boyu meydana gelen depremler sonucu oluşan vadilere su biriktiği için yerleşim genelde fay hatları boyunca gerçekleşiyor. Yani bir anlamda su insana ölümü dahi göze aldırtan ayrıcalıklı bir bileşik. Moleküler yapısı tek başına incelendiğinde aldatıcı bir basitliğe sahip olduğu görülüyor. Haş iki O, lise kimyasının temel taşı (gerisi çoğumuzda tın tın vaziyette zaten). Su molekülü polar bir yapıya sahip, yani molekülün zıt uçlarında zıt yükler var. İşte çekim yani yapışma özelliği bu yapısından kaynaklanıyor. Bu elektriksel çekim gücü sayesinde her su molekülü 4 başka su molekülü ile bağ kuruyor. Bu bağ öyle zayıf ki hemen parçalanıyor ve sonra yeniden kuruluyor. Bu hiç durmaksızın devam ediyor. Suyun dört temel özelliği işte bu basit bağların kurulmasından ileri geliyor: ‘ISI BANKASI’ Suyun ilk özelliği kohezyon davranışı olarak tanımlanmaktadır. Bağlarının hızı yüzünden bitkilerde suyun yerçekiminin aksi yönde yani en yukarıya doğru, tıpkı özgür bir kuş gibi uzanabilmesi mümkün. Yaprak uçlarındaki su buharlaştıkça altta kardeşler gibi el ele tutunmuş moleküller yukarıya çıkabilir. Bu yapışıklık yüzey gerilimi de sağlar. Böylece pek çok canlı su üzerinde batmadan yürüyebilir. Suyun ikinci özelliği, sıcaklığı belirli sınırlar içinde tutabilmesidir. Su havadaki ısıyı tıpkı bir ‘ısı bankası” gibi soğurur. Sıcaklıkları farklı olan iki obje bir araya geldiğinde ısı, sıcak olandan soğuk olana doğru geçer. Bu geçiş iki objenin sıcaklığı aynı olana kadar sürer. Olsa da içsek dedirten bizim ‘aslan sütüne” bir parça buz attığımızda buz içeceği soğuturken ona soğukluk eklemez. İçeceğimizin soğuma nedeni eriyen buzun, çevresindeki ısıyı soğurmasıdır. Suyun kendisi çok kolay ısınmaz yani özgül ısısı yüksektir. Soba üzerine konulan çaydanlıktaki su daha kaynamadan kör olası sapının elimizi kavurması da tastamam bu yüzdendir. Çünkü 1 gr demirin sıcaklığını 1 derece artırmak için gereken ısı miktarı suyu ısıtmak için gerekenin 10’da biridir. Çay yaparken sıkıntı yaratsa da dünyadaki mevcut ılıman havayı suyun bu özelliğine borçluyuz. Su sıcaklıktaki değişikliklere direnç gösterir. Böylece gece olunca ya da kış gelince yavaş yavaş havayı ısıtır. Su buharlaşırken bu sefer de etrafını serinletir. O nedenle yaz günleri dükkânın önü sulanır, insan terledikçe ferahlar, çölde çay içilir, serinlenir. Kola içmeyle serinlemeye çalışanlara duyurulur. Yalnız unutmamak gerekir ki ortam nemli ise yüksek miktardaki su buharı terin vücuttan buharlaşmasına engel olur. O nedenle Sivas’ta bir çınar gölgesinde ferahlanır ama Antalya’da bunalmaya devam edilir. HER PİSLİĞİ ERİTİR! Suyun üçüncü önemli özelliği donduğu zaman diğer birçok maddenin aksine batacağına genleşip tıpkı bir gemi gibi yüzmesidir. Böylece örneğin göllerin tamamı değil, sadece yüzeyi donar. Buzun altında kalan canlılar için hayat devam eder. Buz üstünde de birbirinden reytingli yarışmalar düzenlenir. Paralar cukkalanır. Suyun dördüncü ve en önemli özelliği çok iyi bir çözücü olmasıdır. Her türlü pislik suda erir gider, en azından çoğu. Su yaşama dair en önemli dayanağımızdır. İnsanoğlu açlığa bir süre dayanabilir ancak su kaybı demek hızlı ölüm demektir. Susuz yaşayabilen pek çok canlı için ise su yokluğu da, küresel ısınma da, arsenik miktarının yüzde bilmem kaç oluşu da zerre kadar önemli değil. Biz gideriz dünya böceklere, bakterilere hatta develere kalır da gene kıyamet kopmaz. Uzayda su bulmak insanoğlunun en büyük hayallerinden biri olagelmiştir hep. Su hayat demektir, canlılık demektir. Kullanılabilecek temiz su bulmak o nedenle yaşamsaldır. Suya yapılan her türlü müdahale en önemli insanlık suçları arasında sayılmalıdır. Ne diyelim, Nasrettin Hoca’nın yolu Ankara’ya düşmüş, artık orada yaşayacakmış. Bir bakmış musluktaki su arsenikli, sidikli. Bir diş sarmısak dikip dibine tükürmüş. Sonra da seslenmiş: ‘Kusura bakma kızanım, şu memlekette görüp göreceğin su, işte budur.” A. MURAT AYTEKİN Kaynak: Biyoloji. Campbell ve Reece. Palme Yayıncılık. 2008.

Bu İçerik 4912 Kez Görüntülendi

Bilim Üye Listesi