Şavşat Duvar Gazetesi Ekonomi

Neoliberal ekonomi ve siyasal İslam nasıl birbirini besliyor, hangi araçlar kullanılıyor?

Şavşat.com

EKONOMİST: MUSTAFA SÖNMEZ: AKP'nin bu tırmanışı bal gibi sınıfsaldır Neo-liberalizmi militanca uygulayan AKP iktidarının, Amerika Birleşik Devletleri"nin ılımlı İslami ülke beklentisine cevap vermek için canla başla çabaladığı ve tüm kurumları bu proje doğrultusunda ele geçirmeye çalıştığı ortada... Gerçekten de iç ve dış dinamiklerle solun emekçilerin gözünde inandırıcı bir proje olmaktan çıkması ve yerine İslami kesimin bilinçli bir şekilde ikame edilmesi, küreselleşmenin oldukça işine geldi. Ulus deulet örtüsünün kalkması ile dinsel ve ırkçı örgütlenmeler topluma derinden nüfuz etti. Cemaat ağları ve sadaka dernekleri ile topluma bir biat kültürü yerleştirildi. Belki bugünkü türban tartışmasına biraz da bu gözlüklerle bakmak gerekiyor. Sadece basit bir "hak ue özgürlük" perspektifi, bütünlüklü saldırının görülmesini engelliyor. Öte yandan AKP"ye cepheden karşı çıkmayan sol, haklı bazı kaygıların şouen, otoriter, sözde solun mecrasında akmasına göz yummuş oluyor. Öte yandan yoksul kesimlerle buluşma adına yapılan sim! toplumcu çabalar, bir süre sonra düzenin kontrolüne giriyor. Dizimizin bugünkü bölümünde ise Ekonomist Mustafa Sönmez ile AKP"nin hangi sınıfsal temele oturduğunu, sosyal devletin nasıl tahrip edildiği, ılımlı İslam modelinin iktisadi boyutunu tartıştık. AKP iktidarını şişiren uluslararası likidite balonunun nereye kadar süreceğini, olası bir global krizin emekçi sınıfları nasıl etkileyeceğini ve solun burada nasıl bir pozisyon alması gerektiğini konuştuk. "Toplumsal dokuyu İslamlaştırma" sürecinin neo-liberalizme nasıl katkı sunduğunu, hangi projeye hizmet ettiğini sorguladık. Sizler de yazı dizimize ilişkin 3 bin uuruşluk görüşlerinizi barisince82@yahoo.com adresine atarsanız, dizinin sonunda elimizden geldiğince yayınlamaya çalışacağız. Ülkede küresel sermayeyle eklemlenme süreci hızla ilerliyor. AKP bu konuda başat bir görev üstlenmiş gözüküyor. İslamcı kökenden gelen bir partinin küresel sermaye ile kurduğu bu ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? İslami kökenden gelen bir partinin kapitalizmle kan uyuşmazlığı yaşayacağı şeklinde bir yasa yok. Kapitalizmin kendi oyun kuralları var. O oyun kurallarına din ve devleti bütünleşik yaşayan toplumsal formasyonlar da var. Malezya en bilinen örneklerden... Hem şeriatçı hem de küresel kapitalizmle bütünleşik, uyumlu. AKP de aynı modeli uygulama yolunda. Neoliberelleşmede hayli agresif ve iştahlı olması onun dinci karakterinin fazla dert edilmemesini de getiriyor, ama şimdilik... Peki Türkiye"de bu neoliberallleşme hangi yöntemlerle tesis ediliyor? Türkiye"de neoliberalizm, 24 Ocak 1980"den bu yana geçerli kılınmaya çalışılan bir iklim ve yaklaşık 30 yıldır inişli çıkışlı bir seyir ile bir hayli yol aldı. Faiz, döviz Ayadan serbestleşti, dış ticaret liberal-leşti, sermaye harekeden serbestleşti..Bugün dış ticaret hacmi 265 milyar doları, dış borç stoku 240 milyar doları, doğrudan sermaye ve portföy yatırımları yıllık 45 milyar dolara ulaşmış durumda. Türkiye"nin dışarıdaki yatırım stoku 12 milyar dolar dolayında. Bütün bunlar neoliberal uygulamaların getirdiği, Türkiye"nin dünya kapitalizmi ile bütünleşmesinin boyutları. »Türkiye, dünya kapitalizmi ile bütünleşirken AKP"nin uluslararası sermaye tarafından desteklendiğini düşünüyor musunuz? Uluslararası sermaye, kendi birikim serüvenine katkıda bulunan, oyun planına uyan iktidar ne ise, hangisi ise onunla uyum içinde olur. 2001 krizinin hükümeti, Kemal Derviş"in katılımıyla enkaz kaldırma görevini yerine getirdikten sonra, miyadını doldurmuş oldu. 2001 krizinde ölümü görmüş seçmenlerin, krizi yaratan ve acı reçete uygulatan 57. Hükümet"i 2002 seçimlerinde cezalandırması ve denenmemişi deneme tercihi ile 2002 de iktidara geldi ve acı reçetelerle istikrar kavuşturulmuş iktidarı kucağında buldu. Bir şey daha yardımcı oldu AKP iktidarına: Dünyadaki likidite bolluğu...Bu sayede AKP, IMF ve AB çapalarına bağlı ekonomiyi, bol sermaye girişi sayesinde büyümeden, büyümeye taşıdı. Likidite bolluğu sayesinde yaşanan sermaye girişleri, döviz kurunu aşağı doğru basarken, düşük kur, ucuz ithalatı, fiyat düşüşlerini, ucuz borçlanmayı mümkün kıldı, vb bir bahar havasını da getirdi. Yani AKP politikaları ile uluslararası piyasaların istekleri denk düştü... Bu süreçte AKP, özelleştirmeler, AB ile uyum, ABD"nin BOP meselelerinde, piyasalaşma, devletin küçültülmesi, liberalleşme pratiklerinde hep uyumlu göründü ve başta TÜSİAD çevresi olmak üzere iç ve dış sermaye çevreleri ile frekans tutturdu. Bu gelişmelerin meyvesi, 2007 seçimlerinden yüzde 47"lik oya tahvil oldu. Son zamanlarda sosyal devletin yerini sadaka düzeninin aldığı görülüyor. İslamcı bir parti belki de neoliberal düzeni tesis etmek için biçilmiş kaftan. Çünkü yardım kuruluşları ile yoksulların aldığı yara tamir ediliyor. Buna katılıyor musunuz? Küreselleşme, liberalleşme, ekonomik darvinizm demektir. Yani güçlünün ayakta kalması, güçsüzün tasfiyesi, ayıklanması... Küreselleşme, dünya blokları arasında amansız bir rekabeti ve rekabet gücü edinmek için, sosyal hakların budanmasını da getiriyor. Sosyal devlet, neoliberalizm konseptine uymayan bir olgu. AB bile artık bu rüzgâra karşı sosyal boyutunu koruyamıyor, sosyal devlet hizmetleri hızla piyasalaştırılıp meta-laştırılıyor. Oradan ayrılan kaynaklar sermayeye rekabet gücü sağlaması için tahsis ediliyor. Bu, Türkiye için de geçerli. Türkiye"de de sosyal devlet hızla devre dışı... Gelir eşitsizliği hızla büyüyor, işsizlik artıyor, tarım çözülüyor, kent yoksulları artıyor ama sosyal devlet harcamaları mali disiplin adı altındaki bütçe uygulamaları ile azaltılıyor. AKP; burada kendi "sosyal dayanışma" sistemini ikame ediyor. Normalde sosyal devletin vatandaşla ilişkisinde hak ve sorumluluk ilişkisi içinde bütçeden ayırıp vermesi gereken haklar (kaynaklar), bütçe dışından AKP"nin bir ianesi şeklinde veriliyor. Bunun kaynakları da, başta TOKİ olmak üzere inşaat projelerini alan müteahhitlerden, belediyelerden vakıflar, dernekler yoluyla devşirilen kaynakların islami motiflerle bezenip yoksula dağıtılması ve onu minnettar bırakma esasına dayanıyor. Bu minnettarlık, taban olmaya, militanlığa, partizanlığa tahvil ediliyor. Son günlerde yeniden tırmanan laik, antilaik gerilimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Emekçiler bu saflaşmada nasıl bir pozisyon almalı? Neo-liberalizmi militanca uygulayan AKP iktidarının, ABD"nin ılımlı islami ülke beklentisine cevap vermek için canla başla çabaladığı ve tüm kurumları bu proje doğrultusunda ele geçirmeye çalıştığı ortada. Bu, Çankaya"dan YÖK"e, yargıya, Türk-iş"e medyaya kadar uzadı. Bütün bu çabaların anti-laik çabalar olmanın yanı sıra sınıfsal olduğuna dikkat çekerim. AKP"nin, bu tırmanışı bal gibi sınıfsaldır. Çünkü AKP"nin arkasında giderek palazlanan bir sermaye fraksiyonu olduğu gibi, AKP, iktidarını pekiştirerek arada, ortada duran sermayedarlara mahalle baskısı uygulayarak da onları yanına çekmenin peşindedir. Elindeki özelleştirme projelerini, ihale sistemini kent rantlarını bu yolda pervasızca kullanabilmektedir. Toplumsal dokuyu İslamlaştırma, son tahlilde neoliberalizmin emrindeki AKP"nin yeniden ve yeniden üretmeye çalıştığı mevcut üretim ilişkilerine, bölüşüm ilişkilerine hizmet eder. Bu tırmanışın, zenginlerin daha zengin edildiği, toplumun inanışı ne olursa olsun kalan kesimini de hızla yoksullaştırdığını, sınıfsal farklılıkları pekiştirdiği, toplumu özgürleştirmeyip köleleştirdi-ğini, kadınları tutsaklaştırdığını, toplumu hızla kaderci teslimiyetçi, bir yörüngeye taşıdığını görmemiz gerekiyor. Son olarak küresel ekonomide bir krizin olduğu görülüyor. Bu durum, neo-libealizme eklemlenen Türkiye"ye nasıl yansır? Hayret uyandıran şey, dünyanın global bir köy haline geldiğini işlerine geldiği zaman vurguyla söyleyenlerin, krizin bulaşıcıhğı söz konusu olduğunda, "Bize ulaşmaz, bizi etkilemez" türü yavan ve desteksiz reaksiyonlar vermeleriydi. Bunların başında tabii ki Türkiye"nin Başbakanı ve bakanları geliyor. Bir tür global karanlıkta korkmadığını belirtmek için ıslık çalma çocukluğuna benzeyen bu tavır, derece derece birçok ülkede var. ABD"deki hapşırmanın kendilerini nezle etmeyeceğini sanan AB, anında resesyonun etkisi altına girdi. İddia, yükselen Çin, Hindistan gibi pazarların, bu dönemin ayakta kalan ve direnen ülkeleri olacağı... Niye, neden? Dünya ekonomisinin üçte birini oluşturan ABD resesyona girmişken, onunla iç içe olan AB "de resesyonun ayak sesleri hızla duyulurken, bu iki blokun "tedarikçisi" Çin ve Hindistan nasıl durgunluğun dışında kalacak ki? Ham petrol, doğalgaz başta olmak üzere hammadde üreten Rusya ve Orta Doğu ülkeleri nasıl sürecin dışında kalacaklar ki? Gelelim Türkiye"ye... AKP iktidarı işine gelince dünya ekonomisi ile ne kadar bütünleşildiğini böbürlenerek ifade edenlerden, ama konu kriz, dalgalanma , resesyon olunca bu kadar bütünleşik ekonominin bunun nasıl dışında kalacağı, "bize nasıl bir şey olmayacağı " pek anlatılamıyor. Oysa bize çok şey olur bu çalkantıda. Neden derseniz; Türkiye son 7 yılda, Dünya ekonomisi ile dış ticaret hacmini 265 milyar doların üstüne çıkardı. Dış borç stoku 250 milyar dolara yaklaşıyor. Yüzde 63"ü de özel kesimin. Doğrudan yabancı sermaye ve sıcak para girişleri yıllık 45 milyar doları bulmuş ve ekonomi bu dış kaynak girerse büyüyor, girmezse küçülüyor. Borsada yabancılar yüzde 70"e yakın pay sahibi. Türk sermayedarlarının dış yatırımları 12 milyar dolara ulaşmış durumda. Türkiye, dış ticaretinin yarısından fazlasını AB"ye odaklamış durumda. Bu kadar dünya ekonomisi ile bütünleşmiş bir ekonominin, dünyadaki resesyondan etkilenmemesi mümkün değil ve olmayacaktır. Karanlıkta ıslık çalmakla da korkulardan kurtulmak mümkün değildir. Peki bundan sonra ne olacak? Olabilecekler, olmaya başlamıştır zaten. Borsadaki yabancı yatırımcılar, satıp çıkma eğilimlerini iyice belirtmişlerdir. Bu, TL"den dövize geçişleri hızlandırabilir ve kur ani çıkışlar gösterebilir. Merkez Bankası döviz rezervleri ani dalgalanmaları düzenleye-mezse olabilecekleri düşünmek bile istemezsiniz. Dünyadaki resesyonla yaşanacak küçülme, haliyle ihracata talebi azaltır, sıcak para çıkışı ve gelmesi beklenen doğrudan yabancı sermayenin gelmemesi halinde Türkiye"de 2008 için umulan yüzde 5 büyüme hayal olur. Bu hem aile gelirlerinin azalmasına yol açar hem işsizliğe tüy diker. Kaderlerini IMF ve AB çıpalarına bağlayanlar, bu çıpaların taraması sonucu kendilerini bir anda global akıntının önüne kapılmış bulabilirler. Böylesi dönemlerde gerçek kaybı çalışan, çalışamayan kesimler verir. AKP iktidarının olası ciddi bir çalkantıda B planı olmadığı anlaşılmıştır. Olası resesyon, çalkantı, kriz -her ne olacaksa- durumunda, böylesi konjonktürlerden en olumsuz etkilenen kesimlerle ne tür dayanışma mekanizmaları geliştirilmesi gerektiği, makro ekonomi politikalara ne tür alternatif çıkışlar sunulabileceği üstüne hızla kafa yormakta geç kalmamak gerekiyor.

Bu İçerik 3974 Kez Görüntülendi

Ekonomi Üye Listesi