Şavşat Duvar Gazetesi Kültür ve Sanat
Ağaç Kaçırma
Çayır biçme işinden yorgun bir şekilde eve dönmüştüm. Hamladığım için vücudumun her tarafı ağırıyordu. Soğuk suyla kollarımı ayaklarımı yıkayarak biraz rahatlamaya çalışmış, sonrada yemek yiyerek dinlenmeye çekilmiştim. Vücudumdaki ağrılardan uyumak mümkün değildi. Buna rağmen birara dalmış olacağım ki dışardan gelen tok bir sesle uyandım. Bağıran amcamın oğluydu. Pencereye koştum. Uyku mahmurluğuyla beni çağıran sese cevap verdim.
Amcamın oğlu, akşam kaçağa gideceklerini, benimde katılmak isteyip istemeyeceğimi sormuştu. Kaçakçılığı çok merak ettiğim için ona müsbet cevap verdim. Kısa sürede hazırlanarak amcamlara gittim. Herkes hazırdı ve beni bekliyorlardı. Öküzler aşağı yaylada idi. Önce aşağı yaylaya gidip öküzleri, boyunduruğu ve zincirleri alacak sonrada Tetroba gidecektik. Çünkü Tetrobun düz ve budaksız çam ağaçları ünlüydü. Ardahan köylerinin tercih ettiği ağaç bu bölgenin ağacıydı.
Bütün hazırlıklarımız tamamlanmış, kısa sürede yola koyulmuştuk. Amcamın büyük oğlu, küçük oğlu ve ben karanlıklar arasında köyden uzaklaştık. Aşağı yayla ile köyümüz arasında engebeli ve dik sekiz kilometrelik bir mesafe var. Yol tamamen ormanlık içinden ve büyük çay boyunca devam eden bir yoldu. Karanlıklar arasında sesiz ve ışıksız bir şekilde hızla yolalmaya çalışıyoruz. Gözgözü görmüyor. Etraftan köpek ve yabani hayvan sesleri geliyor. Yaz sıcağının etkisiyle çayırlara yayılmış böcekler ahenki bir koro tutturmuşlar. Gece kuşları sesizliğin aykırı sesi olarak bir boşluğu yarıyor, bir kayboluyorlar. Köyden uzaklaşıp ormanların arasına girinceye kadar içimizde bir korku yok. Ama ormanın başladığı yerden itibaren içimizde bir korku başlıyor. Kafamızda bir sürü kabus hikayeleri. En cılız bir ses, küçük bir ışık ürpermemize yetiyor bile.Hele çocukluğumuzda duyduğumuz peri hikayeleri. romrom masalları, hortlak anıları birer birer gözümüzde canlanıyor. Korktukça birbirimize sokuluyoruz. Ayaklarımızın nereye bastığını tam bilmeden düşe kalka yürüyoruz.
Korku ve endişeye rağmen tabiatın karanlık güzelliği,kenarından yürüdüğümüz çayın sesi ve hiç ara vermeden devam eden gece kuşlarının çığlıkları bizi uzak hayallere götürüyor. Bu esrarengiz manzaranın korkuyla karışık heyecanını iliklerimize kadar hissediyoruz. Köyden iyice uzaklaştığımız için ıslık çalmalar, sohbetler, anlatılan gece hikayeleri birbirini kovalıyor. Nihayet yorucu bir yolculuğun ardından yaylaya varıyoruz.
Yayladan öküzleri almış Tetroba geri dönmüştük. Uzun ve kalın bir ağacı öküzlerin boyunduruğuna zincirle bağlayıp Tetrop'tan yola koyulmuştuk. Asıl macera şimdi başlıyordu. Bir yandan Orman Bakımcıları'nın yakalayacağı korkusu, öbür yandan karanlığın ve içinden geçeceğimiz yol güzergahının bize hazırladığı tehlikeler, fazlasıyla, macera yaşayacağımızın ipuçlarını veriyorlardı. Hem korkuyor, hemde heyecanlanıyorduk.
Uzun süren ve bizi iyice yoran bir yolculuğun ardından nihayet aşağı yaylaya varmıştık. Yaylada biraz dinlenip sonra yola koyulduk. Aşağı yaylada kimse yoktu. Herkes yukarı yaylaya taşınmıştı. Birkaç sünepe köpek ve yayla kaçkını büyük baş hayvanlar dışında her taraf ıssızdı. Aşağı yayla ile yukarı yayla arasında beş kilometre yol vardı. Fakat yol çok dik ve zorlu bir yoldu. Etrafı kimi yerde yüksek kayalıklar,kimi yerlerdede dik yamaçlarla çevriliydi. Yolda yürüdüğümüz esnada dik yamaçlardan küçük kayalar yuvarlanıyor, bizi çok korkutuyorlardı. Yolumuza tilki, tavşan gibi yaban hayvanlarının çıktığı da oluyordu. En çok korktuğumuz şey ayının çıkabileceği idi. Çünkü ayılarla ilgili anlatılan hikayeler hiç hafızamızdan silinmeyen hikayelerdi. Bazen insanları taşladıkları, bazen insanların suratına tükürdükleri, bazen hayvanların omuzlarına atlayıp onu parçalayabildikleri ve bazen de insanları ölünceye kadar dövebildikleri hikayelerini çok dinlemiştik. Hafızamızda bu hikayeler varken ayı ile karşılaşmak bizim için kabus olabilirdi. Neyseki bütün bu saydıklarımın hiçbiri olmadı ve sağsalim yukarı yaylaya ulaştık. Ağacı yaylanın kenarına çekerek üstünü pikal taşlarıyla, ğalo yapraklarıyla örtmek suretiyle kamufle ettik
Yukarı yaylada bir iki saat dinlendikten sonra tekrar yola koyulduk. Yolumuz artık düz ve tehlikesiz bir yoldu. Boş bir arazide Fayatlı yaylasına kadar yolalmak zorundaydık. Orman Bakımcısının bizi yakalayabileceği tehlikesi hala sürüyordu. Her an yakayı ele verebilirdik.
İki saat süren yolculuğun ardından Fayatlı yaylasına vardık. Hem çok yorulmuş, hemde çok acıkmıştık. Sabahın serin ve alaca karanlığında kivremizin kapısına yanaştık. Alçak bir tonla yayla kapısını tıklattık. Kirvemiz telaşla yerinden kalkmış,don paça karşımıza dikilmişti. Apar topar bizi içeri aldı. Kendisi de, çoban paltosunu sırtına alarak ağacı uygun bir yere saklamaya gitti. Amacımız gerçekleşmişti, şansımız yaver gitmiş kazasız belasız kaçağı gerçekleştirmiştik. Artık hüner kirvemizde idi. Ağacı en iyi fiyatla satmak onun işiydi. Ona güveniyorduk ve işlerin ters gitmeyeceğini biliyorduk.Çünkü kirvelik bizde çok önemliydi. Kirvelik kardeşlik, yarenlik, dostluk demekti. Güven, sevgi ve yardımlaşma demekti. Ne pahasına olursa olsun Kirveliğin şanına yakışan neyse o yapılırdı. Öyle de oldu
Zakir Taşdemir - 14.11.2006 TBMM
Bu İçerik 13936 Kez Görüntülendi