Şavşat Duvar Gazetesi Kültür ve Sanat
Kara Sakızım
Öğleden sonra ormana kayın kesmeye ve sakız için kabuk toplamaya gidilecekti. Çeşme başında su doldururken kadınlardan biri ‘Annene söyle oda bizimle gelsin” dedi. Güğümü kaptığım gibi eve yollandım. Anne kadınları süpürge kesmeye gideceklerini söyledim, annem de ben de gider bir saate dönerim dedi. Her zamanki tavrım devreye girdi, bende geleceğim dedim. Annem olmazlarını sayarken hiçbirini dinlemedim, gideceğim demiştim başka yolu yoktu. Aklıma koyduğum şeyi her yaşta yapmışımdır. Annemin diretmeleri, caydırma politikası hiçbir işe yaramadı. Zavallı kadın eşek inadımı bildiği için çaresiz gel de gör dedi.
Bıçağını, çuvallarını alan korda geldi, toplanıp gidecektik. Kadınlarda bana takmışlar ne işim varmış yürüyemezmişim, falan filan sayıp durdular ama benim boğa burcu inadım, hiçbir kadına pabuç bırakmazdı. Yorulunca seni orda bırakırız tehditleri altında yola kovulduk. Ben mi yorulacaktım, kendilerine baksınlar hepsi yaşlı deyip güldüm içten içe. Bir saatlik yürüyüşün ardından yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Epey yokuş tırmandık nihayet kayınlığın tepesine geldim. Kadınlar, zavallı kayın ağaçlarına dört koldan saldırmaya başladılar. Bir yandan dallarını kesiyorlar diğer yandan gövdesinden kabuklarını soyuyorlardı. Sessizce oturmuş onları izliyordum. İzlerken masal dünyasının kapısından içeriye sızdım, bu kadınlar o masallarda ki kötü cadılar mıydı? Hepsini bir kahraman kimliğine sokuyor içten içe öç alıyordum onlardan. Mücadeleleri nihayet bitti. Kayınları öksüz koyup bir ton süpürgelik kestiler, ortalarından iple bağlayıp bayırdan aşağıya yuvarladılar. Çuvallara topladıkları kayın kabuklarını da sırtlanıp evin yolunu tutarken öğretmenimin dedikleri kulaklarımda çınlıyordu. ‘Çocuklar ağaçlar da bizim gibi canlıdırlar, onlara zarar vermeyin, canlarını yakmayın” demişti. Bu kadınlar çok can yakmışlardı vay be!
Bayırdan aşağıya indik, yuvarladığımız kayınları, kadınlar kucaklayıp sırtladılar. Biraz yürüyüşten sonra yaylaya döndük. Yorulmuştum ama hiç birine de belli etmedim. Olayın ilk olunuş halinde bulunmak büyütmüştü beni düşüncelerimde.
Yaylaya dönmüştük. Süpürgelikler hazırlanmaya başladı, yeşil yapraklar seçildi, ince dallar ayıklandı. Süpürgeliklerin başları bıçakla inceltildi. Yapılanlar bir kenarda biriktirildi. Sonra dört yerlerinden çinalla bağlandılar. Tekmelerle çınalları sıkıştırıyorlardı. Kayın ağaçları süpürge olmuştu bir anda. Bende küçük dalları onlar gibi yaptım, hiç bir şeyden geri kalamazdım. Hem bir sürüde modelim vardı izlediğim, uçlarını kesmiştim ama bağlama işini yapamazdım Allahtan olaya annem müdahale etti de küçük süpürgemi bağladı. Okuduğum ‘Yedi Cüceler” kitabının kahramanlarına karışabilirdim şimdi minik süpürgemle. Süpürge işi bitmişti nihayetinde, yaşasın sakız işine girecektik!
Sakız için toplanan kayınlar özenle temizlendi, seçildi ve kurutuldu bacaların üstünde. Kayın sakızını çok çiğnemiştim ama yapılışının her karesinde yer almamıştım. Şimdi tanık olacağımı düşündükçe heyecanlanıyordum.
Yaşlı bir teyze bu işte uzmandı, torlanıp toplanıp onun yaylasına gittik. Yaylanın ortasında ocakta kocaman ateş yaktılar. Masallarda ki kadar kocaman bir güveci ateşin ortasına yerleştirdiler. Güveç yavaş yavaş kızarıyordu. Ben arada boyut değiştirip ‘Ali Babanın Haramilerinin” kılığına girip ateşin altına odun atıyordum. Güveç tamamen ateş topu olmuştu, bir yanda kayınlar tereyağıyla yağlanıyordu. Güveç kenara alındı. İçine yağlanmış kayın parçaları atıldı. Bir anda alev aldı güvecin içi. Aman Allah’ım sakızımız yanıyordu olamazdı! Yanıyor diye ben çığlık attım ama kimse oralı olmadı meğer işin oluş kısmı böyleymiş. Güvecin içinde kayınlar katran gibi fokurdamaya başladı. Yaşlı teyze içine sırık büyüklüğünde bir sopa koymuş karıştırıyordu. Alevlerin etkisiyle de boncuk boncuk ter döküyordu. Beklenen an gelmişti sakızımız oluyordu.
Soğuk su dolu bir kabın içine güveç boşaltıldı. Masal tılsımı devam ediyordu. Haramilerin küplerinden buhar fışkırıyordu. Güvecin içinden sakız, soğuk suya boşaltıldığında hem duman hem de silah patlaması gibi gürültü çıkmıştı. İki dünya arasında gidip gelirken nihayetinde karasakızım yaşlı teyzenin ellerinde şekilleniyordu. Oldu dedi bir parça koparıp ağzına attı, küçük bir parçada bana verdi. A’ sından Z ‘ sine kadar her anına tanık olmuştum karasakızın. O karasakızlar ki, İstanbul’daki, Bursa’da ki evlatların tatil zamanlarına büyük özenle hazırlanıp, saklanırdı.
Aradan yirmi üç yıl gibi bir süre geçmiş karasakızın yapılışına tanıklık etmemin üstünden. Bugün dünyanın başka bir coğrafyasındayım, benim yine bir çeğnem karasakızım var. Bu yerli kayından değil, Fransız kayınından da olsa da benim karasakızım var. Ardanuçlu bir abim var burada yaşayan, bahçesinde kayın ağacı var. Oradan kayın toplamış, seçmiş, kurutmuş, yağlamış güveç yerine teflon tencerede karasakız yapmış. Gittiğimde bana da verdi. Düşünüyorum da anılar insanın peşini başka coğrafyada da bırakmıyor.Memleketim kokmasa da karasakız beni anılarıma yakın tuttuğu için özelliğini hala koruyor yüreğimde.
Karasakız çiğnemek bir sanattır, herkes beceremez bu sanatı. Acemiler otuz iki dişini bir anda kara kaplama yapar. Dans eder gibi çiğnenmeli karasakız, bastırılmadan…
Sevgilerle
Bu İçerik 16939 Kez Görüntülendi