Şavşat Duvar Gazetesi Kültür ve Sanat
Lambalı Radyo
Düğmesine bastığınızda ya da sizden çok uzakta olan haberin, müziğin, şiirin, paylaşımın ses dalgaları içinden akıp gelerek size ulaşmasını sağlayan bir kutu, sihirli kutu , yıl 1981 Pazar öğle sonralarını iple çeker, evin en değerlsi gibi baş köşeye yerleştirilmiş ve üzeri en değerli oyalarla süslü dantellerle örtülü olan, Delta marka lamblı radyonun hemen önünde, sandalyeye oturur, mikrofonların Bolu'ya, Samsun'a, Ankara'ya ve ille de İstanbul Fenerbahçe Stadı'na bağlanmasını büyük bir haz ile beklerdim. Yıllar boyu unutmadığım hala kulaklarımda bir sinyal müziğinin ardından, "Türkiye Birinci Futbol Ligi maçlarının naklen yayını" başlar,
Şavşat orman işletmesi üstündeki dar ve viraJlı ve toprak olan Atatürk cad. ve iki -üç katlı evler sıralı çatıları saçla kaplı mahallelerin dar, kavisli, inişli, çıkışlı sokak araları . Büyük demir yada ağaç kapılar. Yaz aylarında açık kapılar. Sokaklar asfaltsız toprak çoğu yerde sadece ana cadde Şavşatın taş parkeli caddesi. Hatırıma çocukluğum geliyor o an. O toprak sokaklarda çocukluk yıllarımı hatırlıyorum.-Yakan top-, mila -citti kuku - saklanbaç oyunlarını, arkadaşlarımla oynadığım o günler gözümde canlanıyor. top oynarken babamın akşam ezanında evde isterim seni uyarısı babamın izin sınırını aşmanın zevki tarif edilemez. Saat 19.00, Radyoda Acanslar başlamıştır dere tarafında nail amcanın lambalı radyosunun sesi alabildiğine açık ve o şekilde radyoyu dinlerdi bende ya bu adamın kulakları normal fakat başı ağarmıyormu diye merak ederdim .nail amca radyoyu pencere kenarına koyardı. TRT nin spor haberlerinin müziği- pırogram başları ve sonlarındaki özgün müzik sinyalleri hala hafızamda dır .Alacakaranlığın ve babamın korkusuyla hemen eve gelirdim. Annem karşılardı beni vuuuuy bu halın nadur ola baban gormasın çabuk yıka elin yüzün diyerek bağırırdı tabi ben lavaboda yıkanırken sokağın toprağı çamuru suyla beraber ellerimden, yüzümden ve ayaklarımdan akardı. Misafir odamızda akşamın sekizinde başlayan radyo tiyatrosunda --levini -- dinlemek hep yemek anına denk gelirdi. Annemin hazırladığı peynirli kete ve bal ve xingalın tadı nasıl unutulur . Babam zevkinden adındaki şarkıyı büyük zevkle söylerdi . Saat akşamın dokuzuna radyoda masal saati vakti gelirdi. Evde çay içilirdi o saatlerde sevgili eniştem ilter hoca ve sevgili halam hayati hanımda bizlerledirler çay bardaklarının tıngırtısı muhabbet ve gürültüden dolayı kulağımı radyonun hoparlörüne dayıyarak dinlerdim masalcı ablayı....uyku saati okul ve babamın mesleği icabı gece erken saatte SAAT onda başlardı. Lambalar sönerdi. herkes uykusunda olurdu, bense hemen kalkar lambalı radyoyu alarak yorgan altına sokuşturup üzerimi sıkıca kapatırdım lambaların işıkları fark edilmesin diye. Sonra yavaşça açardım radyoyu Bedia Akartürk ardından Nurhan Damcıoğlu yangın var diyor şarkısında.. Osman Özdenkçi yönetiminde yurttan sesler dinlerdik lambalı radyomuzdan, Pazartesi akşamları radyo tiyatrosu dinlemek için geçerdik radyonun başına .
Ben memleket sevdalısıyım. İnsanıma aşığım. . . . . Kaybolan değerlere, yitip giden özümüze, kültürümüze hasretim. Hatırlarmısınız her gün yemeğe misafirimiz olurdu , gelmezler ise üzülürdük, şimdi gelecekler diye ödümüz kopmakta… Ne televizyonumuz vardı, ne buzdolabı, sohbet ederdik ve anlardık birbirimizi.Hoşgörü ile bakardı insanlar birbirlerine...
TV ve radyoyu ele alalım. 1950’lerde tek bir Ankara Radyosu vardı. Yurttan sesler, cumartesi akşam beşteki Çocuk Saati vb. programlarda Anadolu kültürü incelenir, önüne gelen çıkıp konuşamazdı. Benzeri durum sanırım 1968’lerin sonunda yayına başlayan tek kanal TV için de geçerli idi. Kısacası belli kısıtlamalar ve devlet denetimi gibi sakıncaların olmasına karşın sunucular, oyuncular, ses sanatçıları vb. belli bir düzeyin üstünde idi, dinleyenlere ve izleyenlere belli bir kültür aşılarlardı.
Yazılı basını ele alırsak teknolojik yoksunluktan dolayı kırk elli sayfalık gazeteler vb. çıkartılamazdı. O günlerin deyişiyle belli görüşü savunan kalemler, çok az sayıdaki yayın organında görüşlerini savunurlardı. Ve yine okuyucuyu bilgilendirirlerdi.
Teknolojinin getirdiği yetenekler ve özgürlük sonucu sayısını bilemediğim kadar çok basılı yayın, radyo ve televizyon kapılarını herkese açmış durumda. Bilir bilmez herkes oturumlara katılıyor, görüş bildirdiğini sanıyor, sanat olduğu savunulan danslar, şarkılar, TV dizileri vb. halkı olabildiğince cehalet uçurumuna itmekte. Adeta insanlarla alay edilip uyutulmakta...
Radyo dalgalarının icadından kısa bir süre sonra insanların hayatına giren ilk radyo alıcılarına, günümüzde antikacılarda rastlamak mümkün. Bu radyolar günümüzde yaşlı genç demeden birçok kişinin ilgisini çekiyor.
Türk insanının hayatına resmen 27 Nisan 1926’da giren radyo, zamanla büyük bir hayran kitlesi oluşturdu. Giderek radyo yayınları çoğaldı. İstanbul, Ankara ve İzmir radyoları yayına başladı; ancak savaşlardan yeni çıkan ülkede maddi imkanların yetersizliği sebebiyle çoğu insan bu büyülü kutulara uzaktan bakmak zorunda kaldı. Yurtdışına çalışmaya giden gurbetçiler, izin dönüşlerinde hediye olarak getirdi bu büyük radyoları...
İrfan Yalduz
Bu İçerik 16341 Kez Görüntülendi