Şavşat Duvar Gazetesi Yaşam
Çocukluğumun Kurban Bayramları
Çocukluğumun Kurban Bayramları
Bütün bayramlar sevinç, neşe ve mutluluk kaynağıdır. Dini veya milli bayram olması bu açıdan fark etmez. Fark eden ise dini bayramlardan kurban bayramının bir ibadetin yapıldığı bayram olması ve her iki dini bayramın da açısından akraba, eş dost, hasta, yaşlı, düşkün, öksüz ve kimsesizlerin ziyaretinin bir ibadet sorumluluğu ile yerine getirilmesidir.
Kırk yıl öncesine denk gelen çocukluğumda köyümüzde ve bize yakın köylerde kurban bayramlarının nasıl kutlandığını, bu bayramın kutlanmasının çocukça duygularımda bıraktığı tatları paylaşmak istedim, becerebildiğim kadarıyla. Belki yazdıklarım bazıları için sıkıcı olabilir, ama eğer okuma fırsatı bulan bazılarımızı o günlere götürebilir de kısa bir duygu paylaşımı olursa mutluluğu birlikte yaşarız diye düşündüm. Ayrıca şimdi yirmili yaşlarda olan çocuklarımız, kısmet olursa torunlarımız için de geçmişte yaşananlar hakkında amatörce kısa mesajlar bırakmış oluruz belki.
Neyse 1960’lı yılların sonu ve 1970’li yılların başlarında köyümüzün nüfusu belki de en yoğun durumdaydı, çünkü henüz şehirlere büyük çaplı göç başlamamıştı. Sanırım iki bin civarında insan yaşıyordu. 360 haneden fazla olan köyümüzde geçimin tamamı tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. Daha yeni yeni öğretmenlik ve çay fabrikaları ile sağlık hizmetleri sektöründe işçi ve memur olarak başlayan köylülerimiz vardı. Tabii memuriyette birinci nesil olarak nitelendirebileceğimiz Köy Enstitüsü mezunu eğitmen ve öğretmenleri saymaysak.
Köyümüzün okulunda 6, 7 hatta bazen 8 öğretmen olurdu. Öğrenci sayımız 300’ün üzerinde idi. İlkokulumuzun gün sonu ders bitiş zili çalınca mahallelere doğru uzayan ince patika yollar, tarlaları birbirinden ayıran sınır bölümleri adeta siyah önlüklü çocukların tespih tanesi gibi dizildiği görüntüler oluştururdu.
Büyüklerimizin yaşadığı 1950’li yıllara kadar daha ağır şartları olsa da çocukluğumuzda da geçim öğle kolay olmuyordu. İnsanlar sene 365 gün çalışıyor, hayvancılık yapıyor, dere tepe, orman bayır bulduğu her karış toprağı işliyor yine de yetmediği için bir de çayır biçim ırgatlığına gidiliyordu 15-20 gün başka diyarlara.
Köylümüzün önemli bir bölümü fakirdi, bu nedenle et tüketimi yok gibiydi nerdeyse. Bayramdan bayrama et tüketilebiliyordu. Durumu iyi olan aileler, ki bunlar koca köyde sınırlı sayıdaydı, sonbaharda bir büyük baş hayvan ile bir iki de kısır koyun keserek karıştırıp kavurma yapar ve tenekelere basarak kış boyunca yerlerdi. Ahalinin diğer kesimi ise bazen tavuk eti yiyebilirlerdi, bazen de hastalanan hayvanların kesilmesi zorunluluğu nedeniyle et yiyebilirlerdi. Bu şekilde kesilen hayvanın bir kısmı da konu komşuya bir bedel karşılığı dağıtılır ve böylece yardımlaşılırdı. Bir de pancarcı zamanı yaylada 15-20 kişilik grupların kebap yemelerini belirtebiliriz.
Bu nedenle kurban bayramlarının daha da ayrı bir yeri vardı köylümüz için. Geçim zorluğu çekilse bile köy halkının %60-70’i kurban keserdi ibadet duygusuyla, bu da büyük bir bolluk demekti hem bayram günleri hem de onu takip eden birkaç gün, eğer mevsim kış ise bu birkaç gün biraz daha fazla olurdu, yok bayram sıcak mevsime gelmişse elektriğin, şimdinin buzdolaplarının olmadığı köyümüzde bozulacak gıda maddesi saklamak oldukça zordu.
Köylümüz kurban bayramından üç dört ay önce kurban keseceği hayvanını belirler ve artık ona daha bir itina ile bakardı. Kurban kesen her ailede hayvan bulunduğu için ya evinde beslediği hayvanlardan ayırırdı ya da kendisinde yoksa komşusundan, köylüsünden alırdı kurbanlığını. Küçük baş hayvanlar kurban edildiği gibi, büyükbaş hayvanlar da hisseli olarak kurban edilirdi. Zaten ata erkil aile düzeni henüz bozulmadığı için bir hanede baba oğul ve diğer akrabalar bir kurban hissedarı olurlardı.
Küçükbaş hayvan kesenler genellikle koç keserlerdi. Zira koyun hem süt, hem de kuzu doğurma kapasitesi olan ekonomik değerdi. Büyükbaş hayvan kesenler ise daha ziyade kısır inek ya da düve keserlerdi, çünkü erkek hayvan öküz demekti ve çifte koşulan, yük taşıyan önemli bir iş gücü olduğu için daha fazla değerliydi elbette.
Kurban bayramı yaklaştıkça kurbanlık hayvanın bakımında daha fazla titizlik gösterilirdi, ara sıra ot ve samanla beraber arpa yedirilir, ekmek ıslatılır, ara sıra da hamur yedirilirdi. Ayrıca büyükbaş hayvan tımar edilirdi sık sık. Kurbanlık olan eğer koç ise, başı ve sırtı boyanarak süslenirdi adeta. Bazen de diğer sürüden ayrılır ve samanlığa kapatılırdı gönlünce yesin diye. Biz çocuklar zaman zaman gider orada severdik hem de korkardık, çünkü toslardı bazen dolama boynuzlarıyla, tehlikeli olurdu.
Kurban bayramının gelişi arife günü artık kendisini iyice hissettirirdi. Öncelikle büyüklerimizin kıldıkları namazlardan sonra diğer günlerden farklı olarak arife günü sabah namazından itibaren bizimde zaman zaman duyabileceğimiz şekilde tekbir getirmesinden anlardık. Ayrıca yapılan bayram temizliği, ikram edilecek yemeklerin yapılması, kurban kesiminde kullanılacak aletlerin hazırlanması ve fakir fukara, dost akraba ile konu komşuya dağıtılacak kurban etlerinin takılacağı, çoğunluğu kolay şekillenebilen soç odunundan ağaç şişlerin yapılması da güzel ve tatlı bir bayram öncesi sıcaklığını yansıtırdı, çocuk ruhumuza ve sevincimizin adeta fitilini arife gününden ateşlerdi.
Akşamı zar zor ederdik, ertesi gün başlayacak bayrama erişmek için. Büyüklerimiz sabah bayram namazı için erken yatmamızı öğütlerlerdi. Zira bayram namazına, sabah namazını da camide eda edecek şekilde erken gidilirdi.
Sabah imsak atmaya başlayınca bizi de kaldırırlardı anne babamız, bayramlıklarımızı giyerdik. Öğle bayramlık deyince şimdiki nesillerimizin yeni alındığı halde beğenmekte zorlandıkları giysi ve ayakkabılar değildi hani. Günü birlik giymediğimiz urbalar giyerdik. Ayakkabılarda zaten kara Trabzon lastiği malum her zaman giyileninden tabii.
Erkekler bayram namazı için evden çıkmadan herkes kalkmış olurdu, evde yaşlı genç, çoluk çocuk varsa bebeklerin dışında. Evden çıkarken babam ve amcamlar babaannemin elini öperler, eşlerine de Allaha ısmarladık derlerdi. Amcam yaşça küçük olduğu için rahmetli annemin elini öpmeyi hiç ihmal etmezdi. Çünkü annem eve gelin geldiğinde amcam 8-9 yaşlarında bir çocukmuş. Bizde babaannemizin, yengemizin ve annemizin daha namaza giderken ellerinden öper hayır dualarını alırdık.
Evden camiye giderken zaman zaman içten tekbir getirmemizi öğütlerdi babam ve amcam. Biz mahallemizden camiye doğru gaz yakıtlı gemici feneri ile giderken, değişik mahallelerden de diğer köylülerimizin gemici fenerleri ile camiye doğru akın ettiğini görürdük. Camiye vardığımızda sabah namazının kılınacağı son vakitler olurdu. Önce cemaatle sabah namazı kılınırdı ve farzın bitiminde cemaatin gür sesle getirdiği tekbirlerle inlerdi camimiz.
Köyümüzün cami imamı da genellikle köylümüz olurdu ve bayram namazına kadar olan süreyi vaazı nasihat ile değerlendirir ve kurban ibadeti hakkında gerekli bilgileri aktarırdı cemaatine.
Bayram namazı vakti gelince imam namazın kılınışını anlatırdı ve sonra 3-4 gönüllü müezzin ortak nida ile namaza ve niyet etmeye davet ederler ve tekbirlerle kılardık bayram namazını. Namaz bitince önce camide bayramlaşırdı köylüler. Sonra camiden evimize kadar yol güzergahında yer alan hala, dayı gibi çok yakın akrabalarla ayak üstü bayramlaşırdık.
Namaz çıkışı daha eve gelmeden amcam ve babam önce aile mezarlığına uğrar baba, dede ve diğer ölmüşlerine dua okurlardı. Sonra eve gelinirdi. Ve evdekilerle bayramlaşılırdı. Kurban kesiminden önce özel hazırlanmış sabah yemeği yenilirdi. O günlere özel pişi, lokum gibi menüler olurdu. Gerçi kurban kesmeye niyetli olan amcam ve babam genellikle kurbanı kesimine kadar oruçlu gibi olur bir şey yemez ve içmezlerdi. Kurban kesildikten sonra kurban eti ile sabah yemeklerini yerlerdi.
Yemekten sonra, eğer kesilecek kurban koç veya koyun ise biraz daha beslensin diye bırakıldığı samanlıktan alınır, harmanda özel hazırlanmış kesim yerine nazikçe getirilir ve tekbirler eşliğinde kesilirdi. Şayet çok hisseli büyük baş hayvan kesilecekse diğer hissedarların da gelmesi beklenir ve böylece kurban kesilirdi.
Kesilen kurbanlar hızla soyulur, küçük parçalara ayrılır ve ortaklara düşen paylarda üçe bölünürdü. Bir hissesi eve, bir hissesi konu komşu, dost akrabaya ve bir hissesi de fakir fukaraya ayrılırdı. Konu komşu, dost akrabanın kurban kesip kesmediğine bakılmaksızın kurban eti verilirdi. Ayrıca mahallenin çocuk ve gençleri arasında, kimin daha erken kurban tikesi dağıtacağı ve erken bitireceği adeta yarışma konusu olurdu. Ağaç şişlere takılmış kurban tikelerini tepsi, külek ya da kalata doldurup dağıtırdık mahallede kapı kapı. Eve döndüğümüzde ise kuzine sobanın fırınında patatesli kurban etinin bolca konulduğu yemek kokuları alırdık ve her zaman yiyemediğimiz eti doya doya yerdik.
Sonrasında evimize ziyarete gelenlerle bayramlaşılır ve bizde bayram ziyaretlerine giderdik. Bu ziyaretler bayramın son gününe kadar sürerdi ve biz bir taraftan da mevsimine uygun türlü oyunlar oynardık, bunla birdir bir, koco, sek sek, saklambaç, mila, pati (beştaş) ,bazen de çotumelli olurdu. Mutlu olurduk vesselam.
21.01.2010, Ankara
Kibar Altunal
Bu İçerik 1010 Kez Görüntülendi