Haberler
Ya Doğa Korunur Ya da Turizm Unutulur
Artvin ve Rize bölgesinde yapımına başlanan veya EPDK’dan ruhsat alarak başlama hazırlıkları yapılan Hidro Elektrik Santrallerinin, Karadeniz bölgesine zarar vereceği belirtildi.
Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç.Dr. Oğuz Kurdoğlu, enerji koridoru içinde yer alan başta Artvin ili olmak üzere Rize bölgesinde yapımına başlanan HES’lerle ilgili olarak 08 Haber gazetesine akademik görüşlerini aktardı.
Kurdoğlu, “Eğer bir vadi enerji üretim fabrikası olarak hizmet veriyor ise turizm merkezi olma hayali ancak hayalde kalır.”dedi. Bir taraftan enerji elde edelim derken bir taraftan da turizm yapmanın hayal olduğunu söyleyen Kurdoğlu, Rize ve Artvin illerinde en az 180 HES inşaatı söz konusu olacaktır ve özel turizm gelişim ve kayak merkezleri ilan edilen yöre, HES ve kablo-direk merkezleri haline getirilecektir.” diyerek eleştirilerini yöneltti.
Mesleği gereği Artvin ormanlarını, dağ dağ, tepe tepe gezdiklerini belirten Kurdoğlu, “Yine bu amaçla su, orman, yayla, mera gibi bozulmamış doğal kaynakların ölçüsüz yatırım baskısı altında oldukları ortadadır.” dedi. Özellikle hidroelektrik santraller ve barajlar, günümüzde özellikle Artvin ve Rize doğal sistemleri üzerinde büyük tahribatlar yapmaktadır. Bu yapıların yanı sıra yol inşaatları ve madencilik, aslında tüm yaşam destek sistemlerini tehdit eder boyutlardadır ve doğaldır ki bozulmamış ekosistemlere temellendirilmiş turizmin bugününü ve geleceğini de yok etmektedir.” ifadelerini kullandı.
Yrd. Doç.Dr. Oğuz Kurdoğlu’nun HES’ler üzerine görüşleri şöyle:
“Bilindiği gibi doğa-insan ilişkileri varoluştan beri sürekli sorunlu olmuştur. Çünkü insan nüfusu ve talepleri hızla artmaktadır ve bu durum ciddi sorunların ana kaynağı durumundadır.
Ancak bu sorunların varlığı doğanın korunmasını göz ardı etmeyi gerektirmemelidir. Nihayetinde doğal kaynaklar, ülkenin kalkınmasında kullanılmalı ancak yok edilmemelidir. Çünkü yaşamın varlığını sürdürebilmesi de doğal kaynakların varlığıyla doğrudan ilişkilidir.
Son yıllarda keşfetmeye, doğal alanlara ve kırsal yaşama dayalı turizme eğilim çok hızla artmaktadır. Doğa temelli turizm, dağlara, ormanlara, göllere, bozulmamış ekosistemlere ve geleneksel kültürel kaynaklara ihtiyaç gösteren bir turizm türüdür. Bu açıdan değerlendirildiğinde; bozulmamış ekosistemler ve geleneksel kırsal yaşamın en özgün örneklerinin çoklukla bulunduğu Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin, iyi planlamalar ve çevre korumalı kalkınma modelleriyle turizm pastasından daha büyük pay alabilme konusunda şanslı durumda oldukları görülmektedir. Buna paralel olarak denilebilir ki Artvin ve Rize, ülkemizin yakın gelecekte turizmden en fazla yarar sağlayacak yöresi durumundadır.
Ancak doğal sistemlerin bozulmamış olduğu ve geleneksel yaşamın varlığını sürdürdüğü yörelerdeki mevcut bu yapı, aynı zamanda tüm ülke için kullanılacak kaynaklar anlamına da gelmektedir.
Yine bu amaçla su, orman, yayla, mera gibi bozulmamış doğal kaynakların ölçüsüz yatırım baskısı altında oldukları ortadadır. Özellikle hidroelektrik santraller ve barajlar, günümüzde özellikle Artvin ve Rize doğal sistemleri üzerinde büyük tahribatlar yapmaktadır. Bu yapıların yanı sıra yol inşaatları ve madencilik, aslında tüm yaşam destek sistemlerini tehdit eder boyutlardadır ve doğaldır ki bozulmamış ekosistemlere temellendirilmiş turizmin bugününü ve geleceğini de yok etmektedir.
Artvin’in ve Turizmin Geleceği için Tüm Enerji Yatırımları Tartışılmalıdır
Turizm etkinliği içerisinde bulunanlar bilirler ki bir ülkeye turist çekmede, doğal güzellikler, bozulmamış kırsal yerleşimler ve tarihi mekânlar değerlendirilmektedir. Nitekim ülkemize gelen turistlerin ilgi gösterdikleri çekiciliklerin başında doğanın korunduğu bir alan ve yerel geleneklerin bulunabileceği bir yer ilk iki sırayı almıştır. Bu açıdan değerlendirildiğinde; doğal ve kültürel kaynakların zenginliği ile büyük bir potansiyel ortaya koyan bölgemiz son yıllarda artan bir taleple karşı karşıyadır.
Yabancı turist talebi her ne kadar yerli turist talebi düzeyine ulaşamasa da yakın gelecekte atılacak doğru adımların bu gelişmeyi de sağlayacağı düşünülmektedir. Ancak öncelikle oluşturulacak yerli turist talebi asla küçümsenmemelidir. Şöyle ki iç turizm; Doğu Karadeniz’deki çok sayıda az gelişmiş yörenin ekonomik refahına önemli katkıda bulunur ve gelir dağılımındaki dengeyi sağlamaya katkı yapabilir. Dış pazara bağımlı olmadığı için uluslararası krizlerden daha az etkilenebilir ve küçük işletmelerin daha sağlam bir yapı kazanmasına destek olur.
Ancak kimi yatırımlar! Doğal kaynaklarda düşüşe neden oluyorsa, turizmin sonu geliyor demektir. Öyleyse Artvin ve Rize illerindeki olağanüstü güzel vadilerde öncelik doğayı korumaya ve küçük ölçekli turizm yatırımlarına verilmelidir. Bu açıdan yaklaşıldığında bölge için en uygun olduğu düşünülen turizm tipinin, korumayı ve yerel gelişmeyi ön planda tutan doğa temelli bir turizm çeşidi olan eko turizm olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Ne yazık ki turizm için bile son derece hassas kullanılmasını önerdiğimiz doğal kaynakların ve kültürel mirasın, yatırım bahanesiyle yok edilme sürecine girdiğini söylemek, bir gerçeğin altını kalın çizgilerle çizmek demektir. Rize ve Artvin illerinde en az 180 HES inşaatı söz konusu olacaktır ve özel turizm gelişim ve kayak merkezleri ilan edilen yöre, HES ve kablo-direk merkezleri haline getirilecektir. Son on beş yıldır akademik ve idari çevrelerde Doğu Karadeniz’in özellikle de Rize Artvin bölümünün ülkemizin en özel doğa turizm merkezi olması ve yükselen talep nedeniyle son derece özenli ve akılcı planlanması gereği üzerine kitaplar dolusu bilgi üretilirken, bu çabaları ve tüm doğal değerleri yok edecek gelişmelere akıl almaz bir hızla geçiş yapılabilmesi, sağlıklı bir aklın algılayabileceğinden çok daha büyük bir travmadır.
Planlanan enerji yatırımlarının onda birinin bile yapılması durumunda, bölgedeki doğa temelli turizm faaliyetlerinin başlamadan biteceği gün gibi açıktır. Oysa İklim değişikliliğinin turizmi de etkileyeceği, sıcaklık artışının Akdeniz’e olan talebi azaltacağı ve talebin kuzey bölgelere yöneleceği artık sıradan bilgi durumundadır. Öyleyse zaten yükselen doğa turizmi talebinin, yakın gelecekte iklimsel zorunluluklarla büyük bir patlamaya dönüşmesine hazırlıklar yapılıp eko turizmin alt yapısı hazırlanıyor olmalıyken, biz geleceğin “yatırımlarını” tez elden yok etme telaşını yaşıyoruz.
Eğer bir vadi enerji üretim fabrikası olarak hizmet veriyor ise turizm merkezi olma hayali ancak hayalde kalır. Turizm görsel kaliteye ve doğal değerlerdeki korunmuşluğa gelir, cebri borulara, tünellerden çıkarılan milyonlarca metreküplük taş yığınlarına, suyu olmayan dere yataklarına, estetik yoksunu HES binalarına, regülatör yapılarına ve binlerce demir direkle binlerce kilometrelik kablolu gökyüzüne değil.
Yapılan HES inşaatları var olan sistemi bozacağı için yerel üretimi sağlayacak her türlü tarım ve hayvancılık yapılabilir ya da potansiyel olmaktan çıkacaktır. Çünkü eko turizm yerel halk ve onun üretimi olmadan varlığını oluşturamaz.
Yine turizmin enerjisiz yapılamayacağı söylenecektir. Ama dünyada böylesine özel alanlarda her işletme için küçücük enerji yapıları ile bu ihtiyacın giderildiği gizlenecektir.
Sadece elektrik üretimi için olağanüstü güzellikler yok edilirken adına “yatırım” denilecek de, bir havzada var olan; ormancılıktan hayvancılığa, balıkçılıktan turizme, tarımdan insan yerleşimlerine kucak açan ve sonsuza kadar süren mevcut yapı, nasıl olur da “yatırım” olarak algılanamayacaktır.
Elbette ülke kalkınması için enerji büyük bir gereksinim, ancak olağanüstü kaynak değerlerine sahip olan bazı havzaların dokunulmadan bırakılmaları gene bu ülkenin kalkınmasına, sahip olduğu biyolojik zenginliklerle hizmet etmeyecek midir?
Yüzlerce fonksiyonu insanlığa sunan doğal alanların hangi çeşidi enerjiden daha az önemlidir. Şüphesiz tüm bölgenin koruma alanı olmasını önermek gibi bir yanlışlığa düşmesek de çok sayıda ekosistemi içinde barındıran bazı özel havzaların sadece enerji yapılarından değil, plansız ve gelişigüzel yatırımların tümünden korunmaları gerekmektedir.
Bölgede bulunan Fırtına, İkizdere, Kabaca, Camili, Altıparmak ve Meydancık gibi vadilerin yatırım alanı olarak düşünülmesi yerine kendilerinin birer yatırım olduğunu unutmamak geleceğe yapılacak en iyi yatırım olacaktır. Bu alanların çoğunu koruma alanı ilan eden ya da buralar turizm gelişimi için ülkemize büyük katkılar yapacağı için turizm merkezi olmalıdır diyen kimi kamu kurumları neden kurulmuştur? Onların koruma dedikleri hizmetler, hizmet değil midir?
Özellikle kısa dönemde çevre kaygılarını göz ardı eden ülkelerin, çevre konusunda duyarlı ülkelerden daha hızlı büyüdükleri bir gerçektir. Ancak bu ülkelerin doğal kaynaklarını da hızlı tükettikleri gerçeği asla unutulmamalıdır.
Doğu Karadeniz Bölgesi henüz bozulmamış bazı bölümleri ile halen dünyanın ilgi çeken doğal alanlarından biridir. Bize düşen görev kalkınma bahanesi ile bu olağanüstü güzelliklerin yok edilmemesi ve yapılacak tüm yatırımda her türlü çevresel etkinin çok iyi irdelenmesini sağlamaktır.
Geçmişte “bu taşlardan bizde çok var, alın götürün dediğimiz tarihi eserlerimizi geri almaya gücümüz yetebilir. Bunların bir kısmı geri alınmıştır da. Ancak kaybedilen doğal değerlerimizi geri getirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.
Unutmayalım ki, doğayı kaybettiğinizde ona eşlik ederek bu günlere gelen o güzelim kültürel değerlerinizi, geleneklerimizi de kaybederiz. Doğayı ve kültürü, yani yaşamın çok değerli iki bileşenini... Geriye ne kalacak ki?”
Bu İçerik 280 Kez Görüntülendi