Şavşat ve Kültür-Sanat Anılar

Haneye Bir Kişi

Şener Altun

O baştan yola çıkmak için, akşamdan hazırlamıştık öküz arabasının mazılarına yolda sürmek için sabunluğu ve bir eve lazım gelen eşyayı, denk ederek ipini sıkmıştık öküz arabasının.

Gotik yeni doğmuş olduğundan, gotik için, ög egricanın üzerine denk gelecek şekilde sepet bağlamıştık, içine ot doldurarak. O zamanlar naylon kullanımı bu günkü kadar yaygın ve çeşit bol olmadığından teneke leğeni en üste bağlamıştık. Gaz lambasının camına ip geçirip boynumuza asacaktık alaca karanlıkta yol alırken. Kimden geldiği belli olmasa da, hoh, hoş, hayden, sesleri yaylaya doğru yol alanlardan geldiğini anlamak zor olmuyordu. Geç kalmanın endişe ve telaşı ile yüz yıkamadan, kahvaltısız, akşamdan hazır arabaya öküzleri koşup, ho lara, ho ekleyerek yola çıkmıştık, birinci sigarasından, birinci nefesi çekerek.

O günleri yaşamışlar olanlar bilir, öküzlerin güçlü, araban dayanıklı, yükün iyi bağlı ise, hele de oluşturulan konvoyda cana can olacak canan var ise, yayla yolculuğun tadına doyum olmazdı. Yolda verilecek molada yenen peynir, soğan, katıklı şaşort gevreği ilaveli yemeklerin tadına, doyum olmazdı soğuk suyun başında. Yaylaya ilk varana madalya takmasalar da, erken yerleşmenin sevinci ile ocağın boynunda çay keyfi yapıp, nerde kaldınız diye son gelenlere hava atarsın, öküzün, araban, öve öve. Dinlenmenin faydasını öğleden sonra yapılan çoban tutma toplantısında görürsün sesin yüksek çıkararak.

Yaylaya erken varmıştık, öküzün önünde giden, arabayı idare eden, molaya, gitmeye, durmaya, kara veren ben olmasam da, ayak işleri için Abim beni yanın da götürmüştü, sonra ki yıllara adam yetiştirme bahanesiyle.

Rahmetli İzmullah Amcanın talimatı ile yine Rahmetli Vahiddin Amcanın sesi duyuldu yaylalıkta. Haneye bir kişi harğ yapılacak, kazma kürekle gelin, dana doluk susuz kalmasın diyordu.

Babam fabrikada, yönetim Abim de olunca, birde sen git deyince, itiraz etmek yürek istiyordu atılacak dayağı düşününce. İtiraz etmeden gönüllü gibi, söğüt ağacından sapı olan boyu benden uzun küreği alıp yola koyuldum, yaşı benden büyük o günkü amacı aynı olan yayla komşumuz rahmetli Binalı dede ve Abdullah amca ile birlikte. Binalı Dede yolda giderken bir ara dönüp arkaya;

—Ola tadan niye gelmedi. Oyun mu oynayacağız orada, seni niye yolladı. Dedi.

Epeyceden biraz fazlaca, zoruma gitmişti adam yerine konulmamak, çevredekilere çaktırmasam da, verilecek cevap bulamayınca utanmıştım da.

Bu utanç ile başladım çalışmaya, kendimi affettirecek, göze girecektim. Binali dede ne derse hemen yapıyor, koca koca taşları getiriyor, çim kesip taşıyordum, Akçay’dan suyu bizim yaylanın kanalına vermek için ne gerekiyorsa onu yapıyor, herkesten çok ben çalışıyordum. Binali Dede çalışmamın hakkını verdi, yüzümdeki utancın gurura dönüşmesini sağladı.

—Abdullah keşke hep bela çocuğlar galsaydı. Dedi. Kanal yapıldı su aktı yaylalıktan aşağı, danalarda içti ineklerde. Kürek süpürge yıkandı kuşluk vakti, ikindide çamaşır. Bazen göl yaptı çocuklar, paçaları çemleyerek daldılar içine, kendilerini çimmiş sayarak.

Sadece yayla da değil kanal yapmak, su bağlamak yapılı kanala, köyün ortak değirmeninde de aynı iş yapılır, son bahar gelince. Ekinler biçilmiş, harmanlar dövülmüş, tığlar savrulmuştu. Derede imece usulü, kerdige, buğday yıkanmıştı tohumluk harici olanlar. Sıra değirmenlik etmeğe gelmişti. Değirmenlik edebilmek içinde önce kanal yapılacak sonra çekilen kurada, sıran belli olacak ve o sıranda gidip değirmenciye pay vererek buğdayını öğütecektin.

Muhtar İzmullah Amca yine toplamıştı bütün köyü kanalı yaptırmak için. Yayladaki tecrübeden dolayı bana laf atanlara kızdı bile muhtar, onun kadar çalışın göreyim dercesine.

Hiç unutmam ki hatırladım diyeyim. Şu Yılmaz Enişte, amcaoğlu Naci Abi – Baki ve akranları, akşama kadar, köy değirmeninin üst tarafında büyük ağacın küçük gölgesinde sigara içip, dedi kodu ettiler. Bizde aynı gün akşama kadar çalışıp değirmeni çalıştıracak suyu kanala bağladık. Sıra değirmende öğütme sırasını belirleyecek kurayı çekmeye gelince, o büyük ağacın dibinden en az on beş kişi çıktı ağızlarında sigarayla. Her çalışan gibi onlarda adını yazdırdılar bekçi şapkasını içine konulan küçük kâğıtlara.

Kura çekimi hızla devam ediyordu, birinci ikinci diye sıra sıra yazılıyordu çekilen her isim. İlk dört sırayı bilmem ama beşinciyi unutmam mümkün değil, küreksiz gelip gölgede yatan, hiç çalışmayan ve sigara bile içmeyen amcaoğlu Baki’ nindi. Ondördüncü sıra Naci Abinin yirmi yedi Yılmaz Abinindi. Gerçi ikisi de Ondördüncü sırada öğüttüler buğdaylarını. Evet, kura çekimi devam ediyor, benim adım bir türlü çıkmıyordu şapkadan. Nerdeyse bekçi tavşan çıkardı da şapkadan bir benim adım çıkmıyordu. Son iki isim kaldı şapkada, sondan ikinci bile olmak beni birinci kılacaktı ama nafile.

Naci Abinin anlattığına göre son isim kâğıdı alınınca okunmak için ele, emeğinin karşılığını alamamış, ağlamaklı ve çocuksu bir ses tonuyla; “ O da ben demişim”

Kurada sonuncu olmak kadar ağır gelmişti, şu ağaç dibinde akşamlayan gençlerin sözleri. Değirmenin kapıyı açık bırakma, zırzayı tak, kilidi muhtara ver, üzülme seneye sen birinci olursun, falan filan….

Çalışmanın, üretmenin, emeğin karşılığı, sonunculuk olmamalıydı. Beşinci sıraya göz diktim, Baki’den önce koştum o sabah öküzleri, değirmene de önce varıp haksızlığı haksızlıkla giderdim.

Bu İçerik 189 Kez Görüntülendi

Kültür Anılar Üye Listesi