Şavşat ve Kültür-Sanat Anılar

YAZUXTUR BABAN PARASINA DÖN GERİ

Metin Gümüş

Çok güzel bir sonbahar gecesinin şafağıydı. Henüz gök yüzünde ay kaybolmamış. Bütün ihtişamıyla duruyor öylesine pırıl pırıl. Genellikle tan atanda bütün cisimler slüet halinde görünür belli belirsiz. O gecenin şafağı öyle değildi oysaki. Şafağın alaca karanlığı pırıl, pırıl ay ışığı ile harmanlanınca harikulade bir aydınlık oluşmuştu. İnsanın içini ferahlatan, kıpır kıpır ettiren bir aydınlık. Ayvana çıkıp karşıya bakınca Niyazi amcaları evin üstündeki ormanda köknar ve söğüt ağaçlarının arasındaki didrona armudu rahatlıkla fark edilebiliyordu.

Bende oluşan o duygu selinin nedeni şafağın o tahrik edici aydınlığı mı?, giyindiğim yeni elbiselerim mi?,yoksa orta okula başlayacak olmamın verdiği bir heyecan mıydı tam bilemiyorum.. Belki de her üçü birden..

Ortaokula gitmeyi, daha doğrusu okumayı çok istiyordum. Ama heyecanımı bu isteğime vasıl olmamla izah edecek olursam kendi kendimi de kandırmış olurum. O zaman benim için ortaokula başlamak, sadece okumaya başlamakla sınırlı bir anlam ifade etmiyordu.Bu sayede yeni bir elbise giyinmiştim.Gerci ceketim yine anamın el işi şal tezgahında dokuduğu şal ceket(çoqa) idi.Ama okulda giyeceğim için çok büyük bir özenle dokumuştu rahmetli anam.Zerafet bakımından modern dokuma tezgahlarında dokunan kumaştan geri kalır bir yanı yoktu.Boyarken trimli denen bitki kullanılmıştı. Parlak kuzgun siyahı bir rengi var idi. Velhasıl şimdi olsa gene severek giyeceğim bir çoqa idi. Pantolonum ise pötikare gri bir kumaştı. Köyümüzün terzisi Selim amca dikmişti. “Bu kumaştan çok güzel bir golf pantolon olur” diyerek golf pantolon dikmişti Selim amca.Elleri dert görmesin. Yine bu sayede kara (Trabzon lastiği)lastikten kurtulmuştum.İlk kez derbey lastiği,namı diğer cızlavat giymiştim. Kravat bağlayıp, o zaman öğrencilerin giymek zorunda olduğu ay yıldızlı , sarı şeritli, kokartlı, lacivert okul şapkasını giymekte çok değerli bir eşantiyona sahip olmak gibi bir keyf veriyordu.

Anamın hazırladığı sabah kahvaltısını (menüde şor peynir ve qayğana vardı) ağabeyimle birlikte yiyerek, bir haftalık yiyeceğimizi de sırtımıza alarak (bu menüyü de sayayım;ikişer adet büyük pilekide pişmiş puğaça, sarı yağ,birer sitil yoğurt,yeter miktarda şor peynir, xarşo için mısır unu ve patates) yola çıktık.Yüksel’le evlerimiz bir tahta bölmeyle ayrılmış olduğu için kapı gıcırtılarından bizim çıktığımızı anlamış ve oda çıkmıştı hemen oracıkta buluştuk.Az ileride Bozo dedgilin kapıdan geçerken Etem hocaaa…(Etem Okutana taa o zaman hoca diye hitap ederdik) diye seslenince hemen çıkıverdi. Seslerimizi duyan Gülbey Gümüş hazır ve nazır kapıda bizi bekliyordu.Komşular rahatsız mahatsız olur filan gibi kaygılarımız yada nezaketimiz olmadığından gayet şen şakrak konuşarak, gülüşerek yolumuza devam ettiğimizden Qadigilde Sabri’yi ve Kaptan ağagilde Mustafa ve Züfer Gümüş kardeşleri de yolda bizi beklerken bulduk.Ğurğumelada iken bir anda Yılmaz ve Alinaz Durmuş kardeşler mantar gibi bitiverdi yanımızda.Karnesağla’yı geçip henüz Körbude’ye varmamıştık ki Tabangilden Ali,Çinigilden Özgen ve Mamaç, Tıbattan Rahmi, Hacogilden Sayit, Zeki, Şaban, Kolisurdan Bayram , Ağagilden Zeki, Adil, Alifer de katılmıştı bize. Biraz ileride Verana’da aşağı Mahalleden Ali, Cemal, Celal, Oyuzdan Erbay, Yüksel, Resul Servet’te ilave olunca köyün kadrosu tamamlanmıştı. Hatta bir miktar da Hantuşet’li de ilave olmuştu.

Her birimizde ayrı bir heyecan, ayrı bir gelecek kurgusu, konuşarak, şakalaşarak yolumuza devam ediyoruz. Kötetrisin okulunda bir moladan sonra ileride Kötetris’li lerin de katılımı ile dahada çoğalarak Davudoğlu’nun sırtına vardık.Orada da bir mola verdik.Bilmem hala duruyor mu? Orda bir çam ağacı vardı. Ağacın gövdesinin bitiminde, dal ve budakların başladığı noktada koltuk rahatlığında bir çatal vardı. Herkes yerde oturup dinlenirken ben ağaca tırmanıp o çatal koltuğa oturdum. Biraz sonra kendisini hepimizin tanıdığı Koşletli İsak amca geldi. “Salaaamın aleyküm gençlar” diye bizi selamladı. Ben herkesten önce davranarak ağacın üzerinden ve aleyna aleykümüsselam İsak amca diye karşılık verdim. İsak amca kafayı kaldırıp ağacın üzerinde beni görünce “ola yegan sen neralisın,kimın oğlisın” diye sordu. Ben köyümü ve babamın adını söyleyince de “ola oğul babani tanurum,çox ey adamdur.Senın bir şeya çıxacağın yox. Yazuxtur yema baban parasıni geri dön” diyince ben hemen yapıştırdım cevabımı Şimdiden çama çıxmişım nasıl çıxamam bir şeya diye.Bu cevabıma karşı İsak amca sadece “inşllah oğul,inşallah” demekle yetindi.

Mola bitti. Ben çamdan atladım aşağı.Dengemi tutturamadığım için kıçımın üstüne yere düştüm. Kıçım fena halde acıdı. Acıyan yeri ovuşturmak için kıçıma el atınca elim yapışmasın mı? o güzelim golf pantolonuma. Eyvah! çamın pisi pantolonuma sıvanmıştı.

Bir daha o çama çıkmak mı? Tövbe. Henüz ortaokula başlamadan lise düzeyinde bir ders almıştım. Evet yıllar sonra lise üçüncü sınıfta Sosyoloji dersinde hocamız altyapı, üstyapı etkileşimlerine, yani altyapıda meydana gelen bir değişimin üst yapıyı da zorlayıp değiştireceğine ilişkin bir örnek istediğinde, bir insan çobanlık yaparken elbiseleri ile ıslak yerlere de oturur, çam ağaçlarına da çıkar. Ama bu Çoban gün gelir öğrenci olursa,okuluna her gün temiz ve düzgün elbiseyle gideceğinden okul kıyafeti ile ne ıslak yerlere oturur, ne de çam ağaçlarına çıkar. Giderek bu bir disiplin haline gelir. Dolayısı ile bu insanın davranışları değişir diyerek on almıştım.

Bu vesileyle Lisede Sosyoloji, Mantık ve Felsefe öğretmenim sayın Rahmi Turanlı’yı (Soporolu) saygıyla yadediyorum.

Metin Gümüş

26 OCAK 2006

Bu İçerik 247 Kez Görüntülendi

Kültür Anılar Üye Listesi