Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Alafranga Tuvaletle Tanışma yada İlk Telefon Konuşması...

Metin Gümüş

Büyük kent yaşantım 1972 yılında üniversite sınavlarını kazanmakla başladı. Gerçi lisede iken okuldan kaçıp birkaç ay Samsunda kalmıştım. Ama Samsunda ki yaşamım parasız, pulsuz bir şekilde, Samsundaki Atatürk heykelinin bulunduğu parkla Abdullah (Gümüş) amcaların evin arasında ve arada sırada Bafra’nın Karaman Dere Köyünde öğretmenlik yapmakta olan Elbeyi (Gümüş) ağabeylere gidip gelmekle geçti.Gerek parasızlık,gerekse okuldan kaçmama neden olan psikolojik bunalım (bunun bir bunalım olduğunu çok sonraları kendim tespit ettim.) orda da yakamı bırakmadığı için Samsunda kaldığım o birkaç aylık süre büyük kent yaşamı adına bana bir şey katmamıştı. Bu yüzden o birkaç aylık Samsun serüvenimi es geçerek Büyük kent yaşantımı üniversite okumak üzere gittiğim Ankara ile başlatıyorum. Evet üniversiteyi kazanmış ve Ankara’ya gitmiştim.Adet olduğu üzere cebimde çok sınırlı bir param var. Otelde falan kalmam mümkün değil.Elimde kalabileceğim tek adres var.O da Liseden arkadaşım ve anamın köylüsü Tuncer Günger’e ait.Tuncer Liseyi bitirdikten sonra hemen Ankara’ya gitmiş ve Amcasına ait bir markette çalışmaya başlamıştı.Yaklaşık bir yıllık Ankaralı idi.O zaman iletişim imkanlar bugünle kıyaslanmıyacak kadar kısıtlı olduğu için Ankara’ya gitmeden önce Tuncer’le bir iletişimim olmamış.Tuncer’in adresini ve Telefonunu Şavşat’ta ki kardeşi Zekayi’den almıştım. Ankara’ya inişim sabahın erken saatlerine denk gelmişti.Henüz ortalık tam ağarmamıştı. Zekayi’nin bana verdiği tarife göre Tuncer’in işyerinin bulunduğu Küçük Esat Seyran bağları Bülbül dere caddesine gidebilmek için önce Ulus’a gidip, oradan belediye otobüsüne binmem gerekiyor. O zamanki otogardan Ulus’a yürünerek de gidile biliyor.Yürüyerek Ulus’a gittim. Otogardan gidince Ulus’a eski Meclis binasının bulunduğu caddenin aşağı tarafından giriliyor.Haliyle bende oradan girmiş oldum.Cadde boyu yukarı doğru yürürken çeşitli yer isimlerinin yazılı olduğu sıralı tabelalar dikkatimi çekti.Anladım ki otobüs durağı denilen şey bunlar.Küçük Esat yazan tabelanın altında beklemeye başladım.Çok erken olduğu için duraklarda otobüs filan yok.Neyse bir süre sonra durağa bir otobüs yanaştı.O zaman otobüslerde biletçi var.Binince bilet alıyorsun.Ben durakta beklerken birkaç kişi daha gelmişti.Ne olur ne olmaz belki bir yanlışlık yaparım endişesiyle, hele bir onlar binsin onlar ne yaparsa ben de öyle yaparım diye önce onların binmesini bekleyip arkalarından bende bindim. İyi ki öyle yapmışım.Binince önce biletçiden bilet alınacağını görerek onlardan öğrendim.Biletimi alıp en arkada boş olan sıraya oturdum.Oturur oturmaz bir cigara tellendirdim.Derhal biletçi müdahale etti.”Hooop! hemşerim sigara içmek yasak”diye.Büyük bir utanç ve mahcubiyetle derhal sigaramı söndürdüm.Belediye otobüsüne binerken biletçiye Bülbül Dere caddesinde ineceğimi, caddeyi bilmediğimi, varınca beni uyarmasını rica etmiştim. Bir yere varınca biletçi seslendi, “sigara içen hemşeriiim! Bülbül Dere’ye geldik. Önümüzdeki durakta ineceksin.” Ben otobüsten indim. Meğer beni tam caddenin başında indirmiş. Bülbül Dere de bir hayli uzun bir cadde. Yürü babam yürü. Aradığım numarayı caddenin bitimine yakın bir yerde buldum. Adresi buldum ama ortalıkta Tuncer yok.Dükkan kapalı.Gelir diye bir süre bekledim. Ne gelen var ne giden.Malum beklerken zaman çok uzun gelir insana.Kolumda vetur marka bir saat var. Ama Otobüs yolculuğunda kurmayı unuttuğum için durmuş.Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Gelene geçene saat sormayı da akıl etmiyorum.Saatin 8.30-09.00 olduğunu tahmin ettiğimden acaba bir terslik mi oldu. Yoksa Tuncer gelip bugün burayı açmayacak mı? Eğer böyle bir şey olursa başka yatacak yerim yok. Açıkta kalacağım diye paniklemeye başladım.Aklıma telefon etmek geldi.Ama nerden?.Bir baktım caddenin karşıda pastane de adamın birisi telefonla konuşuyor.Gidip bir telefon edebilir miyim diye rica ettim.Adam “tabi” diyerek telefonun yanındaki kutudan adının Jeton olduğunu sonradan öğrendiğim 2.5 krş.büyüklüğünde parlak bir metal çıkararak bana verdi. Ve”50 krş.” Diye ilave etti.Meğer telefon kumbaralı imiş.Ben ömrümde normal telefonla konuşmamışım.Kumbaralısı ile nasıl konuşaçağım.Adama verdiği o yuvarlak metali göstererek bunu ne yapacağım diye sordum. “Onu kumbaraya koyacaksın” dedi.Kumbara sözcüğü bana argodaki o nahoş anlamını hatırlattığı için, bu adam benim acemi olduğumu anladı benimle dalga geçiyor diye sinirlendim.Ne kumbarası kardeşim.Kumbara nerde diye hey heylendim.Bereket adam anlayışlı birisi.Bana telefonun kumbarasını gösterip jetonu kendisi yerleştirdi. “Şimdi arayacağım numarayı çevirip konuşabileceğimi” söyledi.Belediye otobüsündeki sigara rezaletinden kısa bir süre sonra ikinci büyük mahcubiyeti yaşıyordum artık.Yer yarılsa da beni yutsa istiyorum.Ama olan olmuş.Ok yaydan çıkmış.Telefon etme işini halletmek gerekiyor.Bütün metanetimi toplayıp numarayı çevirdim.Karşıma bir kadın çıktı.Gayet kibar bir şekilde alooo.diyor.Benim feleğim şaştı.Heyecanlandım.Bende alooo diyorum ama heyecandan sesim öyle kaba,öyle ürke ki.Gerçekten çok kaba ve çatal bir ses.Karşımdaki kadın aloo diyor,ben ALOOO diyorum.Sadece alolaşıyoruz.Karşı taraftan ses alınca Telefon kumbarasının jeton düğmesine basılacağını bilmediğim için meğer benim sesim karşı tarafa gitmiyor.Karşı taraf birkaç alo dan sonra telefonu kapadı.Ben dönüp pastaneciye abi bu qapandi.dedim.Artık utancımdan dil kırmasını falan unutmuştum.Pastaneci numarayı tekrar çevirmemi karşı taraftan ses alınca kumbaranın üstündeki düğmeye basarsam görüşebileceğimi söyledi.Öyle yaptım.Karşıma yine aynı ses çıktı.Yine çok kibarca aloo diyordu.Hemen düğmeye basıp birALOOO da ben fırlattım.Bu defa sesim daha çok titrek,daha çok çatal ve daha çok kabaydı.Heyecan ve mahcubiyet doruktaydı çünkü.Yanlış anlaşılmasın.Heyecanımın nedeni karşımdaki sesin kadın olması dolayısı ile cinsellikle ilgili bir durum değil.Karşımdaki hanımın Tucer’in yengesi olduğunu düşünüyorum zaten.İlk defa telefonla konuşuyor olmam,düştüğüm acayip durumlar heyecanımın asıl nedeni.Karşıma bir hanımın çıkmış olması da tuz,biber oldu.Neyse ben öylesine nobran bir ALOOO deyince karşımdaki hanım” buyurun efendim kimi aramıştınız” diye karşılık verdi. Ben ise aynı nobranlıkla Tuncer orda miii! diye sordum.Günaydın münaydın hak getire tabii.Kadın bu kez sinirlendi.”Tuncer,muncer yok burada.İşmisin sabah sabah” diyerek telefonu suratıma kapadı.

Ben de tam telefonu kapatırken gözüm pastanenin duvarındaki saate ilişti.Saat 07.15 ti. Anlayacağınız sabah,sabah fena halde rahatsız etmiştim hanımefendiyi.Pastaneciye teşekkür ettim mi etmedim mi hatırlamıyorum.Kendi kendime buraya uyum sağlıyabilmen için birkaç fırın ekmek tüketmen gerekiyor Metin diyerek pastaneden çıktım.Karşıya geçip dükkanın önünde Tunceri beklemeye başladım.Yarım saat sonra geldi Tuncer görüştük.Tuncer’e her şeyi anlatmadım.Sadece telefon ettiğimi karşıma bir bayanın çıktığını kendisinin orda olmadığını söylediğini anlattım.O yengen miydi diye sormadım.Çünkü bundan emindim. Sadece kim idi acaba diye sordum. Oda”ola sen yanlış numara falanmi çevurdun acaba.Benım çıxacacağım telefonda na işi olur zennenın” dedi.Numarayı kontrol ettik.Zekayi mi yanlış vermişti,ben mi yanlış yazmıştım.Telefon numarasında bir rakam yanlıştı.

Neyse o gün akşam oldu.Evde başıma gelecek felaketten habersiz Tuncer’in eve hareket ettik.Tuncer evde yalnız kalmıyor tabii.Ev arkadaşları var sadece birisini tanıyorum.Cenap Günger.Tuncerin amcasının oğlu.Diğerleri Cenab’ın okul arkadaşları ve Giresunlu lar. Eve gittik yemek yedik. çay içtik, sohbet,muhabbet derken benim büyük abdest tuvalet ihtiyacım hasıl oldu.Tuncer’e tuvaletin yerini sordum gösterdi.Gösterilen yere girdim.Bir baktım tuvalet denilen yerde bir su bataryasına bağlı alüminyum borular, boruların yukarıdan iki dirsekle aşağıya doğrulan ucunda bir süzgeç var.Tam süzgeçin şakülünde değil hatta bir hayli solda bir de oturak var.Bunun bir banyo düzeneği olduğunu derhal anlayıverdim.İlk kez modern bir banyo görüyordum.Yinede henüz adının duş olduğunu bilmediğim o düzeneği kuran ustanın hatasını bulmuş ve içimden okkalı bir küfür bile etmiştim. O oturağı tam süzgecin şakülüne koymadığı için. Daha sonra süzgeç ten tutup boruları sola doğru çevirince süzgecin hemen, hemen oturağın üstüne geldiğini gördüm ama yinede tam üstüne denk gelmediği için küfrü hak etmiş olduğunu düşümdüm ve hiç pişman olmadım küfür ettiğime.

Düzeneği inceledikten sonra ihtiyaç gidermek için hazırlanırken anaa! Birde ne göreyim.Tuvalet yok.Sağa bak, sola bak def-i hacet eyleyecek bir delik yok.Şimdi ne yapayım derken gözüm tabanda banyo oturağının biraz solundaki küçücük deliğe takıldı.Küçücük dediysem öyle çokta küçük değil.Hemen hemen bilek kalınlığında bir dışkının rahatlıkla geçebileceği büyüklükte bir delik..Cin gibi zekamla anında çözüvermiştim onu da.Alafranga diye duymuş olduğum tuvalet işte buydu.Nede olsa adı üstünde “alafranga” şehir insanına göre yapılmış.Şehir insanı bizim gibi mi? Kendimiz dengemizi kaybetsek içinden geçip aşağı düşeceğimiz büyüklükteki asma tuvalet deliklerini doğrultamaz gene de kenarlarına pislerdik.Oysaki bak burada insanlar bu kadarcık delikten ihtiyac gideriyor, etrafa da hiçbir şey bulaştırmıyor.Derhal o deliğe iyice nişan alarak çömelip def-i hacet eyledim.Ama ne mümkün pisliğim bir türlü gitmiyor o koskocaman delikten.İlk anda gözüme küçücük gözüken o delik koskocaman olmuştu artık.Ama benim lanet pisliğim bir türlü sığmıyordu o deliğe.Kendi kendime önü tıkalıdır zahar,şurdan biraz su dökeyim çekip gider dedim.Banyo-Tuvalet te bulunan çamaşır leğenine biraz su doldurup yavaş yavaş pisliğin üzerine döktüm.Ama nafile ,yine duruyor öylecene.Bu kez leğene biraz daha fazla su doldurup ,daha hızlı dökmeye karar verdim.Leğeni yarıya kadar su doldurup, kaldırabildiğim kadar yükseğe kaldırarak suyu boca ettim pisliğin üzerine.Suyun tazyiki ile dağılan pislik su ile birlikte olduğu gibi diz kapaklarımdan aşağı pantolon ve çoraplarıma sıçradı.Üst baş oldu per perişan.Bütün bunlar yetmiyormuş gibi o pislik suyla birlikte toplanıp tam banyonun orta yerinde başladı suyun üstünde yüzmeye.Artık aynı gün ikinci kez feleğim şaşmıştı.Ne yapıp, ne edip o pisliği kaybetmem gerekiyordu.Bunun da tek yolu vardı. Çorbaya urva yedirir gibi o pisliği suya yedirmem gerekiyordu.Ama karıştıracak kepçe yok.Çaresiz kolları sıvadım.Başladım ellerimle pisliğimi karıştırıp yoğurmaya.Yoğurdum,yoğurdum ,yoğurdukca yanıma koyduğum leğenden su döküp o pisliği akıttım gitti.Bir yerde hata yapmıştım ama bir türlü o hatamı bulamadım.Neyse tuvaleti temizledim.Çoraplarımı ve ayaklarımı yıkadım.Tuvaletten çıkar çıkmaz boş bir odaya geçerek pantolonu kuruyunca sabah ufalıyarak temizlemek üzere kurumaya bıraktım.Pijamalarımı giyerek Tuncer’lerin yanına geçtim. Hepsi beni merak etmişti.Tuvalette niçin bu kadar uzu süre kaldım diye.Çoraplarımı,ayaklarımı yıkadığımı, bu yüzden biraz oyalandığımı söyleyerek geçiştirdim.

Sabah oldu. Tuncer’in ev arkadaşları hem çalışıp hem okudukları için erkenden kalkıp işe gitmişlerdi. Uyandığımda evde yalnız Tuncerle ben vardım. Tuvalete gidip Tuncer’e seslendim azıcık buraya gel diye. Tuncer gelince akşam tuvalet diye burayı gösterdin bana burada nereye yapıyorsunuz diye sordum. Tuncer biraz afalladıktan sonra(sanırım soruyu çok tuhaf bulduğu için afalladı) benim Banyo oturağı olduğuna kesin kani olduğum oturağın kapağını kaldırarak “aha burası, sen akşam nereye yaptın” diye sorarken benim gözlerimin banyonun akağında olduğunu görünce bastı kahkahayı ve boylu boyunca uzandı gülmekten banyonun orta yerine.

Metin Gümüş
23 Şubat 2007
Not: 90.lı yılların başlarında kaybettiğim Tuncer Günger kardeşimi rahmetle anıyorum.

Bu İçerik 214 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi