Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler
Aslan Bey
Hani Köyü; dağların arasında ilçe merkezine kırk beş kilometre uzakta, nüfusu altı yüz civarında doksan haneli orman köyüydü. Kadınlar çok doğururdu bu köyde bilinçsizce. Aile planlanmasına inanılmazdı. En büyük sermaye evlattı. Çocuğu fazla olan daha güçlü hissederdi kendini. Hele erkek çocuk, dünya nimetiydi.
Yaşlılıkta kendilerine bakacak, başı sıkışınca kendisine arka çıkacak, kol kanat gereceklerdi. Korkularını çocukları hafifleteceklerdi. Doğan çocuğun kısmeti ve bereketi ile doğduğuna; kan davası olduğunda kanı yerde kalmayacağına inanılırdı.
Hep kendinden söz ediliyordu. Ne söylerse kanun gibi söylerdi. Aslan Bey söyler, başkaları yapardı. Burnu kocaman, saçları gür ve kıvırcık, boyu yüz doksan beş santim boyunda, iş çeneli, kocaman gözlü, başının büyüklüğü kadar kocaman elleri, kalın bilekleri vardı. Ahım şahım albenisi yoktu ama karizmatik adamdı. Liderdi. Söylediklerinin çoğu kendi çıkarınaydı. Kendine çıkar sağlamayı çok severdi Aslan Bey. Yönetmek hırsı vardı. Alışmıştı bir kere yönetmeye. Söz dinletmeyi, konuşmayı, kendine mal mülk, varlık edinmeyi çok seviyordu. Köy yerinde kendine koca konak yaptırmıştı. Köyün en zenginleri arasındaydı. Zenginlik ve varlığın sınırı yoktu.
Dua da bedduada eden vardı Aslan Bey’e. Kimin başına olumsuz bir durum gelse,
-Muhtar ocağın yıkılsın.
-Sen olmasan bu iş başıma gelir miydi?
-İki dönem muhtarlık yapanın cenazesi kılınmaz.
-Yönetince fakır gurabanın hakkını az mı yedi.
Gibi sözler her zaman söylenen sözlerdendi.
Aslan Bey, bundan otuz yıl önce muhtar olmuştu köye. Köyde, kendisinden habersiz kimse bir iş yapamazdı. Yaparsa o kişinin başına gelmedik kalmazdı. Yönettiği bir kısım insanlar kendine çıkar sağlamak, Aslan Beye hoş görünmek için köyde olan her şeyi noktası virgülüne kadar, tüm ayrıntı ve ayanlığı ile yetiştirip anlatırlardı. İktidarın yağcıları çok oluyordu. Bu insanlar Aslan Bey’in yaptığı hataları ve haksızlıkları görmezden gelir, keskin savunucuları olurdu. Bir lokma ekmeğe, bir çuval patates alabilmek adına türlü şaklabanlıklar yaparlardı. Aslan Bey’de kaz gelecek yerden tavuğu esirgemez, “Veren el alan elden üstündür.” felsefesi ile hareket ederek, fakir fukaranın elinden tutuyor imajını geliştirmişti. Fakir babası, delikanlı adam dedirtmeyi başarmıştı muhtarlığının ilk yıllarında. Şimdi ustalık dönemi ile yönetiyordu köylüyü. Herkesin ihtiyacını, özlemlerini biliyordu. Aslan Bey yedirip içiren adamdı. Köyüne kapısına gelen yabancı ve yetkili kişilere bir şeyler yedirmeden bırakmazdı. Köyün ortak arazilerini bu yüzden kendi üzerine almıştı. Kadastro ve tapu memurları ile işi bağlamıştı. Ormandan açılan dört be denen arazileri de sahiplenmişti. Köyden kimsenin ruhu bile duymamıştı.
Köyde evleneceklere ruhsatı Aslan Bey verirdi. Kız babası da toy babası da Aslan Bey’di. Onun yanında sevmek âşık olmak yoktu. Büyüklerin layık görmesi yeterliydi. Sevdiğine kaçan, kaçırılan olursa köye alınmıyordu. Kavga olursa Muhtar Aslan Bey’in araya girmesi sorunu çözüyordu. Kendine göre verdiği değerler üzerine kavgalardan da çıkar sağlıyordu. Bu durumlarda köy konağının, camisinin tamiri kavga eden kişilere kesilen cezalarla yaptırılıyordu. Aslan Bey’e gücü yetmeyenler kendi aralarında kavga ederler, kavga ve dilazari de eksik olmazdı köyde. Bu tür olaylar Aslan Bey tarafından çözülüp bastırıldığından kavgalar, sorunların çözümü mahkemelere intikal etmezdi. Bu durum Hani Köyünün, sorunsuz olarak tanınmasına neden olmuştu.
Askere gideceklere yapılan şenliği kendisi düzenlerdi Aslan Bey. İmece ile gençlere harçlıklarını kendisi verirdi. Sigaranın düşmanıydı adeta. Sigara içenlerin cebinden aldığı sigaraları köy konağının tuvaletine atardı hep. Hem de kızardı. “Allah’ım bu insanlara şaşmak lazım. Dumanını yel alır, parasını el. Paranız fazlaysa getirin bütçe yapalım…” Köyde kadın kız, çoluk çocuk herkes çekinirdi Aslan Bey’den. Ne yapacağı, ne emir vereceği belli olmazdı. Yaşantısı hep dayatmalara bağlıydı Aslan Bey’in. Canı istediğinde aile içine de müdahale ediyordu. Şirret bir adamdı Aslan Bey. Çevre köyler bile Aslan Beyin şerrinden korkardı. Tüm hileleri bilir, olmayan hileleri de icat ederdi.
Aslan Bey, şimdiye kadar mahkemelerde hep haklı çıkmıştı. Köylülerinden haksızlığa uğrayan, dövülenler Muhtar Aslan Bey’i şikâyet etmişler ama üstüne üstlük karakolda da dayak yiyerek haksız duruma düşmüşlerdi. Bıçak kemiğe dayanmayınca zaten şikâyet edilmiyordu muhtar. Kanunların kurdu olmuştu Aslan Bey. Bütün kanunları ezbere biliyordu. Bir defasında mahkemede yargılanırken hâkime, “Hâkim Bey, köy kanunun falan maddesi böyle der. Muhtara yetki vermiştir. Bütçe talimatında şöyle şöyle diyor.” Diye nutuk çekmişti.
Aslan Bey, hergün nefret kazanıyordu. Sevginin yerini korku alıyordu. Köylüler bir çıkış yolu arıyordu ama şu anda çıkış yolu yoktu. Boyun eğmekten, susmaktan başka yapacakları bir şey yoktur. Karşısında kimse aday olamıyordu. Kişiler adeta ipotek edilmişlerdi. Kendisine darılan, oy vermek istemeyen sandık başına bile getirilmiyor, engelleniyordu. Geçen seçimde Kele Ziyeddin kendisine oy vermemişti. İki oğlu vardı. Fazla bir kalabalık aile değildi. Hısım akraba, tahlukatı azdı. Kele Ziyeddin’in ailesi. Köy odasına çağrılmış ve Ziyeddin’e,
- Ulan Kele. Adın gibi öküz mü oldun?
-…
-Senin öküzlüğünü kaldırmak için bir hayvan kes, bu cemaate yedir. Yoksa bundan sonra sana öküz diyeceğiz. Et yersek o zaman adını düzelteceğiz. O zaman adını vereceğiz.
Dedikten sonra, Kele Ziyeddin bir dana keserek köylülerine kebap ziyafeti çekmişti. Muhtara zehir zıkkım olsun diyerek. Kebabın yenilmesi bittikten sonra muhtar Aslan Bey,
-Ula Kele; seni öküz olmaktan affettim. Bundan sonra senin adın Dana Ziyeddin olsun. Öyle çağıralım. Hadi güle güle. Diyerek arkasından gülmüşlerdi. Muhtar Aslan Beye muhalif olanlar bile onu destekler görünürdü hep. Karşı tavır gösteremezlerdi.
Ziyeddin’in bu sebeple karısı ile arası açılmıştı. Karısı “Ne olacak, bugün dana olan yarın burulup öküz ya da inek olacak…”Ardından bedduaları sıralamıştı Ziyeddin’in karısı.
Aslan Bey, seçimlere bir ay kala yiyecek dağıtırdı. Sevginin boğazdan geçtiğini bilirdi. Kimin neye ihtiyacı olduğunu adı gibi bilirdi. Seçim yılında bir iki tarlaya patates, soğan ektirir, onar kiloluk çuvallara koyarak ev ev dağıttırırdı. Kendisine oy vermesi şüpheli olanlara tava tencere veya bir çeyrek altın, halı, kilim dağıtılırdı el altından. İnat edenlerde seçim sonunda Kele Ziyeddin gibi cezalandırılırdı.
Köylü artık Aslan Bey’i istemiyordu. Aslan Bey de bunu seziyordu. İhtiyarlamıştı. Kendisi de usanmıştı. Artık dinlenmek istiyordu. Yıllar Aslan Bey’e yorgunluk vermişti. Herkesle görünmez savaş içindeydi. Bugünden yarının hesabını yapmak kolay değildi. Dert bir olsa onu çözmek kolaydı. Elin ağzı çuval gibi. Her konuşulana bir karşıt söylem geliştirmek gerekliydi. Her eyleme konulacak yeni, etkili eylemler geliştirmek gerekiyordu. Aslan Bey’in, kavga edecek fiziksel gücü de kalmamıştı. Gelmiş dayanmıştı altmış yaşına. Bir delikanlı ile tutuşmak, kavgadan başarı ile ayrılmak zordu. Aslan Bey güçlü olmayı fiziksel ve bilgili olmaya dayandırıyordu. Köydeki her genç kendisi için potansiyel rakipti. Rakip karınca da olsa dikkate ve ciddiye almak gerekiyordu.
Zaman zaman aslan Bey’e nazı geçen akranları şaka yollu da olsa; “Aslan, artık emekli ol. Namın yürüsün. Zaten iktidarın mı kaldı canım…”
Deneyimim, bilgim, birikimim var diyordu Aslan Bey. Değme gençlere taş çıkarırım diye övünüyordu. Fakat söylenenleri de kulak ardı etmemesi gerekiyordu. Kendisinden sonra gelecek veliahttı belirlemesi gerekiyordu. Veliahttın kendine ilerde zarar vermemesi, bilerek bilmeyerek yaptığı hatalar için sonradan mahkemelerde uğraşmak, suçlanmak istemiyordu. Çünkü iktidardayken kendine yağ çekenler, etrafında pervane olanlar, yüz seksen derece dönüp aleyhinde davranabilirlerdi. Ününü lekeletmemesi gerekirdi. Hatta köyden göçmeyi bile düşünüyordu. O zamanda kaçtı diyeceklerdi. Candan can birisi gerekiyordu yerine gelecek olanının. Kendisine zarar vermemesi, uyanık olması, hatta kendisini aratması gerekirdi. Birden aklına geldi. Yerine oğlu Hasan’ı getirmeliydi. Kendisinden daha beterdi. Ağırladığı misafirleri ile birlikte olmuş, söz dinlemişti. Zaman zaman oğlu Hasan’ın fikirlerinden faydalanmıştı Aslan Bey. Bir danışman gibi görev yapmıştı babasına oğlu Hasan. Liseyi de bitirmişti. Kafası çalışıyordu. Az da olsa mürekkep yalamıştı. Köyden gitmek istiyordu Hasan babasının baskısıyla duruyordu Hanide.
Artık karar vermesi gerekiyordu Aslan Bey’in. Ufacık destekle oğlu Hasan’ı köy muhtarı yapabilirdi. Köyde kalmasını sağlayabilirdi Hasan’ın. Köyde olup da lise mezunu muhtar adayı karşısına çıkmazdı. Okuyanlar köyden gidiyordu zaten. Köyün derdini, köyde kalan çekiyordu. Halkla yan yana olmak lazımdı söz geçirmek, otorite kurmak için. Aslan Bey’in oğlu Hasan da az tecrübeli sayılmazdı. Ondan uygunu yoktu. Askerliğini yapmış, ta liseyi okumuş, daha ne olsun, bundan iyisi can sağlığı demek gerekiyordu.
Aslan Beyi köylülerde muzip muzip sıkıştırıyordu.
-Aslan Bey ikinci emekliliği ne zaman olacaksın?
-İnsanın yarına senedi mi var?
-Ölümlü dünya. Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor.
-…..
Buna benzer bir çok söz söyleniyordu.
Artık karar vermişti Aslan Bey. Fazla tadını kaçırmamalıydı. Oğlu Hasan’ı aday göstermeliydi. Aslan Bey, köy ihtiyar meclisini topladı. Çoğunu övdü. Kendisine destek aradı. Bazı köylüler daha şimdiden, “Aslan Beyden kurtulalım da kim olursa olsun” diye düşünüyordu. Köyün en yaşlısı;
-Aslan Bey, ben unumu eledim duvara astım. Kimseden korkum kalmadı. Yahu, aklında ne varsa, çıkar şu ağzındaki baklayı. Ne diyeceksen de de sende kurtul bizde!….
Başka ihtiyar heyeti üyeleri,
-Yoksa yine bir hinlik var da ortam mı hazırlıyorsun.
-Senin kafan hınzırlığa çalışır Aslan Bey.
-Tam da onu diyecektim. Aha işte Aslan Bey; tamam gitti. İşte size Hasan Bey.
Bir nefes sustuktan sonra,
-Hayırlı olsun. Oğlum Hasan Bey muhtar adayıdır. Desteklerinizi verin. Yoksa ölene kadar ben muhtar olacağım.
Bu İçerik 528 Kez Görüntülendi