Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler
Denemeler: 4 Hikâye-2 Sevdiğini Söyleyebilmek Her Şey…
İkisi de sustu...
Bir müddet hiç konuşmadan yürüdüler. Etrafta derin bir sessizlik hakimdi. Mevsim sonbaharını yaşıyordu ve yerler ağaç yapraklarıyla doluydu. Sessizliği yalnız ikisinin yaprakları hışırdatan ayak sesleri bozuyordu.
Her ikisi de önce diğerinin konuyu açmasını bekliyordu.
Murat elleri pantolonunun cebinde olduğu halde, Elif’ de onun yanı başında ince ve narin parmaklarını sıkıntıyla şakırdatarak yürüyordu. Murat birden olduğu yere çakılmış gibi durdu. İri iri açılmış gözlerini ormanın derinliklerine çevirip baktı. Elife dönüp usulca:
- Sende duydun mu? diye sordu.
Elif oldukça ürkek bir edayla:
- Neyi? Diye karşılık verdi.
- Bir ses duydum sanki. Şuradan geldi.
Diyerek parmağıyla az ötelerinde ki çalılıkları işaret etti. Sonrada usulca eğilip yerden ufak bir taş aldı çalılıklara fırlattı.
Çok geçmeden hızla uzaklaşan iki kedi gördüler. Elif çok korkmuştu. Uzaklaşan kedileri görünce rahat bir nefes alarak:
- Hah kediymiş dedi.
Yine sustular. Tam fırsatı diye düşündü Murat. Önce derin bir nefes aldı yüreğindeki yangının verdiği sızıyı dindirmek istercesine... Aslın da bir yerinden başlamalıydı söze. Yanında ki peri kızına içinde olup biteni, kopan fırtınaları haber vermeliydi. Saatlerdir yürüyorlardı, neredeyse yolun sonuna gelmişlerdi... Ama konuşulanlar ağaçlardan, yapraklardan, kuşlardan öteye geçmemişti. Aşka dair tek kelime etme mişlerdi. Birazdan önlerine uçsuz bucaksız Ege’ nin mavi suları çıka caktı...
Öylede oldu. Deniz önlerinde ipekten bir halı gibi uzanıyordu. U fak tefek dalgalar ısrarla kıyıyı dövüyor, hafif bir rüzgar deniz koku sunu uzaklara taşıyordu. Denize sıfır bir kayalığın üzerinde idiler. Elif narin ellerini tarak gibi kullanarak rüzgarla dalgalanan altın sarısı
saçlarını geriye doğru itti. Kayalığın üzerine çömelip oturdu. Öylece denizin büyüleyen atmosferini seyre daldı. Murat’ ise elleri göğsünde kenetli burgulu gözleri ufka dikilmiş vaziyette idi. Mırıldanır gibi konuştu:
- Biliyor musun? Sen yokken her akşamüstü buraya gelirdim.
Uzun uzun ufka bakar güneşin batışında ki o erilmez deniz manzarasını seyrederdim seninle geçirdiğimiz anları düşünürdüm... Denize taş atar, senin sevdiğin şarkıları söylerdim kendi kendime...
- Sahi mi? Dedi elif tatlı bir gülümseme ile.
Murat bakışlarını Elif’ e çevirip ağustos yıldızlarının sıcaklığını aratmayan bir bakışla baktı. Sonra:
- Şimdi yanımdasın. Sana söyleyecek o kadar şeyim varken gözlerine bakınca dilim tutuluveriyor, susup kalıyorum.
deyerek bakışlarını tekrar ufka dikti.
Elif inci gibi parlak dişlerinin bir kısmını göstererek tebessüm etti. Oturduğu yerden kalktı. Bastığı yeri incitmekten korkarcasına ürkek adımlarla Murat’ ın yanına yaklaştı, koluna girerek her iki eliyle sıkı ca kavradı, başını omzuna dayadı. Yârin kollarında kaybolmak isterce sine iyice sokuldu ona... Deniz mavisi bakışları denizin maviliği içinde kaybolurken tatlı bir eda ile;
- Nedir söylemek isteyip de söyleyemediğin şey dedi.
- ....
- Aslında seni şu anda benden daha iyi anlayacak kimse tanımıyorum.
Diye devam etti Elif. Sonrada sözü sıkıla sıkıla Murat aldı:
- Ben birini sevdiğini ona söylemenin bu kadar güç olduğunu bilmezdim eskiden... Diyebildi ancak.
Murat yanında iken bile hasretinin yüreğini yaktığı bu güzelin sevgisinin sıcaklığını ta içinde hissediyordu. Sevmeye kıyamadığı o tazeye ilk defa bu kadar yakındı. Bir yanı onu arzu ederken, bir yanı da ona dokunmaya bile kıyamayacağını fısıldıyordu.
- Yüreğimi sana açmaktan korkuyorum. Yani açamamaktan... dahası beni anlayamamandan, sonrada seni bulmuşken tekrar kaybetmek ten korkuyorum...
- Seninleyim ya yanındayım ya yetmez mi bu endişen niye?
Murat omzuna yaslanan peri kızının yüzünün yarısını örten zülfünü eliyle geriye itti. Gözlerini Sevgilisinin Ege’ nin maviliğini kıskandıracak mavilikteki gözlerine değdirip uzun uzun baktı sonra:
- Benimle bir ömür geçirmeni istesem çok şey mi istemiş olurum senden diye sordu...
Oldukça ani gelen bu teklif Elif’ in dilini düğümlemişti... Sustu konuşamadı. Duymak istediği bu değil miydi? Bunca zaman yârinden bu teklifi beklememiş miydi? İşte yanındaydı sevdiği ve kendisinden bir ömür birliktelik istiyordu. Onunla bir ömür geçirmek... Kulağa hoş gelse bile Elif’ e göre eksik bir ifade idi. O ömrünü Murat’ a vermeye razı idi. Ne demeliydi? İçinden kollarını Murat’ a dolayıp saatlerce öylece kalmak geçiyordu. Ama duygularına hâkim olmalıydı. Çok geçmeden kirpiklerinin üzerinde yaşlar beliriverdi... Gözyaşları yeni doğmuş bir bebeğin cildi kadar pürüzsüz yanağına aşağı iniyordu.
Murat eliyle genç kızın gözyaşlarını silerken aynı zamanda da cevap bekler bir bakışla gözlerinin içine bakıyordu... Nihayet niyetini arz edebilmişti. Şimdi endişe ile Elif’ in göstereceği tepkiyi bekliyor du. Ya başka biri var dese ne yapacaktı. Yüreğini oracıkta mavi Ege’ ye gömüp gidebilir miydi hiç? Unutabilir miydi Elif’ ini. Oldukça müşfik bir tavırla tekrar sordu Murat:
- Seni üzecek bir şey mi söyledim?
Güçlükle konuşabildi Elif:
- Bana dünyaları verseydin belki bu kadar sevindiremezdim.
Sonra sustu Elif. Endişeleri vardı geleceğe dair... Bunları söylemeliydi Murat’ a. Evlilik bir anlık hevesle alınacak bir karardan ibaret değildi.
Sonradan pişman olacağı hiçbir şeyin altına imza koymak istemiyordu. Murat’ ı dünyalar kadar sevse de... Az sonra biraz sakinleşmiş olarak tüm bunları O’ na anlattı. Evlilik dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmak gibiydi Elif için. Eğer evet derse artık dönüş yoktu. Akşamlar her zaman rengârenk yıldızlarla dolu olmuyordu... Kimi zaman karanlık bulutlar sarıyor göğü, kimi zaman ise kül rengi bulutlar ağlıyordu yeryüzünün üzerine... Bu yolculukta her ikisini de metanetle karşılamak gerekiyordu...
Saatlerin nasıl ilerlediğini, akreple yelkovanın nasıl yarış edercesine birbirini kovaladığını ikisi de anlayamamıştı, pembe ha yallerle karışık evlilik planları kurarlarken... Bir gün daha bitmiş güneş cılız ışıklarla yeryüzünü terk etmeye hazırlanıyordu...
O iki âşıkta güneşle birlikte denizi gören o kayalıkları ağır ağır terk ettiler... Yarın onlar için güneş bambaşka bir şekilde doğacaktı...
05.06.2002 Narlıdere -İzmir
Her ikisi de önce diğerinin konuyu açmasını bekliyordu.
Murat elleri pantolonunun cebinde olduğu halde, Elif’ de onun yanı başında ince ve narin parmaklarını sıkıntıyla şakırdatarak yürüyordu. Murat birden olduğu yere çakılmış gibi durdu. İri iri açılmış gözlerini ormanın derinliklerine çevirip baktı. Elife dönüp usulca:
- Sende duydun mu? diye sordu.
Elif oldukça ürkek bir edayla:
- Neyi? Diye karşılık verdi.
- Bir ses duydum sanki. Şuradan geldi.
Diyerek parmağıyla az ötelerinde ki çalılıkları işaret etti. Sonrada usulca eğilip yerden ufak bir taş aldı çalılıklara fırlattı.
Çok geçmeden hızla uzaklaşan iki kedi gördüler. Elif çok korkmuştu. Uzaklaşan kedileri görünce rahat bir nefes alarak:
- Hah kediymiş dedi.
Yine sustular. Tam fırsatı diye düşündü Murat. Önce derin bir nefes aldı yüreğindeki yangının verdiği sızıyı dindirmek istercesine... Aslın da bir yerinden başlamalıydı söze. Yanında ki peri kızına içinde olup biteni, kopan fırtınaları haber vermeliydi. Saatlerdir yürüyorlardı, neredeyse yolun sonuna gelmişlerdi... Ama konuşulanlar ağaçlardan, yapraklardan, kuşlardan öteye geçmemişti. Aşka dair tek kelime etme mişlerdi. Birazdan önlerine uçsuz bucaksız Ege’ nin mavi suları çıka caktı...
Öylede oldu. Deniz önlerinde ipekten bir halı gibi uzanıyordu. U fak tefek dalgalar ısrarla kıyıyı dövüyor, hafif bir rüzgar deniz koku sunu uzaklara taşıyordu. Denize sıfır bir kayalığın üzerinde idiler. Elif narin ellerini tarak gibi kullanarak rüzgarla dalgalanan altın sarısı
saçlarını geriye doğru itti. Kayalığın üzerine çömelip oturdu. Öylece denizin büyüleyen atmosferini seyre daldı. Murat’ ise elleri göğsünde kenetli burgulu gözleri ufka dikilmiş vaziyette idi. Mırıldanır gibi konuştu:
- Biliyor musun? Sen yokken her akşamüstü buraya gelirdim.
Uzun uzun ufka bakar güneşin batışında ki o erilmez deniz manzarasını seyrederdim seninle geçirdiğimiz anları düşünürdüm... Denize taş atar, senin sevdiğin şarkıları söylerdim kendi kendime...
- Sahi mi? Dedi elif tatlı bir gülümseme ile.
Murat bakışlarını Elif’ e çevirip ağustos yıldızlarının sıcaklığını aratmayan bir bakışla baktı. Sonra:
- Şimdi yanımdasın. Sana söyleyecek o kadar şeyim varken gözlerine bakınca dilim tutuluveriyor, susup kalıyorum.
deyerek bakışlarını tekrar ufka dikti.
Elif inci gibi parlak dişlerinin bir kısmını göstererek tebessüm etti. Oturduğu yerden kalktı. Bastığı yeri incitmekten korkarcasına ürkek adımlarla Murat’ ın yanına yaklaştı, koluna girerek her iki eliyle sıkı ca kavradı, başını omzuna dayadı. Yârin kollarında kaybolmak isterce sine iyice sokuldu ona... Deniz mavisi bakışları denizin maviliği içinde kaybolurken tatlı bir eda ile;
- Nedir söylemek isteyip de söyleyemediğin şey dedi.
- ....
- Aslında seni şu anda benden daha iyi anlayacak kimse tanımıyorum.
Diye devam etti Elif. Sonrada sözü sıkıla sıkıla Murat aldı:
- Ben birini sevdiğini ona söylemenin bu kadar güç olduğunu bilmezdim eskiden... Diyebildi ancak.
Murat yanında iken bile hasretinin yüreğini yaktığı bu güzelin sevgisinin sıcaklığını ta içinde hissediyordu. Sevmeye kıyamadığı o tazeye ilk defa bu kadar yakındı. Bir yanı onu arzu ederken, bir yanı da ona dokunmaya bile kıyamayacağını fısıldıyordu.
- Yüreğimi sana açmaktan korkuyorum. Yani açamamaktan... dahası beni anlayamamandan, sonrada seni bulmuşken tekrar kaybetmek ten korkuyorum...
- Seninleyim ya yanındayım ya yetmez mi bu endişen niye?
Murat omzuna yaslanan peri kızının yüzünün yarısını örten zülfünü eliyle geriye itti. Gözlerini Sevgilisinin Ege’ nin maviliğini kıskandıracak mavilikteki gözlerine değdirip uzun uzun baktı sonra:
- Benimle bir ömür geçirmeni istesem çok şey mi istemiş olurum senden diye sordu...
Oldukça ani gelen bu teklif Elif’ in dilini düğümlemişti... Sustu konuşamadı. Duymak istediği bu değil miydi? Bunca zaman yârinden bu teklifi beklememiş miydi? İşte yanındaydı sevdiği ve kendisinden bir ömür birliktelik istiyordu. Onunla bir ömür geçirmek... Kulağa hoş gelse bile Elif’ e göre eksik bir ifade idi. O ömrünü Murat’ a vermeye razı idi. Ne demeliydi? İçinden kollarını Murat’ a dolayıp saatlerce öylece kalmak geçiyordu. Ama duygularına hâkim olmalıydı. Çok geçmeden kirpiklerinin üzerinde yaşlar beliriverdi... Gözyaşları yeni doğmuş bir bebeğin cildi kadar pürüzsüz yanağına aşağı iniyordu.
Murat eliyle genç kızın gözyaşlarını silerken aynı zamanda da cevap bekler bir bakışla gözlerinin içine bakıyordu... Nihayet niyetini arz edebilmişti. Şimdi endişe ile Elif’ in göstereceği tepkiyi bekliyor du. Ya başka biri var dese ne yapacaktı. Yüreğini oracıkta mavi Ege’ ye gömüp gidebilir miydi hiç? Unutabilir miydi Elif’ ini. Oldukça müşfik bir tavırla tekrar sordu Murat:
- Seni üzecek bir şey mi söyledim?
Güçlükle konuşabildi Elif:
- Bana dünyaları verseydin belki bu kadar sevindiremezdim.
Sonra sustu Elif. Endişeleri vardı geleceğe dair... Bunları söylemeliydi Murat’ a. Evlilik bir anlık hevesle alınacak bir karardan ibaret değildi.
Sonradan pişman olacağı hiçbir şeyin altına imza koymak istemiyordu. Murat’ ı dünyalar kadar sevse de... Az sonra biraz sakinleşmiş olarak tüm bunları O’ na anlattı. Evlilik dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkmak gibiydi Elif için. Eğer evet derse artık dönüş yoktu. Akşamlar her zaman rengârenk yıldızlarla dolu olmuyordu... Kimi zaman karanlık bulutlar sarıyor göğü, kimi zaman ise kül rengi bulutlar ağlıyordu yeryüzünün üzerine... Bu yolculukta her ikisini de metanetle karşılamak gerekiyordu...
Saatlerin nasıl ilerlediğini, akreple yelkovanın nasıl yarış edercesine birbirini kovaladığını ikisi de anlayamamıştı, pembe ha yallerle karışık evlilik planları kurarlarken... Bir gün daha bitmiş güneş cılız ışıklarla yeryüzünü terk etmeye hazırlanıyordu...
O iki âşıkta güneşle birlikte denizi gören o kayalıkları ağır ağır terk ettiler... Yarın onlar için güneş bambaşka bir şekilde doğacaktı...
05.06.2002 Narlıdere -İzmir
Bu İçerik 347 Kez Görüntülendi