Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Düşünceyi Beyni İle Beynimize Kazdı

İsmet Aci

Sokağımız caddeye çıkardı. Taş döşeli idi. Önümüz cadde, arkamız komşumuzun nar bahçesi. Ben, Salim ve Cevat çocukluğumuzdan bu tarafa bu cadde de yaşadık. Oyunlarımız bu nar bahçeli sokakta oynardık.. Okuldan gelince çantalarımız bırakır sokağa fırlardık.. Sokağa çıkınca on dakika geçer geçmez benim annem camdan başını uzatır bağırırdı; yine terleyip hasta olacaksınız bari terliyken su içmeyin. Artvin’de her sokak başında musluktan akan su vardı. Ne zaman susarsak, musluğun hemen yanındaki taş çeşmenin üzerinde bulunan zincirle çeşmeye bağlı olan bakır bardağı alır doldurur doldur içerdik. Biz su içerken yanımız gelen ihtiyar olursa önce suyu ona ikram ederdik ama içmez hemen’ su küçüğün sofra büyüğün’ siz için yavrum derdi, sonunda da çeşmenin üzerinde adı yazan için rahmet okur ayrılırdı. Üşütür hasta olursunuz. Hiç birimizin annesi bizi bir birimizden ayırmazdı. Tehlike gördüklerine karşı birlikte uyarırlardı Tamam der hız kesmeden oyuna devam ederdik. Elimizde tahta kılıç Malkoç oğlu gibi kahpe Bizansa ver yansın ederdik. Bu en zor oyundu koşmak sıçramak istediğinden çabuk vazgeçerdik. Sonra saklambaç oyunu başlardı. Saklanması kolaydı nar bahçesine geçtik mi kimse bulamazdı. Orada da kertenkeleden korktuğumuzdan ebe olan uzun süre bulamazsa ne eder eder kendimiz çıkardık. . Benim annemden sonra Cevat’ın annesi bağırdı,

Haydi, çocuklar içeri girin Salim’in annesine gelmişti sıra. Çünkü sırayla cama çıkıp içeri çağırıyorlardı. Sonra dirseklerini cama dayanarak karanlıktan adam tanınmaz hale gelinceye kadar bizi izlerlerdi. Cevat’ın babası Artvin’de Maliyede memurdu. Maliye valilik binasının içinde olduğundan biz küçükken Cevat’ın babasını hep Artvin valisi bilirdik. Cevat, babası memur olan tek arkadaşımız. Benim, Salim’in babası ve diğer çocukların babalarının çoğu işçi idi. Caddemizden akşam sabah geçenlerin yüzünü tanımıştık. Kimisi asık suratla geçer kimisi bize gülerek geçerdi. Çocukluğumuzu bu kısa sokakta bitirip caddeye çıktığımda köprübaşındaki yatılı öğretmen okulu birinci sınıfına gündüzlü olarak başladım. Okula sınavla alınmıştık. Ne yazık ki bu sınavda Cevat başarılı olamamıştı. Onu da babası Kazım Karabekir lisesine kayıt ettirdi. Salim’in, babası annesi çocuklarını alarak İstanbul taşındılar. Ne zaman onlardan söz açılsa annem, babam, iyi insanlardı aklıma geldiğinde burnumun ucu sızlar diyorlardı. Ama muhacir gittiler. Muhacir gitmenin bende ki anlamı Salim’siz geçen ya da geçecek yıllardı sadece. Artvin’e gelenlerin hemen tanıştığı adını öğrendiği bir cadde vardı. Mecburiyet caddesi. Her yerde bir Cumhuriyet Caddesi olduğu gibi tabi

Artvin’de de vardı ama tek olduğundan adını değiştirip mecburiyet caddesi yapmıştı, bu cadde yürümek zorunda olanlar. Devlet hastanesinden başlar sağa devam ederken sola döner Valiliğin önünden geçerek kıvrıla kıvrıla köprübaşına iner. Köprübaşındaki köprü ile de kara yoluna bağlanır. Ama insanlar hep valiliğin önündeki bölümünde yürürler. Valiliğin önünden yukarı yürürken yolun üstünde öğretmenlerin oturduğu lokal vardı. Kapısında kocaman tabela asılı TOB-DER Mecburiyet caddesinde yürürken karşı tepelere baktığında Efkar tepesini görürüsün.. Çoruh’a dik ve sert iniş yapar. Her yağmur sonrası boz bulanık akar Çoruh’un suyu. Tam karşıdaki o küçük düzlüğe kurulmuş Seyitler köyü gece Artvin’i seyreder, gündüz Artvin Seyitler köyünü. İstiklal savaşı gazisi dedemle Çoruh’un kenarında otururken, Dedem, Çoruh kenarına gelip akan suyu seyretmeyi çok severdi, yine öyle otururken gökyüzü karardı. Çoruh bulandı. Bak oğul şu gördüğün toprak var ya işte biz buna Rus ayak basmasın onun buradaki uzantıları ayağını çeksin diye şehit olduk gazi olduk ama şimdi almış başını toprağı götürüyor bizden, bunun çaresi olmalı. Bu Çoruh bizim toprağı götürmemeli. Yerden avucuna aldığı toprağı sevgiyle sıktı sonra avucunu açtı; Bu toprak, vatandır namustur oğul, bundan ekmek yiyen, karnını doyuran buna ihanet etmez, edemez. Bizden size emanet oğul. Bunları söyledi daldı belli ki o günlere gitmişti. Efkârın üstü simsiyahtı bulut siyaha dönmüştü meşenin yeşil rengine bulutların gölgesi düştü,
Cevat,lise son sınıfta, sınıfta kaldığından ben öğretmen okulunun son sınıfını yani dördüncü sınıfını okurken, ikimizde son sınıftaydık.Cevat üniversite sınavlarına hazırlanırken, ben öğretmen olup okumayı noktalayacaktım.geleceğe dair planlarımız vardı.

Öğretmen okulunun son sınıfına geldiğimde okula bir öğretmen atandı. Türkçe dersine girecekmiş. Merak ettik gelen nasıl öğretmendir diye. Öncelikle notunun bol olması, mutlu ederdi kafamıza göre gelen öğretmenin bizi. İlk derste sadece konuştu bizi konuşturdu. Akşam eve gidince Cevat’ı buldum eski mahallemizdeydi. Gel dedim şöyle yürüyelim. Devlet hastanesine kadar çıkar geliriz. Belki kafkasöre kadar uzanırız. Yürürken konuşmaya başladık. Derslere geldi söz. Senenin sonu yaklaşıyordu. Artık ders kaygısı vardı. Sınıfı geçmek ve bir an önce devletten geçinmeye başlamak lazımdı. Ekonomisi kısık bir aile idik. Çok kez ihtiyaçlarımız karşılayamazdık. Geleceğe, bayrama yılbaşına ertelediğimiz ve olmayacağını bile bile söz verdiğimiz alacaklarımız oldu çok.

Dükkânların önünden geçtik, otel yedi Mart’ın hemen yanında dost kırtasiye vardı. Defter kalem silginin yanında roman, Hikâye, şiir kitapları satardı. Cevat’ında benimde dikkatimi çeken bir şey vardı. Kırtasiyenin müşterisi gittikçe çoğalıyordu özellikle çok kitap satılıyordu. Kırtasiyenin içinde okulumuza yeni atanan öğretmen vardı, kitapları karıştırıyordu.

Devlet hastanesinin önüne geldik, cadde kenarında, üzerinde Artvin belediyesi yazan banka oturduk. Aşağıda harika manzara vardı. Taksiler giderek küçülüyordu. Özel araçlardan fazla yoktu. Mecburiyet caddesinde, TOB_DER derneğinin yanında şehirlerarası yolcuların biletlerini veren Artvin’e geliş gidişleri ayarlayan küçücük yazıhane vardı. Yazıhaneye bakan otel yedi mart tabelasını ışıklandırmışlardı, ilk bakışta dikkat çekmek için.

Sabah okula Cevat’ta bende dünkü yürüyüşten kalan kelimeleri alarak gittik. Tam kapıdan giriyordum okulumuza yeni atanan öğretmen kapıda durmuş geç gelen öğrencileri uyarıyordu. Beni görünce bağıracak sandım öyle olmadı yanıma kadar geldi;

Emekçinin çocuğu işine geç kalmaz, onu bekleyen görevler vardır unutma. Şaşırdım kaldım.

Akşam yine Cevat’a gittim, Haluk’la beraber gelmişti. Haluk yaşça bizden bir iki yaş büyük görünüyordu. Aradaki dar sokaktan geçtik Efkâr’ın altına doğru giden patika yoldan yürüdük. Yolun kenarındaki küçük düzlüğü bağdaş kurarak oturduk. Büyük düzlük bulma şansımız yok zaten, derler ki il il gezen Bektaşı’nın biri Artvin’e gelmiş. Canı birkaç kadeh bir şey içmek istemiş. Doğa harika, hava mis gibi,almış şişeyi koyacak düz yer bulamamış, ama biz oturacak kadar bulduk biraz sessiz kaldık. Söze ben başladım. Bizim okula bir Türkçe öğretmeni atandı dedim,
Haluk; biliyorum, Şavşatlıymış.

Ne güzel öğretmen olmuş kendi iline gelmiş sonra Şavşat’a gider,
Haluk, Şavşat’tan gelmiş. Oradaki Şavşat lisesindeymiş, Müdürle geçinememiş, bu öğretmen solcuymuş, orda ki müdür sağcıymış ne edip etmiş bunu sürdürmüş, hatta derler ki öğretmenlikten attırmışta sonradan bu hakkını iade etmişler..Adı da, hı hı dilimin ucunda Tarık’mış.

Cevat bizi sadece dinledi, ara sıra başını salladı. Ne düşündüğü belli değildi. Çocukluğundaki şen şakacı Cevat gitmiş yerine sessiz sakin bir genç gelmişti babasının ölümünden sonra. Seyitlerde gece lambaları yanmaya başladı bir, bir, sokağımıza dönerken artık geceydi.

Kırtasiye girdiğimde bizim öğretmen Tarık Bey içerdeydi. Kitapları karıştırıyordu. Sadece baktım. Nedendir bilmem kitap alıp okumak ders kitabı dışında para verip kitap almak aklımın ucundan geçmemişti. Koltuğunun altını doldurdu, içine bakıp koltuğunun altına alıyordu. Onu izledim. Beni fark etti. Sen öğretmen okulu öğrencisi değil misin dedi. Evet, Öğretmen Okulu son sınıf öğrencisiyim. Seninde okuduğun kitaplar var mı?

Ortaokulda bir kitap okumuştum. Reşat Nuri’nin ‘DAMGA’ güzel dedi yarın okulda sana bir kitap vereyim okur musun? Tereddüt ettim.

Dersimize geldi. Dünkü aldığı kitaplar yine koltuğunun altındaydı. Öğretmen kürsüsüne kitapları kırılıp döküleceklermiş gibi nazik bir şekilde koydu. Tahtanın başına geçti. Eline yakışan tebeşirle tahtaya kocaman, önce insan yazdı, bize döndü önce insan çocuklar dedi. Sonra dersten önce size bir kaç şiir okuyayım diye söze başladı. Şiir sevmek insan sevmektir, hele birde okurken zevk alırsan diyecek olmaz. İlk şiiri Nazım’dan dedi. Sonra bir şiir daha okudu. Buda Ahmet Arif’ten, çok beğendiyseniz kitabın adı ‘Hasretinden prangalar eskit tim’dir, bunun gibi daha çok böyle güzel şiirler bulabilirsiniz.
Okulumuza tek gelen öğretmenin etrafı gittikçe kalabalıklaşıyordu. Sanki bir göle taş atmış halka giderek büyümeye devam ediyordu.

O gün Haluk, Cevat, ben Devlet hastanesine doğru yürüdük.Her zamanki yerimizde oturunca bizim gibi oraya giden arkadaşların Tarık öğretmenden bahsettiğine kulak misafiri olduk.Tohum toprağa düşüyordu sanki.Gruplar çoğaldı, herkesin dilinde Tarık öğretmenin anlattıkları vardı.Tarık öğretmen öndeydi artık.
Öğretmen okulunu bitirip öğretmen oldum, Cevat, Ankara Hukuka gitti. Tarık öğretmenle ilişkilerini geliştirdi diye göze altına alındı birkaç kez. Son karşılaşmamızda Haluk içerde kendine sorulan sorulara verdiği yanıtlardan bahsediyordu. Dedim ki;

Kusura bakmayın, eğer sizde Tarık öğretmeni tanımış olsaydınız, şimdi benim yerim de olurdunuz. Adam beyni ile beynimize düşünce kazdı. Sonra Çoruh suyu gibi su ile suladı. Arkasından fidanlar boy verdi, işiniz zor sizin.

Sonra ne mi oldu?...

Bu İçerik 431 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi