Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Kültür Mantarı !

Selami Gümüş

Sabahın berrak güneşi ısıtınca yüzümü gözkapaklarım cevapsız bırakmıyor bu vefalı dostu, ve dört gözlü ahşap çerçeveli camdan yana çevrilerek başım tebessümle karşılıyorum kendisini. Yepyeni bir gün ve yepyeni güncel telaşlara salarken gönlümü ben dipdiri doğruluveriyorum yataktan, gecenin sert soğuğundan yaz kış demeden koruyan yün yorganı üzerimden atarak.

Tahta zemin üzerindeki muşambanın sıcaklığı ayağımı yakarken hızla adımlayıp odamı tantrabaya (balkona) atıyorum kendimi, evin üç bir yanını saran balkon korkuluklarından dışarıya çapraz askılarla bağlanmış, genişçe bir ağaç kovuğundan oyulmuş ahşap lavaboya uzatıyorum ellerimi Plastik bidonun musluğunu açıp güneşin ilk ışıklarıyla ılınmış suyu bolca vuruyorum yüzüme, lavabodan uzanan plastik borudan akan su zemindeki toprakla buluşuyor ve bu ahenkli sesle birlikte ferahlayıp ahşap direk üzerinde çakılı tek çiviye asılmış havluya yöneliyorum. Dışarıda hayat benden önce başlamıştır, ben yine güneşten önce davranamamışımdır ve işte ikitebin (karşı komşu) ahorundan (ahır) çıkan nikoray (alnında farklı renkte izi olan erkek sığır) ve gurbuzay avazandan sulanmış ahenkli adımlarla ahıra doğru ilerlemektedirler. Yaklaşmakta olan bir kızak seside mahallenin hızlı rençberlerinden Rizo emiağanın ot taşımak için erkenden yola koyulduğunun habercisidir. Voyşşş sesi ile birlikte bana sıcak selamıyla evimin önündeki yoldan geçişini izliyorum. Bu arada Anam ağor işlerini bitirmiş ve kahvaltı sofrasını kurmuş halde bana seslendiğini duyuyorum. Acıktığımı o an tüm şiddetiyle hissediyor ve sanki vaktini kaçıracakmışım gibi hızlı adımlarla mutfağa dalıyorum yerdeki sofranın üzerinde taze pişmiş sıcak poağaçanın kokusu burnuma kadar geliyor ve sarılı olduğu bezi açıp hevesle koparıp ağzıma atıyorum. Anamda sobanın üstünde isten kararmış tavayı üzerinde kızarmış tereyağının fokurtusuyla önüme koyuveriyor taze peynir eritmesini, çayı bardağıma koymasını beklemeden daldırıyorum poğaçadan kopardığım kocaman bir lokmayı sündürerek bandığım peynirin tadı tüm lezzetiyle dağılıyor damağıma ve üzerine leziz çayı yudumluyorum.

Açlığımı biraz bastırınca, dünkü yağmurdan sonra bugün için aklıma düşen bir detayı soruyorum Anama; “Ana zedubede soko (mantar) bulabilirmiyim bugün ne dersin”, nede olsa tecrübelidir bu konuda. Olma ihtimalinden bahsedince seviniyorum. Son bardak çayımı elime alıp balkona çıkıyorum köşküye kurulup seyre dalıyorum köyümün eşsiz orman manzarasına ve köyümün tatlı telaşesini yaşayan çalışkan insanlarıma.

Üstümü giyinip Kedela (ahşap evin duvarı) asılı nacağı (küçük balta) alıp gıcırtıyla açıyorum dış kapıyı ve kara lastiklerimi giyip yola koyuluyorum; önce kapımızın önünde şırıl şırıl akan avazana eğilip musluktan kesintisiz akan buz gibi sudan kana kana içiyorum avuçlarımı doldurup.- nede olsa peynir eritmesi susatır mutlaka- mahallemizin dar sokağından yukarılara doğru yöneliyorum; önce Ayşa bibiye selam verip halını hatrını soruyorum balkondaki Skamide (alçak tabure) oturup elindeki yün çorabı örerken. Biraz yürüyünce Hevo nene çıkıyor önüme bu sefer elindeki küçük sepetinden taşan koyun yününden eğirdiği kertali deki (yün eğirmekte kullanılan ahşap çubuk) ipliğine bir düğüm daha atıyor ve oda selamımı alarak uğurluyor, önüme başı boş gezen birkaç buzağı çıkıyor anneleri meraya salınmış olduğu için sütü kaçak emme riski olmadan serbest bırakılmış halde yol kenarındaki otlarla oyalanıyorlar. Ve mahallemden çıkar çıkmaz başlayan ormanın arasındaki patika yola dalıyorum kıvrılarak giden nefis köknar ve çam kokusuyla ciğerlerimi bayram ettirerek. Birkaç ağaçtan sakız koparıyorum, ağzımda nefis tadını hissederek çiğniyorum. Ve ilk çıktığım tepe düzlüğe varınca oturup seyre dalıyorum, etrafı çepeçevre tepelerle çevrilmiş ve önünde derin bir vadiyle balkona benzeyen köyümün manzarasını.
Ormandan arta kalan geniş çimenlik diye tabir edebileceğim otlaklardan geçerek varıyorum dünden planladığım leziz soko (mantar) ların bittiğini bildiğim kuytu alana. Burası beni büyülemiştir her zaman ,ilginç bir yapısı vardır bu soko alanının; Düz açık yeşil çimenliğin ortasında yarım hilal şeklindeki koyu yeşil alan doğal soko tarlasıdır hiç bakım istemeden sürekli kendiliğinden biten. Ve işte yanılmamışım dünkü yağmur bereketini göstermiş ve bembeyaz porselen tasların ters dönmüş haliyle, sokolar önümde sıralanıyorlar küçüklü büyüklü halleriyle. En büyüklerinden birini koparıyorum hemen ve ters çevirip beyaz gövdenin kahverengi yapraklarla bölünmüş harika iç yapısını burnuma yaklaştırıp kokluyorum, enfes kokusunu ağzımın suyunu akıtırcasına hissediyorum burnumda. Yanımda getirdiğim askılı bez torbama dolduruyorum birer birer kırılmasından korktuğum yumurtalar gibi dikkatle. Biliyorum ki yarına kalmadan kurtlanmaya başlayacak ,nede olsa tazesi makbul bunlarında. Ve yeterince toplayınca dönüş yoluna giriyorum, sabırsızca adımlıyorum evime doğru, Varır varmazda geçiyorum kuzine sobanın başına ve diziyorum üstüne birer birer, tabi içlerine azcıkta tuz koymalıyım. Ve enfes bir koku sarıyor mutfağı içleri öz suyuyla dolmuş sokoları oracığa çektiğim skaminin üstünde önce leziz sularını içerek afiyetle yiyorum.

Velhasıl hikayemin sonunda sözün özüne gelirsek bazen marketlerde gördüğüm şekil olarak çok benzettiğim kültür mantarlarından alırım, sanki o tadı tekrar yaşayacakmışım gibi gelir her seferinde, ve ben hep aynı hayal kırıklığını yaşamak pahasına o lezzete olan hasretimle tekrarlarım bu tadı olmayan hatayı.

Sahi neden tatsızdır bu şehir mantarları? Kültürlü! , olduklarından mı acaba.

Selami Gümüş- 05.04.2008

(Kültür Sanat bölümündeki "Köy yollarında" hikayeme devam olarak yayınlanabilir)

Bu İçerik 340 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi