Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Yanık Türkülerin Göz Yaşı

İsmet Aci

Komşu köylerden gelen misafirler kimde kalacağını bilirlerdi. Doğruca o evin kapısına gider, elinde ki değneği ahşap evin g kapısına vururdu.Bir taraf tandan da konak sahibi, konak sahibi bak hele kim geldi’ diye seslenirlerdi. Bir akşam üstü bizim evin kapısı vurulduğunda dışarı baktım. Yaşlı bir amca. Sigarası yanıyor. Şapkasını yana eğmiş. Pantolonu İngiliz kilot dedikleri bir pantolon, gel dememi beklemeden içeri girdi. Babamı sordu. Evde yok ama biraz sonra gelir dedim. Geçti misafir odasına oturdu.

Köye daha radyo girmemiş. Bütün haberler, köylerle ilgili birde uzaklardan gelenlerin yıllar önce duyduklarını hafızalarında saklayarak taze habermiş gibi anlattıkları. Bu aynen şimdiki konservelere benziyor. Bir zaman yeni bir şeyler katarak zamanı gelince kullanıyorsun babam geldi. Lambayı yaktık. Akşam namazları kılındı. Hoş sohbet başladı. Genellikle konuşmalara bu gün yolda gelirken diye başlıyorlar. Bu anlatılanların doğru olduğuna inandırmak için bir destek sözü. Yakın komşulardan gelenler oldu. Bir ara misafirimiz şu sazımı bir verin deyince şaşırdım kaldım. Çünkü kapı açan bendim ve elinde saz yoktu.Babam bana baktı’ ev süpürgesini’ dedi. Bir şey anlamadım. Getirdim, aldı eline ters çevirdi saz tutar gibi. Bakalım ASLI KEREM'ine ne demiş. Saz çalar gibi yapıp türkü söylemeye başlayınca anladım olanları.

Bazen konuşmasının en heyecanlı yerinde duruyor dinleyenlere soruyordu. Hani diyordu, Kerem Aslısına en son ne demişti. Eğer cevap onun istediği gibi verilirse devam ediyor verilmese doğrusu bulununcaya kadar ara veriyordu. Hatta bazen bu sorunun cevabını bilmeyene ceza veriliyordu. Bu orta oyununa benzeyen bir durumdu. Oda ağzına kadar komşularla dolu iken türkücü durdu; Kemal:

Buyur.

De bakayım hikayemizin öteki kolu nerde kalmıştı.

Kemal düşündü sonuç yoktu. Buna bir ceza verin mahkeme heyeti deyince türkücü.

Hep bir ağızdan bağırdılar. Suya basalım. Bu ceza en ağır ceza idi. Affı yoktu. Kollarından ve bacaklarından tuttukları gibi soğuk buz gibi suyun içine koydular.Bu olaydan sonra dinleyenler pür dikkat O gece bir kahkaha fırtınası ile bitti. Sabah kalktığımda misafirimiz yoktu. Misafirsiz gecelerin sonun da bir gün köye ağızdan ağza bir haber yayıldı. Bir kutu çıkmış. Yanında ki düğmeyi çevirince türkü, şarkı söylüyormuş.Adı da radyo imiş.Köye yeni haberler,lambalı radyo ile geldi.Muazzez TURING, mektebin bacalarını söylerken hep bir ağızdan sesine kurban diye bağırırdı dinleyenler.önce tek olan radyo sayısı arttı. Farklı istasyonlardan ayni anda değişik türküler sardı köyün ufkunu.Süpürgeyle Aslı ile Kerem’i anlatan misafirimiz çok kere geldi, radyonun gelişinden sonra, ama bir daha süpürge sapından saz yapıp Aslı il Keremi anlatmadı anlatamadı. Çünkü bir gelişinde Ümit Kaftancı oğlunun hazırladığı dilden dile programını birlikte dinlerken pabucunun dama atıldığını anladı.

Sarı zarflarda gelen askerlik görevine çağrı pusulaları radyodan haber olarak verilince artık köyde herkeste bir radyo vardı.Kimi türkü dinliyordu kimi şarkı. Ama ortaklaşa Zeki Müren’i herkes dinliyordu. Yüzünü görmediğimiz sesinden tanıdığımız dostlarımız misafirliği o çevirdiğimiz radyonun düğmesi ile geldiler.Komşumun biri her sabah kalkınca radyoda türkü saatlerini alıp ona göre açıyordu. Yeni fıkralar geldi köye. Almanya’nın, Türkiye’den işçi alacağı kulaktan kulağa yayıldı. Gözü kesen müracaat etmek için ilçe merkezine gidenler, geriye kağıt gibi beyaz ekmekle döndüler.Gitmelerine karısı izin vermeyenler aha diyordu ben Almanya’ya gidersem işte böyle beyaz ekmek yersin her zaman. İkna etmek kolay oluyordu.. Umutlar yeşerdi ama bulanıktı. Kimse kestiremiyordu. Gidenler oldu.

Yaylaya gittiğimiz aylarda, Almanya giden komşumuz izine geldi. Elinde bir dürbün , bir kaset çalar birde sarı uçlu sigarası vardı. İmrendim Almanya ya. Radyolardan çalınan türkülere halk ozanlarının sazından sesinden ağıtlar girdi. Murat Çoban oğlu, soğan ekmek yiyelim dön baba deyince herkes ağladı sessizce.

İlk televizyona ulaştığımızda şaşkınlığımız arttı. Memleket evimizdeydi.Biz yürüyorduk anlaşılan durağan değildi görüntüler. Bir sonra gelen bir öncekini gömüyordu.Birden hızlı bir göç başladı adı bilenen kendi bilinmeyen kentlere. Bu bir fırtınaydı. Artık durdurmak imkansızdı.Köyde nüfus hızla azalırken şehirlerde çoğalmaya başladı. Yaşantı köye göre moderndi ve rahattı.sabun kokulu yorganlar bir nevresim geçirilmiş battaniyeye dönüştü. Gurbetten köye cennet havaları postalanınca yeni gelinler ilk geceden hazırlar oldu valizlerini. Kayın pederinin izin verip vermemesi umurunda bile değildi.

Köyde kalanlar gidenlerin dönmeyeceğini anlayınca sessizce bir hüzne kucak açtılar. O zaman beyinlerde bir şey dank etti ama çoğunun kızı oğlu yanında yoktu. Birkaç ihtiyardı gurbetten gelen renkli televizyonda akşam haberlerini izleyen. Ağlamak için bir fırsatı bekliyorken kocamış köyün koca adamı bir türlü olmadı. Yanık türkülerin göz yaşı bir başka aktı karanlık gecede.Gün akşam hüzünlü döndü. Süpürge sapının sazcısı bir fatihaya ihtiyaç duymaya başlayalı çok olmuştu. O zaten bittiğini bir radyo programının dinlenmesi sırsında anlamıştı ama kimse bilmemişti.

Hızla zaman aktı.her gece bir başka üzüntüyü doğurdu. Yanık türküler söyledikçe memleketin ozanı bir başka aktı göz yaşları.Hayat akarken hızla isimler değişti.Mehmet yoktu, Muhammet yoktu. Ayşe diye kız adı kalmadı yeni bebeklere verilecek. Eğer doğan çocuk erkekse adına çağdaş dediler, Barış dediler. Yeni doğan bebek kızsa adı İrem oldu, Ekin oldu.Ancak çok gariptir ki isimlerde yakalan Çağdaşlık gerçek hayatta yakalanamadı. Davullu zurnalı gönderdiğimiz komşular, Almanya’dan Fransa’dan yada adını bilmek istemediğim ecnebilerden kovulur gibi geri gönderildiler. Türküler yoksulluğa yakılırken yasaklandı yoksulluktan bahseden türküler. Sanki ozanlar bir süpürge sapından saz çalanlardan daha fazla bir şey söylüyorlarmış gibi….

İstanbul 2006

Bu İçerik 470 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi