Şavşat Duvar Gazetesi Doğa ve Yaşam

Kyoto yük değil avantaj sağlıyor

Şavşat.com

Bilgiler Yanlış yada Önyargılı : Kyoto yük değil avantaj sağlıyor

Boğaziçi Üniversitesi Çevre Mühendisliği Enstitüsü öğretim üyelerinden Doç.Gürkan Kumbaroğlu aynı zamanda Enerji Ekonomisi Derneği'nin de başkanlığını yürütüyor. Geçtiğimiz günlerde İTÜ ve Sabancı üniversiteleriyle birlikte ortak bir basın toplantısı düzenleyerek Türkiye'yi vakit geçirmeden Kyoto Protokolü'nü imzaya çağıran Doç. Gürkan Kumbaraoğlu ile küresel ısınmada tehlikenin boyutları, Kyoto Protokolü ve Türkiye'nin koşullarını konuştuk.

» Dünya ne kadar ısınıyor ve etkileri neler olacak?

Kısaca özetlemek gerekirse bugünkü sera gazı salınımları artış hızının devamı durumunda atmosferdeki konsantrasyonlar yüzyıl sonuna kadar üç misline çıkabilir ve küresel sıcaklık yaklaşık 6 santigrad derece kadar daha fazla yükselebilir. Konsantrasyonların iki katına çıkması durumunda sıcaklık artışının 2 ila 4.5 santigrad derece arasında olması öngörülmektedir. En iyimser senaryoya göre sıcaklık artışı 1.1 ila 2.9 santigrad derece arasında olacaktır, ve bu değer en kuvvetli ihtimalle 1.8 santigrad derecedir. Etkiler bölgesel bazda farklılık göstermekle birlikte genel anlamda buzulların erimesi, deniz suyu seviyelerindeki yükselme, fırtınaların sayısının ve şiddetinin artması, tatlı su kaynaklarının azalması, tarımsal arazilerin veriminin düşmesi, biyoçeşitliliğin azalması sayılabilir.

» Al Gore'un son filmi, tüm dünyada yankı uyandırdı. Bir tür mesih gibi tüm dünyada filmin tanıtımını yapıyor ve kendince küresel ısınmayla ilgili bilinç yaratmaya çalışıyor. Kyo-to'yu imzalamayan ABD'nin eski başkan yardımcısının bu tavrından kuşkulanmak mıyız?

Elbette ki kuşkulanmak gerekiyor. Örneğin küresel ısınmanın ortaya çıkaracağı yeni tür tüketim alışkanlıklarının mevcut kar marjlarını daraltacağını gören birileri bir karşı lobi oluşturmaya çalışıyorlar denilebilir. Örneğin Guardian'ın 2 Şubat baskısında yer alan habere göre bir lobi grubu tarafından BM'nin dördüncü raporu eleştirecek bilim adamlarına ve iktisatçılara 10000 dolar vaat eden mektuplar gönderiliyor. Bu gibi teşviklere rağmen ciddiye alınabilecek bilimsel eleştiri çıkmamış olduğuna dikkat çekmek isterim. Bu lobi grubunun en büyük finansörü konumundaki şirketlerden birisi, bundan 4-5 yıl kadar önce 'Energy Modeling Forum' tarafından yapılan iklim değişikliği ve etkileri modelleme çalışmalarına destek olmak üzere Stanford Üniversitesi'ne yüklü bağışta bulundu.

» Kaynağı kuşkulu bağışın bilimsel çalışmalara etkisi oldu mu?

Bu bağışların bilimsel araştırmaların sonucuna gölge düşürüp düşürmeyeceği o dönemde ABD'de çok tartışıldı, endişeler rektör ve EME Başkanı tarafından sert bir dille geri çevrildi.

Sözkonusu araştırmaların sonuçları da zaten bundan iki yıl kadar önce kamuoyuna sunulduğunda rektörün haklı olduğu anlaşıldı. Yani küresel ısınmaya karşı bilinç oluşturacak film çevirmek çok zor çünkü elinizde ne kadar çok para da olsa sunabileceğiniz inandırıcı bilgi, belge ve kanıt yok. Al Gore'un filmi ise içerdiği ortaya koyduğu bilimsel bulgular ile bir belgesel niteliğinde. Bu konuda bilinçlenmeyi ne kadar destekliyorsam şüpheci yaklaşımları da o kadar önemsiyorum. Ama bu şüpheci yaklaşımlar bugüne kadar boş söylemlerden fazla ileriye gidemedi, gitmesi de pek mümkün gözükmüyor çünkü ortada kanıtlanmış bir küresel ısınma gerçeği var.

» Kyoto protokolüne gelirsek protokol genel anlamda dünyaya ne getiriyor. Belki bilineni tekrarlamak olacak ama altını çizmek açısından ABD'nin imzalamamaktaki amacı ne sizce?

Öncelikle Kyoto Protokolü'nün Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşme-si'nin nihai amacına ulaşması için yapılmış uluslararası bir anlaşma olduğunu söyleyelim. Sözleşme ve protokol arasındaki organik bağ ve farklılıkların doğru anlaşılması gerekiyor. Sözleşme, evrensel ilkeler doğrultusunda atmosferdeki sera gazı birikimlerini, insanın iklim sistemi üzerindeki tehlikeli etkilerini önleyecek bir düzeyde durdurmayı hedefleyen uluslararası bir anlaşma.

» Protokolün farkı...

Kyoto Protokolü ise ülkelerin ortak fakat farklı sorumlulukları, ulusal ve bölgesel kalkınma öncelikleri, amaçları ve özel koşulları dikkate alınarak, öncelikli olarak gelişmiş/sanayileşmiş ülkelerinin sera gazı emisyonlarını azaltmaları yönünde yükümlülükler getiriyor. Sözleş-me'nin Eki Listesinde yer alan gelişmiş ülke tarafları, Kyoto Protokolü Ek B Listesinde belirlenen sayısallaştırılmış emisyon sınırlamalarına uymayı taahhüt ediyor. ABD de Eki ülkesi olarak protokolün Ek-B listesine konulmuş ve sera gazı salınımlarını 2008-2012 döneminde 1990 seviyesinin yüzde 7 aşağısına çekmekle yükümlü kılınmış. Ancak bu kısıtlamanın ekonomilerine zarar vereceği gerekçesiyle ABD protokole imza atmıyor. Aslında 1998 yılında ABD protokolü imzalamıştı ancak sonrasında gerekli meclis onayını iktisadi gerekçelerle almadığı için taraf değil. ABD'nin argümanları arasında gelişmekte ülkelerin sorumluluk üstlenmemesi, protokole bugün için taraf olan 168 ülkeden sadece 3 5 inin sayısal emisyon kısıtlama hedefinin bulunması yer alıyor. Oysa protokol "ortak fakat farklı sorumluluk" prensibiyle asıl sorumluluğu gelişmiş ülkelere yüklüyor.

» Protokolü Türkiye'de imzalamadı ve bununla ilgili şu an süren bir imza kampanyası var... Son verilere göre Türkiye'nin karbondioksit ve benzeri sera etkisi yaratan gaz salimim artışında dünya birincisi durumuna geçtiği söyleniyor ama öte yandan buna karşı savunulan argümanda 'Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve mecburen bu gaz salımmına devam edecek' deniliyor. Sizce bu ne kadar doğru, yani bunlardan vazgeçince Türkiye yeterince gelişemeyecek mi?

Türkiye'nin Kyoto Protokolü nezdindeki konumunun doğru değerlendirilemediği, kamuoyunda ve karar vericiler nezdinde büyük bir yanılgı olduğu kanaatindeyim. Bu yanılgı ile konuya hep önyargılı yaklaşılıyor. Gördüğüm kadarıyla uluslararası iletilşimden bile kaçınılıyor. Büyük yanılgı şu: Türkiye 'nin ABD gibi yükümlülükleri yok. Türkiye protokoldeki bu yükümlülüklerin belirlendiği Ek-B listesinde yer almıyor. Türkiye Protokol'e imza koysa, taraf olsa, kendi talebi veya muvaffakati olmadan, herhangi bir yükümlülük de almayacak. Bu çok açık ve net olarak protokolün 21. maddesinde belirtilmiş durumda. Yani Türkiye'nin sera gazı emisyonlarını kısıtlamasına yönelik ve bunun ekonomik maliyetleri ile ilgili senaryolar, iddialar bütünüyle gerçek dışı. Ayrıca Türkiye'nin sera gazı salınımında dünya birincisi olmadığını, hatta kişibaşı emisyonlarda 3.3 ton ile 4 ton seviyesindeki Dünya ortlamasının bile altında seyrettiğini belirtmek istiyorum. Ama ülkemiz Kyoto Protokolünden uzak kalarak bu alanda dünya birinciliğine adaydır.

» Yani Türkiye'nin protokole imza atmamak için öne sürdüğü gerekçeler yanlış ya da yalan...

Herhangi bir salınım hedefi olmadan Kyoto Protokolü'nün ülke ekonomisine bir mali yükü olması sözkonusu değil. Tam aksine Kyoto'ya taraf olmanın önemli avantajları sözkonusu. Herşeyden önce 2012 sonrası dönem için yapılmaya başlanmış olan müzakerelerde söz hakkı elde edilmesi ve ulusal çıkarların savunulabilmesi sözkonusu. Ülkemiz sera gazı salimim yüksek eski teknolojiler için cazibesini kaybedecek, emisyon yoğunluğunu düşürücü bir değişim ve adaptasyon sürecine girecek. Bunun için de yurtdışından çeşitli kaynaklardan finansman sağlanabilir, sürdürülebilir kalkınma sürecine ekonomik kazançla girilebilir. Asıl bugün Protokol'den uzak kalarak emisyon yoğunluğumuzun artmasını seyredersek, yıllar sonra taraf olmaya kalktığımızda çok daha maliyetli bir durum çıkar karşımıza.

» Türkiye açısından küresel kirlenmeyi arttıran eski teknolojiler de çok önemli bir sorun...

Türkiye, Protokol'e taraf olmadığı için bu eski ve bol miktarda sera gazı üreterek küresel kirlenmeyi arttıran teknolojiler için iyi bir pazar oluşturuyor. Kyoto Protokolü'ne taraf olmayarak Türkiye gerek yerli, gerekse yabancı yatırımcılara sera gazı salımmına ilişkin bir endişe duymamaları gerektiği mesajını veriyor. Bu mesaj Türkiye'ye sera gazı salan kirli teknoloji transferi sağlayabilir. Örneğin AB içerisinde kömür santrallerinin 2020 yılına kadar tümüyle karbon tutma ve depolama teknolojisi ile donatılması öngörülüyor. Bu yatırımı yapmak istemeyen yatırımcıların sera gazı yoğun üretim teknolojilerini Türkiye'ye yönlendirmeleri bekleniyor. Bu gibi örneklerden anlaşılacağı üzere Türkiye'nin emisyon yoğunluğu hızla artma potansiyeline sahip. Kyoto'dan uzak kalarak küresel kirlenmeyi arttıran teknolojiler için sunduğu cazip yatırım ortamı ile ülkemiz Dünyanın sera gazı çöplüğü olmaya aday bir görünüm veriyor.

» Çevreye daha uyumlu enerji olarak biyoyakıt ve ethanol yakıt gündemde. Brezilya'da çok yaygın olarak kullanılıyor ama üretim için gerekli tarım arazilerinin büyüklüğü konusunda çevrecilerin şüphesi var. Türkiye'de biyoyakıt üretiminde durum ne? Ya da yenilenebilir enerjide Türkiye'nin potansiyeli ne? Bunlarla ihtiyacı karşılayabilir miyiz?

Etanol kullanımının yaygınlaşması ile birlikte petrole olan bağımlılığın azaltılması mümkün. Bunun yanısıra elde edildiği tarımsal ürünlerin büyürken absorbe ettikleri CO2 sayesinde etanol kullanımının yaygınlaşmasının sera gazı salınımını azaltıcı bir etkisi sözkonusu. Brezilya gibi başka ülkelerde de hızla gelişmesi bekleniyor. Geçtiğimiz haftalarda dünyadaki etanolun yaklaşık yüzde 70'ini üreten Brezilya ile ABD'nin işbirliğini arttıracakları açıklandı. ABD, etanolu hem Ortadoğu hem de Venezüella petrolüne olan bağımlılığın azaltılmasında önemli bir adım olarak görüyor. Avrupa Komisyonu gündeminde de etanolun yaygınlaştırılması var, 2020 yılına kadar ulaşımda kullanılan yakıtın yüzde ıo'unu biyoyakıtlardan sağlayacak bir öneri tartışılıyor. Hem dış bağımlılığın azaltılması, hem çevreci oluşu, hem de teknolojik gelişim trendleri gözönüne alındığında bu kaçınılmaz oluyor. Otomobil üreticileri artık belirli oranlarda etanol kullanımına izin veren araçların üretimini geliştirmeye başladılar. Hatta biyoyakıtların gelecekte havacılıkta da kullanılacağı konuşuluyor. Brezilya'da şeker kamışı, ABD'de mısır ve soya fasulyesi, Güney Asya'da palmiye yağı, Avrupa'da keten tohumundan bi-yoyakıtlar üretiliyor. Bazı araştırmalara göre çimenden bile biyoyakıt hammaddesi olarak istifade etmek mümkün. Türkiye'de öncelikle kullanılmayan ancak enerji tarımına uygun arazi stoğunun belirlenmesi gerekiyor. Uzmanların açıklamalarına göre yeterli arazi mevcut. Ampullerin değişimi gibi enerji tasarrufu sağlayacak ve verimliliği arttıracak önlemler de tabiiki önemli. Bunlar da küçümsenmemeli zira damlaya damlaya da göl oluşuyor. Ulusal Bildi-rim'de yer alan hesaplamalara göre tüm sektörlere uygulanacak enerji verimliliği önlemleri sayesinde CO2 emisyonlarından 2010 yılına kadar yüzde 5, 2020 yılına kadar yüzde 12.5 tasarruf etmek mümkün. Üstelik tasarruf edilen enerji harcamaları sayesinde bunun ekonomiye maliyeti değil, tam aksine getirişi sözkonusu. Ekonomik kazanç da az değil, 15.5 milyar dolar olarak belirleniyor.

» Özel sektöre ait santralların enerji üretimindeki payı bugün bile yüzde 25'lere ulaşmış durumda ve bu pay daha da artacak. Bu durum üretim ve fiyat kadar ekoloji açısından da zorluk yaratmayacak mı?

Elektrik enerjisinin depolanamıyor olması, fiyat esnekliğinin çok düşük olması gibi kendine özgü özellikleri nedeniyle rekabetçi koşullar altında klasik arz-talep kurallarından farklılaşan bir miktar ve fiyat denge oluşumu sözkonusu ve piyasa oyuncuları tarafından suistimale açık yönler bulunuyor. Bu nedenle piyasa işleyişinin öncelikle her yönüyle çok iyi simüle edilmesi ve düzenleyici kuralların getirilmesi gerekli. Çok değil Kaliforniya'da bundan 6 yıl önce fiyatların on katına kadar çıkması gibi başka ülkelerde yaşanan olumsuz tecrübelerden bizim de nasibimizi almamamız için son derece önemlidir. Farklı piyasaları çok iyi etüt edip işleyişlerini anlamamız ve olumsuz tecrübelerden ders çıkararak benzer durumlara düşmemek için önlem almamız gerekir.

Bu İçerik 602 Kez Görüntülendi

Doğa ve Yaşam Üye Listesi