Şavşat Duvar Gazetesi Ekonomi

Kapitalizmin Bitmeyen Derdi: İşsizlik

Şavşat.com

Amerikan işçi sınıfı, mevcut tüketim standardını sürdürmek istiyorsa Wal-Mart sistemine mecburdur. Savaş sonrasında uysallaş(tırıl)an ve ideolojik düzeyde işçiden tüketiciye dönüşen Amerikan işçi sınıfı, uluslararası ticaret sayesinde tüketim gücünü kısmen ayakta tutabilmiştir Amerika küresel krizle birlikte müthiş bir işsizlik bunalımının içine düştü. Amerikan Çalışma İstatistikleri Bürosu’nun en son açıkladığı ve ağustos ayına ait veriler toplumsal bunalımın derinliğini bir kez daha ortaya koydu. Kuruma göre, işsizliğin ülke genelindeki ortalaması ağustos ayında yüzde 9.7 iken, 14 eyalette oran yüzde 10’un üzerine çıktı. Geçen yılın aynı dönemindeki oran ise yüzde 6.2. Bu eyaletlerin arasında ülkenin sanayi yoğunluğunun en yüksek olduğu Michigan ile ülkenin en kalabalık ve ekonomisi en büyük eyaleti olan California başı çekiyor. Michigan yüzde 15.2 ile listenin tepesinde yer alırken California yüzde 12.2 ile Rhode Island ve Nevada’nın ardından Oregon’la birlikte dördüncülüğü paylaşıyor. Hatta Michigan’ın otomobil sanayii ile ünlü şehri Detroit’te oran yüzde 17.3. New York’ta oran yüzde 9 ancak New York işsizlik oranındaki yüzde 0.4’lük artış ile dikkat çekiyor. Resmi verilere göre son bir yıl içinde New York eyaletinde 188.400 kişi işini kaybetti. Ülkenin en önemli şehirlerinden New York City’de ise oran yüzde 10.3. Bu oran son 16 yılın en yüksek oranı ve şehir genelinde 415.000 işsiz anlamına geliyor. Bir başka deyişle bugüne kadar kaydedilmiş en büyük sayı. California’da ekonominin motor gücü olan inşaat sektöründe müthiş bir düşüş var. 2005 yılında 63 milyar dolar olan inşaat sektörünün büyüklüğü bu yıl 23 milyar dolara kadar gerilemiş durumda. Yaklaşık 500.000 işin inşaat, finans ve emlak sektöründeki gerileme nedeniyle kaybedildiği söyleniyor. Düzen yanlısı medyada sürekli işlerin iyiye gittiğine dair işaretler olduğundan bahsedilse de bu psikolojik motivasyon çabasının pek etkili olmadığı görülüyor. Kısa ve orta vadede California’da işsizlik oranının yüzde 10’un altına düşmesi beklenmiyor. Peki bu durumu Amerikan medyası gibi sadece ekonomik krize bağlamak ne kadar doğru? Bunun tespiti için öncelikle Amerikan ekonomisinin kriz öncesindeki istihdam yapısına bakılması gerekiyor. Amerikan sermaye sınıfı, neoliberal dönem boyunca Amerikan tarzı kapitalizmin en büyük artısının iş yaratma kapasitesi olduğunu savundu. Avrupa’da örneğin devletin ekonomiye çok fazla müdahil olması nedeniyle kronik olarak yüzde 10’lar civarında seyreden işsizlik oranları uzun süre Amerika’da yüzde 4’ler civarında seyretmişti. Ancak Amerikan sisteminin iş yaratma kapasitesinin sırrı, işin tanımı ve içeriğinde yapılan değişim/erozyonda yatmaktadır. GİZLİ İŞSİZLİK Amerika’da sanayisizleşmenin ve hizmet sektöründe gelişen düzensiz/güvencesiz çalışma kalıplarının bu tablonun oluşumunda payı büyük. Amerika geçici, güvencesiz ve yarı zamanlı iş cenneti. İstatistiksel olarak bu tür işler istihdam olarak hesaplandığı için işsizlik oranları düşük çıkmaktadır. Bunu anlamanın en iyi yolu istatistik bürosunun çalışmayı nasıl tanımladığına bakmaktır. Büroya göre referans hafta içerisinde herhangi bir yerde, kâr ya da ücret karşılığı çalışmış herkes, bunun yanında aile şirketinde haftada en az 15 saat ücret almadan çalışmış kişiler çalışan olarak sayılmaktadır. Önde gelen Amerikan emek tarihçilerinden Fantasia ve Voss’a göre birinci koşul, haftada bir saat çalışanları bile işgücüne dahil etmektedir. Sonuçta ortaya çıkan veri yanıltıcı olmakta, gerçekte olduğundan çok daha büyük bir çalışan profili ortaya çıkmaktadır.[1] Amerika’da 1980’den sonra yaratılan işlerin yüzde 90’ı, işin tanımı ve yapısında büyük bir dönüşümün yaşandığı hizmet sektöründe ortaya çıkmıştır.[2] Hizmet sektöründeki bu dönüşüme örnek olarak, Wal-Mart, Starbucks, Amazon.com gibi organizasyonları, gelirleri ve kâr oranlarıyla göz kamaştıran şirketlere bakılabilir. Bu şirketlerin en büyük özellikleri hem ulusal hem de uluslararası ölçekte kullandıkları ucuz ve düzensiz işgücüdür. Bu firmalar, tam zamanlı çalışma kavramını bile kendilerine göre yeniden tanımlamaktadır. Wal-Mart’a göre tam zamanlı iş haftada 28 saat iken Starbucks için 30 saattir. Ayrıca bu sektörler ünlü sendika düşmanı şirketlerdir ve örgütlenmenin önüne büyük engeller konmaktadır. Dolayısıyla yaratılan istihdamın son derece kırılgan bir emek piyasasında yaratıldığı söylenebilir. Bu yapının, otuz yılı aşkın süredir sistemin merkezinde olduğu düşünülürse krizin emekçi sınıf için durumu sadece derinleştirdiğini görmek gerekir. Eğer medyanın bahsettiği gibi bir canlanma olacaksa da bunun emekçi sınıflar için daha iyi bir tablo ortaya çıkaracağı şüphelidir. Amerika’nın sanayi sonrası bir toplum olduğu dolayısıyla istihdamda ağırlığın büyük ölçüde finans başta olmak üzere yüksek gelirli hizmet sektörüne kaymasının normal olduğu iddiası da son yirmi otuz yıldaki gerçeği açıklamaktan uzak. Aslında Amerikan ekonomisi sanayi üretimindeki rekabet gücünü kaybetmemek için çok çaba harcıyor. Bu doğrultuda yürütülen en büyük politika emek örgütlerine saldırmak. Amerika’da sanayi, örgütlü kuzeyden sendikalılaşmanın yasalarla neredeyse olanaksızlaştırıldığı güneydeki 20 eyalete kaymaktadır. Sadece 1980-1985 döneminde kuzeyden güneye 1.5 milyon iş kaymıştır. Bu bölgeler sendikasızlıkla övünürken bu bölgelerde reel ücretlerde de müthiş bir düşüş söz konusudur. Ancak Amerika uzun vadede sanayideki rekabet gücünü buna rağmen yitirmektedir ve sanayi sektöründe yeni iş yaratmak Amerika için neredeyse hayal haline gelmektedir. Amerika’nın klasik sanayi bölgelerinin dışında, güneyde konumlanan North Carolina eyaletinin Kannapolis adlı şehrinde 2003 yılında yaşananlar bunun bir kanıtı olarak gösterilebilir. Kapatılan Pillowtex Mills adlı tekstil şirketinden bir anda 5000 işçi çıkarılmıştır. Tekstil sektöründe, 1994-2002 yılları arasında 700.000 kişi işinden olmuş ve bunun önemli bir kısmı sendikasızlaştırılan güney eyaletlerinde yaşanmıştır.[3] Bir başka deyişle tekstil gibi sektörler başta olmak üzere pek çok sektörde ciddi boyutta işsizlik vardır. ZORAKİ ÖNLEMLER Bu tablo Obama yönetimini alelacele kararlarla etkisi sınırlı politikalara itmektedir. Son gündem maddesi Amerika’nın Çin’den ithal edilen lastiklere yüzde 35 gümrük vergisi koyması. Gerekçe ise oldukça sıradışı. Obama yönetimi, Amerikan ticaret hukukunun bugüne kadar hiç kullanılmamış bir maddesini işleterek bu kararı aldı. Bu maddeye göre Amerika, ticaret adil olarak yapılsa bile ülke içinde ciddi işsizlik artışına neden oluyorsa bu ticareti engelleme hakkına sahip. Korumacılığın en çıplak ifadesi olan bu madde bugüne kadar Amerikan hükümetleri tarafından hiç işletilmemiş. Ancak tablo o kadar karanlık ki Obama yönetimi bunu yapmak zorunda kalıyor. Nitekim 2004’ten 2008’e Amerika’nın Çin’den lastik ithalatı üç kat artarken 2006’dan bu yana dört lastik fabrikası kapandı. Dahası kapanmaların devam edeceği tahmin ediliyor. Ancak bu önlem Çin’e ve dünya ticaretine hayli bağımlı hale gelmiş Amerikan ekonomisi için çare olmaktan çok uzak. Çünkü Amerika’da yukarıda bahsedilen istihdam yapısı son otuz yılda reel ücretlerindeki artış yüzde 50’yi bile bulmayan Amerikan işçi sınıfının, ucuz ithal mallar sayesinde yaşam standardının nispeten yukarıda tutulabilmesini sağlamıştır. Bir başka deyişle Amerikan işçi sınıfı, mevcut tüketim standardını sürdürmek istiyorsa Wal-Mart sistemine mecburdur. Savaş sonrasında uysallaş(tırıl)an ve ideolojik düzeyde işçiden tüketiciye dönüşen Amerikan işçi sınıfı, uluslararası ticaret sayesinde tüketim gücünü kısmen ayakta tutabilmiştir.[4] Sisteme ve liyakate olan inanç bu sayede bir süre daha ayakta kalabilmiş, Amerikan ideolojisinin belkemiği olan orta sınıf propagandası da sarsılmamıştır. Bugün dahi Obama’nın en çok vurguladığı şey, Amerikan orta sınıfının hem psikolojik hem de sosyo-ekonomik açıdan yeniden tesis edilmesidir. Ancak bu sistem mevcut krizin ertelenmesinden başka bir şey değildir, çünkü üretim sektörünü sarsmakta ve ülke içinde iş yaratılmasının önüne geçmektedir. Amerika genel olarak tüketen ama tükettiği kadar üretmeyen bir ekonomi görünümü vermektedir. Bu amorf yapıdan sadece belirli şirketler kazanmakta ama her hâlükârda hem Amerika’da hem de Amerika’nın ithalat yaptığı ülkelerdeki işçiler kaybetmekte, haklarda müthiş bir gerileme yaşanmaktadır. Bazı yazarlar Amerikan işçi sınıfının dünya ticaretinden bu şekilde fayda sağladığı için Amerikan sermayesi ve devleti ile bir tutulmasını ileri sürmektedir. Hatta Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın en büyük çatı sendika örgütü AFL-CIO, Amerikan emperyalizminin özellikle Latin Amerika’da savunuculuğunu yapmış ve bu bölgelerdeki emek karşıtı hareketleri desteklemiştir. Ancak ironik olarak düşük ücretli emek gücünü yaygınlaştıran sistem, sonunda Amerikan işçi sınıfının tamamen aleyhine işlemiş ve istihdam kaybına neden olmuştur. Öte yandan sistemden kısmen fayda sağlandığı da açık ancak bugün Amerikan işçi sınıfı o kadar parçalı ve o kadar dünyanın diğer bölgelerine benziyor ki sanırım bu yaklaşımı bugün tekrar gözden geçirmek gerekmektedir. Sonuç olarak, istatistik bürosunun açıkladığı verileri krize özgü bir durum olarak yorumlamamak, savaş sonrası dönemde yerleşen ve neoliberal dönemde iyice derinleşen çelişkilerin bir sonucu olarak görmek gerekir. İkinci nokta ise Obama yönetiminin el yordamıyla, herhangi bir çerçeve programa uymayan politikalarının sistemin kronik sorunlarına çözüm bulmasının olanaksızlığıdır. Buna rağmen başta sağlık reformu olmak üzere bu tür ‘korumacılık” girişimleri nedeniyle sürekli komünizmle yaftalanması da Amerikan toplumunun anlaması güç bir yanı. Yani tablonun ortaya koyduğu en büyük gerçeklik, işçi sınıfının küresel ölçekte örgütlü mücadelesinin, günümüz politikasının seyrinde en önemli faktörlerden biri olacağıdır. MEHMET EVREN DİNÇER, Cornell Üniversitesi, Development Sociology Bölümü. KAYNAKÇA [1] Rick Fantasia; Kim Voss, Hard Work: Remaking the American Labor Movement, Berkeley: University of California Press, 2004, 13. [2] Colin Gordon, ‘The Lost City of Solidarity,” Politics and Society cilt 27, no: 4, 1999, s. 597. [3] Timothy J. Minchin, ‘‘It Knocked This City to Its Knees:’ The Closure of Pillowtex Mills in Kannapolis, North Carolina and the Decline of the US Textile Industry, Labor History, cilt. 50 no: 3, 2009: 287-311. [4] Obama yönetiminin bir diğer girişimi de ‘21. Yüzyılın Amerikasını yeniden inşa etmektir.” 1930’lardaki devlet yatırımıyla ekonomik canlanma politikasını hatırlatan bu Keynesyen girişim, yaklaşık altı ay önce (3 Mart 2009) dile getirildi ancak o günden bugüne bu konuda bir adım atıldığı söylenemez. Çünkü 1930’larda hayli ulusal bir yapıya sahip Amerikan ekonomisi (ve elbette dünya ekonomisi) bu tür bir müdahaleye olanak tanıyordu ancak bugünün uluslararası işbölümü bu politikaların etkisini son derece kısıtlıyor.

Bu İçerik 2892 Kez Görüntülendi

Ekonomi Üye Listesi