Şavşat Duvar Gazetesi Doğa ve Yaşam

Barajlar ve Çoruh Vadisi

Tetri Şavşeteli

Önemli olduğunu düşündüğüm için Selçuk Duran'ın yazısını aynen iletiyorum:
Barajlar nelerin üzerini örtüyor?
Kapitalizmin bir avuç suda boğduğu değerler

Tarihsel ve kültürel değerlerin yok edilişi (özellikle Taliban yönetiminin Afganistan'daki Buda heykellerini yıkması ve Suudi Arabistan'ın bir Osmanlı eseri olan İccyad Kalesi'ni yerinden taşıması örneklerinde olduğu gibi) son dönemde devletler arası siyasi sorunlar olarak yansıtılmakta. Türkiye egemen sınıfı ve medyası bu konuda Türkiye'nin aklanması imkansız bir noktada olduğunu görmezden gelmek istiyor. Bize de "kör gözüne parmağım" demek düşüyor.

Barajlar nelerin üzerini örtüyor?

Bu yazı, oldukça kabarık bir dosyanın sadece bir parçasını, "barajlar" kısmını ele almayı amaçlıyor. Bu nedenle, barajların altında nelerin kaldığına bakmakla başlayalım: Üzerinde inşa edildikleri akarsu havzası ve yatağındaki tüm doğal ve kültürel oluşumu yok eden baraj projeleri, nükleer santral projelerinden sonra en çok tepki alan ve 1971 yılından beri dünyada birçok büyük direnişlerle karşılaşan projeler.

Barajların kurulduğu bölgeler çoğunlukla verimli su kenarlarını kapsadığı için tarih boyunca yerleşim yeri olarak seçilen alanlardır ve buralarda çok sayıda antik kent, ortaçağ dönemine ait mimari eserler ve tarih yazımını değiştirecek nitelikte evrensel veriler bulunmaktadır. İkinci olarak, seçilen alanlar dağ ve orman alanlarını yok etmesi nedeniyle ekolojik açıdan bölgede varolan bitki ve hayvan türleri açısından geri dönüşü mümkün olmayan bir yok oluş anlamına gelmektedir. Üçüncü ve en önemlisi, buralarda yaşayan insanların yerleşik düzeni ve oluşturdukları etnolojik değerler hiçe sayılmakta ve binlerce insan barajlar nedeniyle göçe zorlanmaktadır.

Zeugma ve Hasankeyf örneklerinde ele alacağımız gibi, bu alanlarda kaybolan arkeolojik eserler, sadece "eser" olarak değil aynı zamanda insanların ortak anı ve bilgi edinme kaynağı olarak tanımlanmaktadır. İnsanın bilgi edinme hakkı tartışılamaz bir haktır ve bilgi edinebilmek için veriye ulaşabilmek gerekir. Büyük bayındırlık faaliyetleri ve baraj yatırımları ile tarihsel kültürel mirasın yok edilmesi, verinin yok edilmesidir ve bu anlamda Türkiye'deki baraj uygulamaları insan hakları açısından örgütlü suç özelliği taşımaktadır.

Türkiye'de devletin su politikasının üç temel unsuru vardır: İçme suyu üretimi, sulama suyu üretimi ve enerji üretimi. Bu politikalarda hiçbir zaman çevresel, kültürel ve toplumsal değerler gözetilmemiştir. Bu politikalar doğrultusunda 195 adedi büyük olmak üzere 1135 adet baraj işletmeye açılmıştır ve 335'inin de inşaatı sürmektedir.

Faaliyete açılan barajların çevreyi nasıl etkileyeceğine ilişkin araştırmalar hiç yapılmamakta ya da eksik ve taraflı yapılmaktadır. Bir çoğunun altında nelerin yok olduğu, belgelenmediği için bilinmemektedir.

Son dönemde gündeme gelen birkaç proje üzerinden tartışalım.

Hasankeyf

6000 yıllık geçmişe sahip olan ilçe, tarih öncesi çağlardan Osmanlıya kadar, Süryani sanatından Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarına kadar, birçok kültürün verilerine sahip bir yerleşme, GAP Projesi kapsamında yapılan Ilısu Barajı'nın suları altında kalıyor. Çevresel Etki Değerlendirme Raporu olmayan bu proje, sadece elli yıl ömrü olacak bir elektrik tesisi için Dicle'nin bir bölümünü yok etmek anlamına geliyor. Ayrıca, bu proje nedeniyle Mardin, Şırnak, Siirt, Batman, Diyarbakır'a bağlı 100'e yakın köyde yaşayan on binlerce Kürt göçe zorlanıyor.

Ilısu Barajı için kaynağı Dünya Bankası sağlıyor. Çokuluslu şirketlerin finansmanını vaad ettiği baraj için esas para İngiltere'den çıkıyor. Bu projenin başında yer alanlardan biri ise İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher'in oğlu. Onlar açısından oldukça kârlı olduğu anlaşılan baraj projesi, Türk devleti açısından da hem kârlı, hem de Kürtler üzerindeki asimilasyon politikasının bir parçası olarak kullanılmak isteniyor.

Munzur Vadisi

Munzur Projesi adı altında planlanan sekiz barajdan altısı Munzur Vadisi ile Mercan Vadisi üzerinde yapılıyor. Bu vadideki bitki ve hayvan türlerinin çoğu nesli tükenmek üzere olan önemli örnekler. Avukat Murat Cano "Barajlar yapılırsa ne olur?" diye soruyor ve yanıtlıyor: "Munzur vadisi ve çevresi yıkıma uğrar... Suya hapsedip vadileri suya boğduğumuz zaman doğadaki bitki çeşitliliğini, hayvan türlerini yok ederseniz ve yaşamı yok edersiniz. Bu durumda kaçınılmaz olarak göç hızlanır".

Konuya ilişkin mücadele ise sürüyor. Türkiye genelinde örgütlü olan 19 adet Tunceli vakıf ve derneği toplanarak Munzur vadisi çevresini koruma kurulunu oluşturdular. 2001 yılında bir dizi etkinlik gerçekleştirildi.

Çoruh Vadisi

Artvin'de Çoruh Nehri üzerinde yapılması planlanan, Arkım, Yusufeli, Deriner, Borçka ve Muratlı barajları bu doğal kanyonun ve sınırlı tarım alanlarının yok olmasına, toplam beş bin insanın yaşadığı Yusufeli ilçesi ile köylerinde yaşayan bin kişinin göçe zorlanmasına yol açacağı gibi, bölgedeki ortaçağ Gürcü mimarisini de tahrip edecek.

Fırtına Vadisi

Dünyada koruma altına alınan 200 bölgeden biri olan Çamlıhemşin Fırtına vadisi, yapımına başlanan Dilek-Güroluk hidroelektrik santralı ile devlet eliyle yok ediliyor; üstelik bu santral Türkiye elektriğinin sadece %2'sini sağlayacak.

Yukarıda sayılanlara ek olarak, Bergama-Yortanlı Barajı altında kalacak olan Allioni antik kenti ve önce Yatağan ve şimdi de Çine barajı ile yok edilmeye çalışılan Muğla Gökbel Vadisi gibi, birçok örneği sıralayabiliriz. Fakat bu sayılanlar Anadolu ve Mezopotomya'nın tarihsel ve doğal varlığının nasıl boğazlandığını göstermek için yeterli.

Katil kim?

Bu tür bayındırlık faaliyetlerinden önce yasalar gereği bütün bölgenin taranması, oradaki doğal, kültürel mirasın tespit edilmesi, bunların ne şekilde zarar göreceğinin belirlenmesi ve eğer "vazgeçilmez" ise zararın en aza indirilmesine yönelik önlemlerin planlanması gerekiyor.

İkincisi, ülke genelinde bütün doğal ve kültürel değerlerin belgelenip bir "kültür envanteri"nin çıkartılmış olması gerek.

Bütün bunlar bütçe meselesi değil. Kültür Bakanlığı'na ve bu konularda yapılacak çalışmalara ne kadar bütçe ayrılacağı tesadüfen belirlenmiyor. Kültür Bakanlığı'nın binde iki gibi komik bir bütçesi var. Batık bankaların kurtarılmasına ayrılan paraların, off-shore hesaplarda kayıpların tazmini için ayrılan paraların neden bir kültür envateri çıkarmak için ayrılmadığı sorusunu parasal değil, politik bir sorun olarak görmek gerekir.

Türkiye'deki baraj uygulamaların oluşumunda ciddi ekonomik çıkarlar söz konusudur. İhaleler ve paylaşımı uğruna her şeyin feda edilebileceği ihale kararları, büyük kredi mekanizmaları, satın alma olanakları çok güçlü bir lobi ortaya çıkarmaktadır. Her şeyi satın alma gücüne sahip şirketler kendi kârları için yasaları da satın alabiliyorlar, dağları da, vadileri de.

Baraj yapımı gibi faaliyetler de, kapitalizmin her türlü kâr mekanizmasında olduğu gibi, "en düşük maliyet" hesabına göre işler. Baraj yapılacak bölgenin taranması, kurtarma kazısı yapılması, barajdan zarar görecek olan insanların yerleşim ve diğer ekonomik sorunlarını çözmek gibi maliyeti artıracak her türlü "gereksiz" iş hızla geçiştirildiği gibi, barajlar çokuluslu şirketlerin at koşturduğu kâr alanları olduğu ve Türkiye devleti de bu kârdan pay aldığı için tartışılmaz bir tabu haline getirilmektedir.

Başka bir dünya mümkün

Kâr için her şeyin feda edileceği kapitalist sistemde her türlü çevre problemi ancak mücadele ile çözülebilir. Örneğin, Birecik Barajı konusunda, baraj bütçesinin sadece %10 oranında artırılması, Zeugma'yı çevreleyen bir bent yapılması ve bir yıl önce davranılması durumunda, bir açık hava müzesi oluşturulabileceği ve Zeugma Belkıs antik kentinin kurtarılabileceği gibi birçok öneri tartışıldı. Bu, olsa olsa kısmi bir çözüm olabilirdi. Ekolojik denge gene bozulur ve en önemlisi binlerce insan gene göç etmek zorunda kalırdı.

Bu konuda çalışma yapan akademisyenlerin çoğunluğu AB ve BM gibi kuruluşların kültür mirasına sahip çıkmada Türkiye'yi zorlayabileceğini düşünüyor. Ne var ki, bütün bu sermaye kurumları, örneğin Irak ve Afganistan bombalanırken Mezapotamya uygarlığının izlerinin kaçta kaçının yok edildiğini bir türlü hatırlamak ve hatırlatmak istemiyorlar. AB ve BM zaten bu yıkımı gerçekleştiren çokuluslu şirketlerin ve devletlerin çıkarlarını korumak için var.

Bütün bu tartışmalar sadece "kültür mirası" tartışmaları değil. Zeugma örneğinde olduğu gibi binlerce yıllık tarihi yok eden kapitalist devlet mekanizması, binlerce, milyonlarca insanı kâr uğruna açlığa, savaşlara kurban edebiliyor. Geçmiş, bugün ve gelecek kâr uğruna alınıyor, satılıyor ve yok ediliyor. Bunları korumanın tek yolu mücadele etmek. Hem de paranın değil, insan ihtiyaçlarının egemen olduğu bir toplum için mücadele etmek.

Selçuk DURAN

Bu İçerik 2950 Kez Görüntülendi

Doğa ve Yaşam Üye Listesi