Şavşat Duvar Gazetesi Felsefe
Yaşamdan Kesitler
Yatağın başındaki cep telefonunun sabahları kulağa pek hoş gelmeyen melodisi ile uyanırsın yeni güne.Telefon güne uyandırma işlevini yerine getirmiş, tüm sorumlulukları üzerine yıkmıştır artık. Üzerindeki uyku mahmurluğunu atmak, yüz yıkamak, günlük giysileri üzerine geçirmek gibi uğraşılardan sonra zamanın varsa bir bardak çay, bir dilim ekmek birkaç parçada kahvaltılık ile sigara hazırlıkları yaparsın. Zamanın yoksa çoktan sokak başında servis bekleme pozisyonunu almışsındır.Yada araban ile ilgili hazırlıkları tamamlama uğraşındasın.
Soluduğun hava yüreğinde beslediğin özlemlerin havası değildir. Bunu hissedersin. Bulutlar bir başka durur gökyüzünde. Arasından sızmaya ve günü aydınlatmaya çalışan güneş ışıkları ise daha bir farklı süzülür şehrin üzerine.
Gitmek zorunda olduğun yolları düşünürsün.Bir saat boyunca serviste yarım kalan uykuyu mu tamamlasam, yoksa arabanın radyosunu açıp hava ve yol durumuna göre yön mü belirlesem diye geçer içinden.Bunların tümünü yaptığın zamanlar olmuştur. Serviste uykunu da çekersin, açtığın radyodaki haberlere göre yön de belirlersin.
Fakat sabahın bu saatlerinde bunları düşünemediğin, yapamadığın, içinde belli belirsiz sıkıntılar ve düşünceler ürettiğin dönemler de az değildir.
Geciktirdiğin kira nedeniyle ev sahibi ile göz göze gelmemek için gösterdiğin çabadan, posta kutusundan aldığın bir yığın faturanın cebinde kalan bir sigara parasıyla nasıl ödenebileceğini düşünmekten, henüz açıklanmamış ücret zamlarının ne zaman ve hangi oran ile belirlenip bununla birikmiş açıklarını nasıl kapatacağının matematik hesaplarından tüm bunları düşünmeye veya yapmaya ne zamanın nede halin kalır.
Yüklendiğin sorumlulukların ağırlığını iyiden iyiye hissedersin omuzlarında.Yıllarını verdiğin ve birkaç sene sonra ‘emekli” payesi ile başlayacağın, her zaman özlemini duyduğun, hayallerinden hiç çıkarmadığın, kent yaşamın boyunca hedeflediğin yeni yaşamına başlayabilmenin koşulu seni sürekli karmaşık duygulara iten, her gün yeni sorunlarla karşına dikilen bu süreci tamamlamaktan geçmektedir.
Ayaklarını yere sağlam basıp, güçlü olman gerekmektedir.Bunu bilir ve her zaman hissedersin.
Ağır hava, gürültü, trafik sorunu ve benzeri kentsel kirlilikler içerisinde işine vardığında seni artık sekiz saatlik farklı bir süreç beklemektedir.Güzel dostlukların kurulabildiği, mesleki beceri ve kıdemlere göre sohbetlerin yapıldığı, güncel ve toplumsal sorunların tartışılıp paylaşıldığı bir ortamdır iş hayatı.Aynı zamanda attığın her adıma,sarf ettiğin her kelimeye dikkat etmeni gerektirecek kadar hassas ve kırılgan ortamlardır.
Oradan çıkarken içinde bulunduğun ruhsal durum seni akşamları ya doğrudan evine yada bir kahve köşesinde arkadaşlarınla iki bardak çay,birkaç den sigara içip iki kelime sohbet etmeye iter.
Siyaset konuşur, hayat pahalılığından bahseder, ya geçen haftaki maçın yada hafta sonunda oynanacak olanın kritiklerini yaparken yemek saatinin geçmekte olduğunu ve evde beklendiğinizi hatırlayıp kahve muhabbetini ‘İyi akşamlar” söylemi ile sonlandırırsınız.
Eşinizin yemek konusundaki becerilerini ta dış kapıya kadar gelen tarhana çorbasının kokusu ile bir kez daha pekiştirir, gururlanırsınız. Kapıyı anahtarınız varken özellikle açmayıp karşılanmak istercesine zile basarsınız.Karşınızda gülen yüzü ile eşiniz, parıldayan gözleri ile çocuklarınız olsun istersiniz.Açılan kapı isteminizle aynen örtüşmüştür.
O an günün tüm yorgunluğu,stresi omuzlarınızdan aşağı iniverir.Kanatlandığınızı hissedersiniz.Kapı kapandığında sıcacık bir yuvanın ve kendilerine ömrünüzü adadığınız aile bireylerinin huzuru dolar içinize.Cebinizden çıkardığınız çam sakızı çoban armağanı hediyeleri uzatırsınız eşinize ve çocuklarınıza.Gülümseyen yüzler sizi mutlu etmeye yetmiştir.
Ne posta kutusundan alıp ta ödeyemediğiniz faturalar, ne gidiş dönüş trafik çilesi, nede işyerinden kaynaklanan sorunlar o anki mutluluğunuza gölge edememiştir..
Bir gün daha bitmek üzeredir.
Hedeflediğiniz ve sürekli özlemini çektiğiniz yeni yaşamınıza bir gün daha yaklaşmışsınızdır.Yemekler yenilip, çaylar yudumlandıktan sonra siz televizyon karşısında dinlenceye çekilmişken mutfaktan gelen çatal, kaşık, tabak sesleri arasında göz kapaklarınız yavaşça kapanmak üzeredir.Yatağa ne zaman girdiğinizi, yorganı üzerinize ne zaman çektiğinizi hatırlamazsınız bile.
Ve....Gün bitmiştir...
Aynı günün sabahı farklı bir coğrafya.
Horozların sesi bozar gecenin sessizliğini.Ahşap köy evinin buğulanmış camlarından güne merhaba diyen güneşin doğuşu izlenir perde aralığından.Evin altındaki ahırda mevcut büyük ve küçükbaş hayvanlar bir gece boyu kombi görevini üstlenmişlerdir çıkardıkları vücut ısıları ile farkında olmadan.Yılların deneyimini bugünlere aktaran atalarımızın rakımın yüksek, kışların sert ve uzun geçtiği bu yörelerde insanların ısınabilmeleri için kullandıkları bir yöntemdir bu mimari tarz.
Halen bile çoğu dimdik ayaktadır.
Ocağa çaydanlık konur sabah kahvaltısı için.Bir taraftan da ortalık toparlanmaya,yataklar yerine konmaya başlar.Çaydanlığın konduğu ocakta yanan çam ağacının çıkardığı sesler bir senfoni dinletisi gibi gelir kulaklara.Odayı da ısıtmaya yeter üstelik.
Kahvaltı bitmiş, bulaşıklar yıkanmış güncel işler için hazırlıklar başlamıştır.
Sakin,dingin ve mis gibi kokan ormanın eteklerindeki mahallede artık egemen olan ses hayvan sesleridir.Ahırdan çıkarılanlar,kümesten salınanlar, zincirleri çözülenler harmanlarda, ahır önlerinde gezinip durmaktadırlar.Üzerlerindeki kırağı henüz çözülmemiş otları pek tercih etmezler.Yemliklerinde onları bekleyen ot ve samanlara yönelir çoğu.
Bahara yüz tutmuş kış mevsiminden çıkılmakta ve hazırlıklar ona göre yapılmaktadır.Kar yağmadan tarlalara, bostanlara taşınmış hayvan gübreleri eriyen karlar ile birlikte toprağa karışmış ve yeni hasat mevsiminde bereketli ürünler vermek için toprağın sürülmesini beklemektedirler.
Karşılıksız bir yardımlaşmadır başlayan. Kiminin bir çift öküzü diğerinin tarlasında kütan çekerken, bir diğerinin eşi ve çocukları sürülmekte olan tarlaya tohum serpmektedirler.Evlerin bacalarından çıkan dumanlar yapılmakta olan yemeklerin habercisi olarak yükselmektedir gökyüzüne. Doğaya, insanlara ve canlılara hiçbir zarar vermeden.
Bu koşturmaca da yıllardır süren bir dayanışma, bir birliktelik, bir ortaklık vardır.
Bir kültürdür bu yaşam biçimini belirleyen.
Ara sıra tarla ve çayır sınırlarından, hayvanların verdiği zararlardan, çocukların yaptığı akıl almaz yaramazlıklardan çıkan kavgalar,gürültüler ağız dalaşları ve tartışmalar bu insanların tarihsel ve yöresel birliklerini bozmamıştır.Onlara aktarılan kültür ile birlikte verilen terbiye böylesi güncel şeyleri hiçbir zaman sorun yapmamıştır.
Tahta sofralara ve bakır sinilere hazırlanmış yemeklerin yenmesi için haberci olarak gönderilen çocuklar çoktan bişileri ve lokmaları mideye indirmişlerdir bile.Bazıları da arkalarından koşturan köpeklere bir iki lokma atarak onların koruma görevlerini ödüllendirmektedirler içgüdülerinin sesini dinleyerek.
Harmanın biraz ilerisindeki küründen akan buz gibi suda eller,yüzler yıkandıktan sonra sofraların başına oturulur büyükten küçüğe doğru bir sıralama ile.Bir taraftan lokmalar çiğnenmekte diğer taraftan yemek sonrası yapılacak işlerin organizasyonu için sohbet koyulaşmaktadır.
Kıştan yeni çıkıldığı için işler yığılmıştır.
Çeperler elden geçirilecek,damlar aktarılacak, merekler onarılacak, ahırlar genel bir temizliğe tabi tutulacaktır.
Her ne kadar özgür bir yaşam ve çalışma hayatı gibi gözükse de işlerin büyük bir bölümü zamanında yapılmalıdır.Ertelenebilecek işlerin sayısı çok azdır.Zaman ve çalışmak bu açıdan önem taşır.
Yemek sonrası yapılan paylaşım ve dayanışmanın ürünü olan iş bitirme sevinci, huzuru kollara silinen alın terlerinde ışıldar.
Akşam karanlığı çökene dek kalan 1-2 saatlik süreyi köyün meydanındaki kahveye akın akın gelen köylüler ile paylaşmak için erkekler çoktan yola koyulmuşlardır bile.Kahveye vardığında boş masa bulabilenler şanslı sayılanlardır.Bunlarda genelde genç ve diri olup hızlı yürüyenlerdir. Masalar pişti, okey, altı kol iskambil gibi oyunları oynayanlar ile dolmuştur. Oyun dışı kalanlar ısmarlanan çayları yudumlayıp sıranın kendilerine gelmesini beklerken, yaşlılar kahve önündeki tahta sandalyelerde Erzurum şekeri ile kıtlama çaylarını anıları ile süsleyip içmektedirler.
Karanlık çökmüş, camiden ezan sesi gelmeye başlamıştır. Kümeler halinde gidilen ve topluca kılınan namazdan çıkan köylüler meydandan değişik yollara adım atmaktadırlar artık. Köy dağınık mahallelerden oluşmakta ve hepsinin yolu farklı yönlere gitmektedir.
Evlerin önünde ve ahırlarda işler henüz bitmemiştir. İnekler, koyunlar sağılacak, belirli bir süre sonra onların aç kalmamaları için yemleri ve suları verilecektir. Sağılan sütler kullanılacak amaca göre makineye çekilecek, kaynatılacak ve gıda ürünlerinin yapımı için depolanacaktır.
Akşam işleri, yemeği, çayı derken koca günün sonuna gelinmiş, insanlar üzerine tatlı bir rehavet kümelenmiştir. Yatıp uyuma zamanı çoktan geçmiştir.
Ve kim bilir belki de kentte emekli olmasına bir gün daha yaklaşmanın sevinci ile yatağa giren oğul ile köyde üzerine tatlı bir rehavet çöken babanın yorganları üzerlerine çekiş saatleri böylece çakışmış olacaktır.
Aynı kültürün farklı yaşamları.
İnsan sayısı arttıkça yetersiz kalan toprak ile doğanın işsizlik nedeniyle birlikte kente ittiği oğul ve yıllardır doyuran toprağımdan, hayat veren havamdan,suyumdan beni ayıramazsınız direnci gösteren baba.
İki yaşam.
Uyum sağlayabilirler mi diye düşünüyorum.
Köye vardığında bir hafta veya on gün sürecek özlem giderme ziyaretleri, sohbetleri bitip işe koyulduğunda kendini hangi kimliği ile tanımlayacak dersiniz.
Otuz yıldır yapmayıp unuttuğu işler canını sıkmaya başlayınca köy delikanlısı mı yoksa kent emeklisi mi olacak. Çok bunaldığı kentin gündüz trafiğini,korna seslerini, anlam veremediği ama hiçbir zaman eksilmeyen insan topluluklarının uğultularını anımsamaya başlar mı dersiniz.
Kısaca belli bir zaman sonra bir boşlukta mı bulur kendini.
Yoksa ‘Buralardan çıkmayacak, o hayatı yaşamayacaktım. Yaşadığım sürece her şeyi eziyet gibi gelen kentin bırakın güzel yanlarını zorluklarını bile özlemeye başlayan biri olarak artık yaşantıma burada devam edemem.Benim yurdum burası ama yerim değil.” mi der acaba.
Bu sorunun yanıtını sanırım kendim bile bu hayatı yaşasaydım veremezdim.
Verebilenlerle tanışmak dileği ile...
ŞENNAN IŞIK
Bu İçerik 547 Kez Görüntülendi