Şavşat Duvar Gazetesi Politika
Demokrasi, Şeriat ve Terör
Çağdaş demokrasiler, çoğulcu yapısı nedeniyle karşıt düşünceleri de içinde barındırmasına rağmen, şiddet çağrısı yapan, şiddete başvuran, terörizmi, ırkçılığı, yabancı düşmanlığını, hoşgörüsüzlüğü körükleyen, yargı organlarının gücünü zedeleyen, sövme içerikli olan düşünce açıklamalarını ise korumamaktadır.
Düşünce (ve din ve vicdan) özgürlüğü ulusal, bölgesel ve evrensel hiç bir düzenlemede sınırsız bir özgürlük olarak kabul edilmemekte; bir sınırlama nedeni olarak kamu düzeni ölçütüne dayanılmaktadır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de (İHAM) kamu düzeni kavramını yorumlarken, ülkelerin takdir marjı olduğunu, her ülkenin geçmiş deneyimleri ile sosyolojik yapılarının dikkate alınıp, düşünce açıklamalarının teorik düzlemde değil, yaşanan olgulara göre değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir. Ancak şeriatın, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile korunan Avrupa kamu düzeni kavramıyla bağdaşmadığını da vurgulamaktadır.
İHAM bu görüşünü ortaya koymasına rağmen, islami düzen amaçlayan özgürlük karşıtı düşünceler, demokratik sistemlerde (ve de ülkemizde) giderek etkinleşmektedir. Bu ülkelerde, özgürlüklerin sınırsızlığını savunan ve böylece amaçlarına ulaşabilmek için kendilerine alan yaratanlar (yani demokrasiyi araç olarak görenler) demokrat ilan edilirken; demokrasiyi amaç olarak benimseyenler ise, sistemin kendini korumak için ortaya koyduğu sınırları savunmak durumunda kaldıklarından, demokrat olamamakla (ve statükocu, tutucu, yasakçı olmakla) suçlanmaktadırlar.
***
Şeriat sözcüğünün; dinsel (islami) kurallar bütünü, bir yönetim biçimi veya bir devlet modeli gibi farklı anlamları varsa da; şeriat ile amaçlanan, dinsel kuralların geçerli olduğu bir yönetimdir.
Şeri bir yönetimin kurulması, demokratik yöntemler dışında, demokratik olmayan yöntemlerle de olasıdır. Ancak farklı yöntemler kullanılsa bile, amaçtaki birlik şeriatçıları ortak bir noktada buluşturmakta ve amaçlarına ulaştıklarında demokrasi de ortadan kalkmaktadır.
Şeriatın, islami düşünce temeline oturması ve özde şiddeti de (cihadı) reddetmemesi; halkın baskın bölümünün müslüman olduğu ülkemizde ise, şeri yönetimin ancak bir devrimle terk edilebilmesi ve dinsel konularda şiddete başvurmadan da halkın çok kolay etki altına alınabilmesi gözetildiğinde, ülkemiz özeli itibarıyla reel (maddi) cebir söz konusu olmadan da şeri söylemlerin sınırlandırılması, demokratik toplum gereklerine ve evrensel kurallara aykırılık oluşturmaz. Çünkü özgürlüklere üstünlük tanımak, devlet örgütünü reddeden anarşizm savunulmadığı sürece, demokrasinin ve de devletin kendini koruma hakkını ortadan kaldırmaz.
Şeriata geçiş, laikliğin kaldırılmasıyla olasıdır. Laikliğe aykırı eylemleri cezalandıran TCY nin 163 ncü maddesi, farklı görüşlere eşit yaklaşma düşüncesinden hareketle, komünizm propagandasını yasaklayan TCY nin 141 ve 142 nci maddeleriyle birlikte 1991 yılında kaldırılırken; laikliğin, devlet düzeninin temeli, Cumhuriyetin değişmez ve vazgeçilmez ilkesi olduğu gözetilmemiştir. Bugün komünizm (eurokomünizm), şiddeti destekleyen, şiddete başvuran bir düşünce yerine, seçimler yoluyla iktidarı amaçlayan komünist partilere dayanmakta ve demokrasinin çoğulcu yapısı içinde yer almaktadır. Demokrasiyle çatışan şeriat ise, tarihsel geçmişimiz ve sosyolojik yapımız gereği, ülkemiz için her zaman somut (açık ve de yakın) bir tehlike oluşturmakta; laiklikte bu tehlike ile karşı karşıya kalmaktadır.
Siyasi Partiler Yasası (SPY), bu düşünceden hareketle 86 ncı maddesinde laikliği korurken, bu ilkeye aykırı eylemlerin odağı olan siyasi parti tüzel kişilikleri için kapatma yaptırımı (md 101) ve siyasi parti mensupları için de cezai yaptırım (md 117) öngörmektedir. Ancak Anayasada 2001 yılında, SPY de ise 2002 de yapılan değişikliklerle, bu durumda kapatma yaptırımı yerine, eylemin ağırlığına göre seçenek olarak devlet yardımından kısmen ya da tamamen yoksunluk yaptırımının getirilmesiyle, siyasi partiler yoluyla veya partiler üzerinden (demokratik yöntemle) şeriatın kurulmasını engelleyici nitelikteki 101 nci maddede yer alan koruma da mutlak olmaktan çıkmıştır.
Şeriatın demokratik olmayan yöntemle kurulması ise, terör ve örgüt yoluyla olasıdır. Terör, ulusal ya da uluslararası boyutlu, yine dinsel nitelikli olabilir. Dinsel terör de, islami terör etiketiyle karşımıza çıkabilir. Terörle Mücadele Yasasındaki (TMY) terör örgütü tanımında, korku, baskı, sindirme gibi yöntemler yeterli görülürken, 2003 yılında yapılan değişiklikle cebir ve şiddete başvurmak koşulu da eklenmiştir. Böylece radikal/köktendinci örgütler dışındaki (şiddete dayanmayan) islami örgütlenmeler, biçimsel anlamda bu yasa kapsamı dışına taşınmıştır. Ancak şeriatın, cihad ve şiddeti reddetmeyip bir yöntem olarak benimsediği gözetilerek, bu yöntemlere eylemli olarak başvurmasa bile şeriatı amaçlayan örgütler, yine TMY kapsamında değerlendirilmelidir.
***
Başbakanlıkça 2004 yılında yayınlanan bir genelgede, terör ile islamın bağdaşmazlığı vurgulanarak, islami terör yerine dinsel terör kavramı önerilmiştir. Örgütleri, islama uygun ya da aykırı olarak nitelemek, dinsel bir değerlendirmenin sonucudur. Bu yaklaşım, (islam dışı nitelenene kadar) islam adı uygun görülen örgütler için dokunulmaz bir alan yaratmaktadır. Örgütlerin islama uygunluğu ya da aykırılığı yerine hukuka aykırılığı irdelenmeli; bir hukuk devletinde değerlendirmeler, sadece hukuk kurallarına göre yapılmalıdır. Bu bağlamda dinsel terör örgütleri üst başlığı altında islami terör örgütlerinin bulunduğunu söylemek hukuka aykırı değildir. Kaldı ki terör örgütü niteliğinde olmayan islami örgütlenmeler için de, 677 sayılı Devrim Yasasında yaptırım öngörülmüştür.
Türkiye de islamcı terör örgütleri konusunda, biçimsel bir değerlendirme göze çarpmakta; ülkemizde kurulmayan veya Türkiye de henüz eylemde bulunmayan bir islamcı terör örgütü, Türk devlet ve anayasal düzenini (eylemleriyle doğrudan) hedef almadığı sürece, Türkiye yönünden terör örgütü olarak nitelendirilmemektedir. Örneğin 12.8.1995 ila 15.9.1995 tarihleri arasında ülkemizde bulunan İslami Kurtuluş Çeçen Direnişi ile Müslüman Kardeşler Örgüt sorumlularının, giderlerini karşılayan ve gizli görüşmeler yapan dönemin yerel yöneticileri hakkında (İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığınca 27.4.1999 tarih ve 540/175 sayılı) takipsizlik kararı verilmiştir. Benzeri kararlara rastlamak olasıdır. Bu tür örgütlere Türkiye de eylem gerçekleştirmedikçe dokunmamak, daha sonra yel değirmenleri ile savaşmakla eşdeğerdir.
Türkiye de kurulmayan şeriat amaçlı terör örgütlerine, ülkede altyapı oluşturana kadar dokunmayıp somut eylem anını beklemek; türü ne olursa olsun terörle mücadele düşüncesiyle çatışmaktadır. Bu örgütlerin amacı, ümmet birliğini sağlamak, son noktada dünya islam birliğini gerçekleştirmektir. O halde Türkiye de henüz eylem yapmamaları, ülkemizin eylem alanı içerisinde kalmadığı anlamında değildir. Anılan örgüt üyelerinin ülkemizde bulunmaları, cezalandırılmaları için yeterli sayılmalı; mevcut uygulama ivedilikle terk edilmelidir.
22.Temmuz.2005 Cumhuriyet Gazetesi
Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU
Yargıtay Cumhuriyet Savcısı
Bu İçerik 592 Kez Görüntülendi