Şavşat Duvar Gazetesi Politika

Siyasi Rövanş

Erdoğan Bilgin

2007 yılı seçim yılı olacak. 2007 yılının seçimden çok umut yılı olmasını çok isterdim. Umut yılı olabilmesi beklenti ve taleplerin gerçekleşmesi için bir gayret ve çalışmanın olmasıyla mümkündür. Yanılmak isterim ama toplum hafızasının dumura uğramasından dolayı dünün muhasebesini yapmadan günün heyecanı ve meydana gelen siyasi atmosferin etkisiyle bugüne kadar sağlıklı karar verilememiştir.

Dünden ibret alamayanlar yarınla ilgili sağlıklı karar veremiyorlar. Şöyle ki; Demokrat Partinin iktidar olduğu dönemde Celal BAYAR’ ın Cumhurbaşkanlığı yaptığını ve sadece tek parti döneminde yaşanan sıkıntıların rövanşının alınmaya çalışıldığını, toplumun refah seviyesinin yükseltilmesinden ziyade siyasi hesaplaşmanın yaşandığı, ülkemiz insanlarını kamplaşmalara sürükleyen partizanlığın ayyuka çıktığını görmekteyiz. Bu icraatların Türk siyasi hayatında açtığı tahribatlar halen daha onarılabilmiş değildir. Hükümetlerin yapmış oldukları yol, su, elektrik, haberleşme vs. hizmet ve yatırımlar himmet veya marifet değildir. Kimse babasının cebinden de yapmıyor. Yapılan sadece görevleridir.

Ancak, uygulanan ekonomik politikalar, alınan siyasi kararlar, yürütülen uluslar arası ilişkiler, imzalanan anlaşma, sözleşme ve çıkarılan yasalar sadece o dönem yaşayan insanlarımızı değil daha çok geleceğimizi ipotek altına almaktadır. Bu anlamda Türk siyasi hayatında kırılma noktaları Celal BAYAR’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemdeki Demokrat Parti iktidarı, 1983’te başlayan ve Turgut ÖZALI’ın Cumhurbaşkanlığı dönemiyle devam eden ANAP iktidarı ve şimdi AKP dönemiyle devam edip daha ileri aşamaya götürülmeye çalışılan Tayip ERDOĞAN Cumhurbaşkanlığıyla AKP iktidarı senaryolarıdır.

Okuyucularımdan bir istirhamım var. Hiçbir politik mülahazaya girmeden objektif bir şekilde ortaya koymaya çalıştığım tahlilleri değerlendirmelerini ve Türk halkının dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin nasıl atalete itildiğini görmelerini diliyorum.

Demokrat parti döneminde ciddi bir şekilde Amerikancı politika izlenmiştir. Ekonomik referans kapitalizm olmuştur. Marshall yardımı bu dönemde yapılmıştır. Amerika ve Almanya’nın hurdaya ayrılmış olan askeri yardımları (çalışmayan ve oluk gibi benzin yakan cemseleri bilmeyen yoktur) bu döneme rastlar. Aynı zamanda birçok Türk evladının mide hastalıklarının temelini oluşturan ve sözüm ona YUNİSEF tarafından sağlıklı Türk nesli yetişsin diye sabahları ilkokullarda dağıtılan sütün süt tozu da bu tür yardımlar arasındadır.

Demokrat Parti iktidarından sonra nispeten gelişen siyasi bilinçleşmeyle ister AP, ister CHP ister koalisyon hükümetleri döneminde arzu edilen şekilde dış talepler karşılanmıyordu. Bu yüzdendir ki ülkemizde siyasilerimizin de basiretsizliğiyle kardeş kanı dök(tür)ülmüştür. Bu dönemde aslı görevleri ülke güvenliği olan ordumuz, ihtilali çare görmüş ve ‘müdahale için durumun olgunlaşmasını bekledik” gibi talihsiz bir beyanda bulunmuştur.

Küreselleşme adı altında uygulanan veya uygulanmak istenen liberal ekonomik politikalar karşılarında direnç noktası olarak Üniter devlet yapılarını bulmuştur. Daralan pazarda daha fazla pay alabilmek için Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ‘devlet” mefhumuna saldırıyı ve karalamayı yöntem olarak seçmektedirler. Bunda da hatırı sayılır bir yol kat etmişlerdir. Uluslar arası sermaye ve yerli işbirlikçileri devlet elinde bulunan; karlı, stratejik öneme haiz Kamu İktisadi Teşebbüsleri ve İşletmelerini haraç mezat peşkeş çekilmek suretiyle elde etmişlerdir. Özal döneminde kurulan Özelleştirme İdaresi esas zararları oluşturmuş ve asıl zarar veren kit haline dönüşmüştür. Tüpraş, Petkim, Erdemir, Kardemir ve Telekom gibi hayati önem taşıyan ve ülkemizin en karlı en yüksek vergi ödeyen kurumları maalesef yukarıda saydığım iktidarlar döneminde seyreden sabır ve özenle izlenen politikalar sayesinde peş keş çekilmiştir.

Önce fakir halkın fakirliğinin sebebi gösterilen KİT’ler bir bir toprak değerinin altında hatta bir lira sembolik değerle elden çıkarılmıştır. Ama fakir halka yansıyan bir şey olmamıştır. Dış borçlar gayri safi milli hasılanın üç katı artmıştır ama fakir halka bir şey yansımamıştır. Enflasyon sözüm ona yüzde onların altına düşmüştür ama fakir halka bir şey yansımamıştır. Büyüme hızı sözde yüzde ona yakın olmuş ama fakir halka bir şey yansımamıştır. Fakir halka yansıyan Türk hükümeti gibi bol bol borçlanmak, depresyon, cinnet, fuhuş, kapkaç, uyuşturucu, rüşvet, kaçakçılık, fakirlik ve iflaslar, kepenk kapatmalar.

Dün Üniversiteler önünde başörtüsü mağduru örencilere karanfil, gül dağıtanlar, semt pazarlarında marul toplayan fakirleri istismar edenler, iki yıl sonra halkımıza müreffeh Türkiye vaat ediyorum diyenler, çay simit hesabıyla halkın fakirliğini sembolleştirenler şimdi AB uyum yasaları, papa, dünya ekonomi formu gibi yüksek mevkilerden sarhoş gibi pembe tablolar çizmekte inim inim inleyen esnafa, çiftçiye, memura ve asgari ücretliye karşı da küstahlaşmaktadır. İşçi ve memura bir çay ve bir simit daha fazla alabildikleri şeklinde kara mizah çizmektedirler. Esnafa iş bilmezlik, çiftçiye gözünü toprak doyursun, ananı da al git gibi hezeyanlarla onu oraya getirenleri aşağılamaktadır.

Siyasi istikrar ekonomik zulüm olarak geri dönmüştür. Ücretliler dört yıl içinde açlık sınırının altında maaşa talim etmektedir. Tüketim, üretim ve istihdam üçgeni artık çalışmıyor ve esnaf iflasları yaşıyor. Tayip ERDOĞAN’ın Cumhurbaşkanı seçilme veya seçtirtme arzusu kendisini aşan bir konu olmuştur. Genel seçimler yapılmadan yapılacak olan bir Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası oluşacak tabloda gelecek hükümet bu hükümetten daha büyük sıkıntılar yaşayacak ve kaybolan yine Türk halkının yılları ve geleceği olacaktır.

Saygıdeğer okuyucular. Kıbrıs’ı milli bir dava değil Türkiye’nin sırtında bir yük olarak görenler, İkiz yasaları, Gümrük Birliği Sözleşmesini imzalayanlar, Tüpraş, Petkim, Erdemir, Telekom gibi karlı milli kurumları peşkeş çekenler, sosyal politikaya önem vermeyip kamu kurum ve kuruluşlarında partizanlık yapanlar, devletle hesaplaşıp halkın talep ve dileklerine kulak tıkayan bu anlayış ekonomik olarak halk açısından istikrarsızlık olup 2007 de siyasi istikrarsızlığın mimarı olmaya namzetler.

AB’ye yaranma adına değil 301’nci madde bütün taleplerini karşılasanız da, bölücü başına siyaset hakkı versenizde, dağdakileri ovaya indirip siyasete dahil etseniz de, Rum kesimine limanları açsanızda, talepler bitmeyecek. Bu yol çıkmaz bir yol ve tehlikelidir. Türkün her şeyini ayaklar altına almaya kimsenin hakkı yoktur. Bağımsızlığını asla ve müsaade edilemez.

Her ne kadar seçeceğimiz parlamenterleri biz belirleyemiyorsak ta, her ne kadar seçilenler gittiğinde bizi temsil etmiyorlar ise de yinede parlamenter sistem içerisinde bu hükümetin önce genel seçim daha sonra gelecek hükümetin Cumhurbaşkanlığı seçimi yapması bu ülkeye yapılabilecek en hayırlı işlerden birisi olacaktır. Diğeri kısır çekişmelerle ülkeyi anlamsız sıkıntılara sokmak olacaktır.

Bu paralelde düşünenlerin katılımcı olmalarını ve hangi görüşten olursa olsun siyasi iktidara ve muhalefete seslerini duyurmalarını umut ediyorum. Saygılarımla.

Erdoğan BİLGİN

Bu İçerik 492 Kez Görüntülendi

Yorumlar

Sıddık Alagöz

Çözüm Önerisi Olmayan Hiç Bir Eleştiri Gerçekçi Değildir

Sıddık Alagöz - 24 Aralık 2006
Meşhur bir ressamın yanında yetişen çırak artık yetişmiş ve icazetini alacaktır ama çırağa son kez bir resim yaparak şehrin ortasına asmasını üstünede “herkes beğenmediği yere x koysun” denir ertesi gün resim tamamen x doldurulmuştur genç ressam çok üzülür demekki hiç bir şey öğrenememiştir. hoca bu sefer bir resim daha yapmasını söyler, bu seferde resmin yanına boya vede fırça koymasını üzerinede “herkes beğenmediği yerini istediği şekilde değiştirebilir” yazısı konur. Ertesi gün resime el bile sürülmemiştir resim aynen durmaktadır. çünkü eleştiri masrafsızdır herkes enine uzununa yırtabilir anma yapmaya gelince tabi o zaman iş değişir tabi. Saygılarımla... M.S.A
Ercan Temiz

Hayırlısı neyse o olsun

Ercan Temiz - 23 Aralık 2006
Erdoğan Bey, yazdıklarınız gerçekten açıklayıcı, ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi neden gelecek parlamentonun olsun ki, eğer bunların döneminde olacaksa bırakın olsun, biliyorsun bu mecliside bizim insanlarımız seçti, gelecek parlamentoyu da bizim insanımız seçeçek, amma AKP, amma başka bir partiyi, bir düşünelimki; gelecek parlamento koailasyonlu bir hükümet kurdu, cumhurbaşkanının seçti, ancak koailasyon iki sene sonra sona erdi, tekrar bir hükümt kurulamadı ve bir sene sonra tekrar seçime gidildi (düşünelim), peki seçilecek o cumhurbaşkanı meşruiyetini kazanmış olur mu? ha o zaman ha bu zaman hiç fark etmez. Anayasal zemin dışında bazı kesimlerin dayatması veya telkinleri ile Cumhurbaşkanı seçilecekse bırakın seçilmesin, çünkü o zaman da o kesimlerin dediği olur, halkın dediği değil.
Zakir Taşdemir

Cumhurbaşkanının Parlamentonun Seçmesi Gerekir

Zakir Taşdemir - 17 Aralık 2006
Erdoğancığım yaptığın açıklamalara büyük bir ekseriyetle katılıyorum. Ancak, cumhurbaşkanlığı seçimi konusundaki değerlendirmene katılmıyorum. AKP nin zafiyetlerini göz önüne alarak yaptığın açıklamalar doğru olsa da cumhurbaşkanının bu meclisin, mevcut parlamentonun seçmesi gereklidir diye düşünüyorum. Siyasi kadroları AB’nin ve ABD’nin kucağına iten Türkiye konjonktürü malumundur. Türkiye bu katı ve değiştirilmesi zor teamülünü sürdürdüğü müddetçe ab ve ABD ya da başka herhangi bir dış güç siyasilerin kendilerini güvence altına aldıkları hami rolünü üstlenmeye devam edecektir. Bence asıl bu konunun çok iyi tartışılıp çözüme kavuşturulması zorunluluğu vardır. İşte o zaman Türkiye kendi dinamikleri üstünde kendi gerçek kalkınma ve gelişmesini tamamlama imkânı bulur.
Aytaç Çelik

Tebrik ediyorum

Aytaç Çelik - 5 Aralık 2006
Erdoğan Bey tespitlerinizin hepsine katılıyorum. Umarım Halkımız bu gerçekleri görür ve Ülkemiz kaosa sürüklenmez. Saygılarımla

Politika Üye Listesi