Şavşat Duvar Gazetesi Şavşat Gündemi
HES ler Aldatıcıdır
Son yıllarda Doğu Karadeniz’in başında kara bulutlar dolanıyor. Fırtına Vadisi, İkizdere derken, şimdi de Artvin’in ve Şavşat’ın alabalık oynaşan pırıl pırıl dereleri üzerinde çok ciddi oyunlar oynanıyor. Bugün, bu oyun HES adıyla sahneye konuluyor. İmerhev ve Mansurat dereleri gibi Doğu Karadeniz’in en güzel, en temiz dereleri HES’ler aracılığı ile uluslar arası kapitalist güçlere peşkeş çekilmek isteniyor.
Halk dilinde ‘görünen aldatıcı olabilir, sen görünmeyene bak” denir. Derelerimiz de kurulacak olan hidroelektrik santralleri aslında küresel kapitalist güçlerin stratejik planlarının sadece görünen kısmıdır. O yüzden aldatıcıdır. Görünmeyen, yani aslında gizlenen kısım ise derelerimizin elektrik üretimi adıyla da olsa satılmasıdır.
Evet, görünen kısım elektrik üretimidir. Elektrik, insan hayatının neredeyse her anında, üretimin her aşamasında vazgeçilmez bir enerji olduğuna göre, kim reddedebilir, ya da böyle bir şeye kim karşı çıkabilir ki? Ne var ki, gizlenen, görünmesi istenmeyen asıl hedef başkadır. Devasa büyüklükteki sermaye gurupları durduk yerde, hem de oldukça küçük sayılabilecek yüzdelerle elektrik üretecek olan santraller için bu denli iştahlı davranmaları tesadüf olabilir mi? Yoksa her şeye kar etme mantığı ile yaklaşan, sistemleri tamamen sömürü üzerine kurulu olan bu kapitalist tekeller biri birden hayır kurumları haline geldiler de bizler mi fark etmedik?
Bu güçlerden hayır işi beklenemeyeceğine göre, asıl hedeflerinin sularımız olduğu kesindir. Çünkü onlar için stratejik değeri olan şey küçük kapasiteli santraller değil, bölgemizdeki temiz su kaynaklarıdır.
Uzmanlar, küresel ısınma ile birlikte su kaynaklarına sahip olmanın ne kadar stratejik değerde olduğunu ifade edip duruyorlar. Hatta, içinde bulunduğumuz yüzyılda su savaşlarının kaçınılmaz olacağını dahi belirtiyorlar.
O nedenle, küresel çapta iş yapan bu kapitalist güçlerin özellikle Doğu Karadeniz ve Kuzey Kafkasya bölgeleriyle yakından ilgilenmeleri hiç de tesadüf değildir. Çünkü dünyamızdaki temiz su kaynakları öyle sanıldığı gibi çok değil, oldukça sınırlı durumdadır. Üstelik küresel ısınma ve kimyasal atıklar nedeniyle pek çok su kaynağının kuruyacağı veya kullanılamayacağı bilinen bir olgudur.
Bilim insanlarına göre, içinde yaşadığımız bu bölgenin yeraltı su kaynakları henüz kirlenmediği gibi, küresel ısınmadan da en az etkilenebilecek bir coğrafya da bulunmaktadır. Dağları, derin vadileri ve zengin bitki örtüsüyle bu bölge su kaynaklarını korumaya en elverişli yer olarak görülmektedir. Bu gerçeği her türlü imkâna sahip olan kapitalist güçler çok daha önceden gördükleri için harekete geçmişlerdir. Şimdiden temiz su kaynaklarının başını tutmaya ve derelerimize el koymaya çalışmaktadırlar. İşte derelerimizde kurulacak olan hidroelektrik santraller (HES) bu el koymanın hukuki dayanağı ve ekonomik gerekçesidir. O yüzden HES’ler göründüğü gibi değil, aldatıcıdır.
Aldatan güçler ise bellidir. Başta küresel kapitalist güçler olmak üzere, onların yerli işbirlikçi ortakları ve aynı zamanda AKP’dir. Aynı zamanda AKP’dir çünkü bu talanın hukuki ve ekonomik dayanağını bizzat AKP iktidarı sağlamaktadır.
AKP’nin ekonomik programı ise özelleştirme üzerine kuruludur ve ‘babalar gibi satmak’ onlar için adeta erdem halini almıştır. Nitekim KİT’lerden başlayan bu satış süreci, bugün, sularımıza, derelerimize kadar uzanmıştır. Ancak, hangi tür hileli yöntemler ve aldatıcı gerekçeler sunulursa sunulsun, sularımızı satmak, örneğin bir Sümer Bank’ı satmak gibi kolay ve basit değildir. Olmayacaktır da.
Çünkü su, satılamayacak, özelleştirilemeyecek denli hayati bir değerdir ve tüm insanlığın, hatta tüm canlı yaşamın ortak malıdır. Dolayısıyla, su hakkı en temel insan hakkı olmasının ötesinde tüm canlı yaşamın vazgeçilmez hakkıdır. O nedenle bu temel hakkı kapitalist tekellerin kar hırsına, ya da en basit ifadeyle, sermaye sahiplerinin insafına bırakılamayacak kadar önemlidir. Bundan dolayı derelerimize sahip çıkmak bir insanlık görevidir.
Derelerimizin bölge insanına sorulmadan yangından mal kaçırır gibi satılmasını kader ya da alın yazısı olarak göremeyiz. Böyle bir zamanda umursamaz davranamayız, ‘elden ne gelir ki” diyemeyiz. Muhtemel kişisel menfaatler yüzünden geleceğimizi mahvedecek olan bu kirli oyuna alet olamayız. Açıktır ki, bu konuda yöre insanımızın göstereceği refleks tam bir insanlık sınavı gibidir. Hiç kuşku yok ki, bizler bu sınavda sessiz kalmayacakların safında olacağız ve bunda en küçük tereddüt dahi göstermeyeceğiz.
Eğer Bergama köylüleri kendi bereketli topraklarına sahip çıkmada tereddüt gösterip kolayca pes etmiş olsalardı başarabilir miydiler? Demek ki Bergama başarabiliyorsa Şavşat’ta başarabilir. Fırtına Vadisi sakinleri, İkizdere, Hopa, Borçka, Artvin’ de başarabilir.
Yeter ki, biz sıradan insanlar, hani şu ‘ayak takımı’ olarak nitelenen insanlar, hiçbir ayırım yapmadan, bölge farkı gözetmeksizin yan yana gelmeyi ve birlikte davranmayı becerelim.
Ve yeter ki bizler, yani, bu topraklar da yaşayan ve yaşlanacak olan insanlar, atalarımızdan emanet aldığımız bu doğayı, bu yeşili, bu dereleri gözümüz gibi koruyarak çocuklarımıza bırakmaya kararlı olalım. İşte o zaman derelerimizde özgürce akan sular, sermaye tekellerinin kar kaynağı olarak değil, tüm canlı yaşamın kaynağı olmaya devam eder.
ETHEM KARA
Bu İçerik 31675 Kez Görüntülendi