Şavşat Duvar Gazetesi Şavşat Gündemi
Rize’de Geliştirilen Hidroelektrik Santral Projeleri Değerlendirme Raporu
Kalkınma sorunlarını henüz çözememiş ülkemizin, üretim sürecini kesintisizce sürdürebilmesi ve buna bağlı olarak, ülkemiz insanının yaşamını çağdaş koşullarda devam ettirebilmesi enerjiye bağlıdır. İhtiyaç duyulan enerji yönünden ülkemiz büyük oranda dışa bağımlıdır. Ülkemizin genel enerji ihtiyacı içersinde elektrik enerjisisin özel bir yerinin olduğu ve doğal kaynaklarımızın, özellikle yenilenebilir doğal kaynaklarımızdan olan, su potansiyelimizin; elektrik enerjisine dönüştürülerek sanayimizin ve halkımızın hizmetine sunulması ertelenemez bir zorunluluktur.
Bu zorunluluktan hareketle, Rize’deki mevcut su potansiyelinin elektrik enerjisine dönüştürülmesi amacıyla EPDK tarafından lisans verilen ve bir kısmı uygulama aşamasında olan hidroelektrik santral projeleri irdelenmeye çalışılacaktır. Ülkemizin elektrik enerjisi ihtiyacı 2007 yılı gerçekleşmelerine göre 191.237 milyon kWh dır. Bu ihtiyaç yılda ortalama %7 oranında artmaktadır. Rize ilinde; 11 adeti DSİ, 4 adeti EİEİ ve 47 adeti TÜZEL kişilerce üretilmiş toplam 62 adet HES projesi bulunmaktadır.Ancak bu projelerin kaç adet HES santralı içerdiği tarafımızdan tam olarak bilinememektedir. Çünkü bir proje dosyası adı altında 2, 3 yada daha fazla HES projesi olduğu da görülebilmektedir. Bu projelerden; 19 adeti ön rapor aşamasında, 21 adeti fizibilitesi tamamlanmış durumda, 2 adeti su kullanım hakkı anlaşması yapılmış ve 20 adet HES projesinin ise inşaat aşamasında olduğu görülmektedir(İnşaat aşamasında gözüken 20 adet HES projesinden fiilen inşaatına başlanan proje sayısı 4 adettir). Mevcut durumda Rize’de ki 62 adet HES projesinin toplam kurulu güçleri; 1.328 MW, toplam üretecekleri yıllık elektrik enerjisi 5.404 milyon kWh dır. 2007 yılı elektrik enerji ihtiyacına göre Rize de üretilecek elektrik enerjisi miktarı ülkemiz elektrik enerjisinin % 2,8 ını karşılamış olacaktır. Enerji talebi artış oranı da dikkate alındığında; projeler tamamlandığında bu oran %1,5-2 civarında olacaktır. Rize’de planlanan HES projelerine bakıldığında; % 70 civarında eğimli, 1000 mt’ yı aşan derinliklere sahip kanyon tıpı vadilerde ( İkizdere, Salarha-Güneysu, Çayeli Senoz, Pazar- Hemşin, Ardeşen-Çamlıhemşin Fırtına ve Fındıklı Çağlayan-Arılı Vadileri) akmakta olan derelerdeki elektrik enerjisine dönüştürülebilecek suların tamamına yakını, kanal yada tünellere alınmak suretiyle kanal tıpı HES santralleri kurulması şeklinde planlanmıştır. Bu planlamada çevresel boyut ne yazık ki değerlendirilmemiştir. Oysa Doğu Karadeniz Bölgesi ve bu bölgenin en önemli illerinden Rize, uluslararası öneme sahip doğa koruma alanlarından birisidir. Kıyı çizgisinden başlayan dağlar kısa bir mesafede Kaçkar zirvesinde 3930 mt’ ye kadar çıkmaktadır. Ayrıca bölgede 2500 mt’ nin üzerinde çok sayıda zirve mevcuttur. Derin vadilerdeki çok sayıda akarsu ve mevsimsel dere şelaleler yaparak denize ulaşmaktadır. Dağların, derin vadilerin yarattığı çok geniş çeşitlilik gösteren iklim şartları çok özel ve farklı habitatlar oluşturmuştur. Doğal yaşlı ormanlar, ormangülü çalılıkları, alpin çayırlıklar, sarp kayalıklar ile göl ve akarsu kenarlarında sayısız ekosistemlere sahiptir. ‘Bitkisel açıdan bakıldığında 2460 tür ile Türkiye florasının %28’ini oluşturan bölge, pek çok ülkenin sahip olduğu toplam bitki türünden fazlasına sahiptir.”(KTÜ Raporu 1997) ‘bunun yaklaşık %5-7’sinin tıbbi bitkilerden oluştuğu, bu bitkilerin sadece %5’inin kimyasal ve farmakolojik açıdan incelenebildiği”(Kışlalıoğlu 1987) ‘endemizm oranının %17 olduğu, endemizmin oranının düşük görünmesinin nedeni benzer bitki örtüsünün komşu Gürcistan’da da bulunması olduğu…”(Byfield, A.May 1995) ‘ Bölge, dünyada hızla azalan ve en değerli ekosistemlerden biri olarak kabul edilen, son buzul çağından beri varlıklarını devam ettiren, doğal gelişim ve olgunluğunu serbestçe yapmış doğal yaşlı ormanlarla kaplı olduğu…” (Kurdoğlu,O 1996) belirtilmektedir. ‘Doğu Karadeniz üç büyük flora bölgesinden biri olan Avrupa-Sibirya ( Euro-Siberian) flora bölgesinin Kolşik (Colchis) kesiminde yer almakla beraber; Akdeniz florası (Mediterranean) ve İran-Turan kökenli bitkilerde bulunmaktadır.” (KTÜ Rapor 1997) Bölge faunası çok önemli hayvan türlerini içermektedir. Bozayı, Çengel Boynuzlu Dağ Keçisi, Karaca, Geyik, Dağ Horozu, Kafkas Ur Kekliği, Hopa Engereği, çeşitli alabalık türlerinin yanı sıra Deniz Alası, Kafkas Arısı gibi ekonomik önemi çok büyük olan türler, çok sayıda kelebek taksonu yaşamanı bu bölgede sürdürmektedir. ‘Bu bölge, endemik kuşlar açısından Dünya’da korumada öncelikli 217 alandan biri olarak ilan edilmiştir’(Bird Life International) Doğu Karadeniz Bölgesi bütün bu özellikleriyle dünyada biyolojik çeşitlilik açısından korumada öncelikli 200 ekolojik alandan biri olarak gösterilmiştir.(WWF ‘Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Bölgeye bu özelliği kazandıran ise; binlerce bitki türüne ve yaban hayatına ev sahipliği yapan Fırtına, Senoz, Hemşin, İkizdere, Çağlayan, Arılı gibi derin vadilerdir. Üç bitki coğrafyasının çakıştığı, bütün canlılar için buz devirlerinde sığınak, tarihi jeolojik değişim çağlarında geçiş yolu olmuş bu vadiler; ne yazık ki mevcut uygulama şekliyle hidroelektrik santrallerin tehdidi altındadır. Bölgede yüzlerce HES planlanmaktadır. Yukarda ifade olunduğu üzere; sadece Rize’de 62 adet proje gündemdedir. Bu sayı her geçen gün küçük su kaynaklarını da kapsayacak şekilde artmaktadır. Nitekim bir yıl önce proje sayısı 43 adet idi(kaynak EPDK). Bütün vadilerdeki akarsular dağlardan sahile kadar birbirini izleyen regülatör- iletim hattı (tünel) -santral şeklinde kullanılmak istenilmektedir. Derinliği 30-40 km.’yi geçmeyen vadilerde izin verilen proje sayısı şimdiden her bir vadi için 15-17 adete ulaşmıştır. Karadeniz Vadileri ekolojisinin temel unsuru olan su, ortamdan uzaklaştırılmaktadır. Bu durumun yaratacağı zincirleme etkiler ekolojik, ekonomik ve sosyal sorunlar ortadayken; projelerin tartışılmadan uygulamaya konulmasını kabul etmek mümkün değildir. Halen inşaat aşamasında olan projelerin yarattığı tahribat bu kaygıları artırmaktadır.(Örnek; Çayeli Senoz Vadisindeki Çataldere ve Uzundere köylerinde yürütülmekte olan Uzundere I ve Uzundere II HES projeleri) En büyük kaygı ise projelerin içeriğinin bilinememesi, yöre halkının ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının projeyi tartışmasına imkan verilmemesidir.Doğal varlıklarımız hızla yok olmakta iken dünya ölçeğinde büyük bir ekolojik zenginliğe sahip bu dereler, vadiler üzerinde yürütülecek faaliyetlere ‘ÇED Raporu’na bile gerek yok” denilmesini anlamak mümkün değildir. ÇED Raporu gerekli değildir kararları yeniden gözden geçirilmelidir. Çevre Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği’nde yapılan değişiklikle 50 megawattan küçük santrallere ÇED Raporu alınması zorunluluğunu kaldıran veya ilgili bakanlığın tasarrufuna bırakan kararlar kolaylıkla ‘ÇED gerekli değildir” şeklinde uygulanmıştır. Yöre halkının ve STK’ların hukuksal girişimleri başlayıncaya kadar ki bütün projelere ‘ÇED gerekli değildir” kararı verilmiştir. Nitekim Rize’de inşa aşamasına gelen 20 HES projesinden 16’sı için ÇED gerekli değildir” denilmiştir. Bu kararlara dayanak oluşturan ‘Tanıtım Dosyaları” son derece yetersiz, yüzeysel, yanlışlık ve tutarsızlıklarla dolu birer belge durumundadır. Bu dosyaların yeterince incelendiği bile kuşkuludur. Örnekler; Senoz Vadisinde planlanan, Kayalar HES tanıtım dosyasında, bir başka vadideki Kalkandere Regülatörü ve Yokuşlu HES’e ait bilgiler mevcuttur. Projelerin en çok tartışılan yanı olan telafi suyu (hayat suyu) miktarı; CD ile tanıtım dosyasında, hatta dosya içerisinde farklı sayfalarda farklı rakamlar içermektedir(Tanıtım dosyalarında benzer özellikteki vadiler için bırakılacak hayat suyu miktarı farklı projelerde 25 lt/sn ile 300 lt/sn hatta 1700 lt/sn arasında değiştiği görülmektedir. Bu denli yüksek farklılıklar dahi dosya üzerinden ‘ ÇED gerekli değildir” kararını veren Çevre ve Orman Bakanlığı’nın dikkatini çekmemiştir. Hemşin Deresinin ekolojik anlamda çok hassas durumdaki üst kesiminde planlanan Dikmen HES için ÇED gerekli değildir kararı verilirken, alt kesiminde daha az öneme sahip Ortaköy HES için ÇED gereklidir” kararı verilebilmektedir. ÇED Yönetmeliğin 6.maddesi gereği öncelikle ÇED süreci tamamlanması gerekirken su kullanım hakkı anlaşması yapılıp, EPDK tarafından elektrik üretim lisansı verildikten sonra ÇED sürecinin başlatılması da ÇED sürecinin bir formalite süreç olduğuna dair izlenim vermektedir. Oysa, su kullanım hakkı anlaşması yapıldıktan ve yatırımcı belirlendikten sonra ÇED sürecinin başlaması, işlem sonucuna göre elektrik üretim izninin verilmesi daha doğru bir yöntemken; Çevre ve Orman Bakanlığı ÇED değerlendirmesini sürecin en sonuna, yatırımcının çeşitli giderler ve masraflar yapmasından sonrasına bırakılmakta, ÇED süreci adeta EPDK işleminin onayı şeklinde olmaktadır. AB uyum yasaları çerçevesinde AB Su Çerçeve direktifi ülkemizde yürürlüğe girdiğinde Doğu Karadeniz’de inşa edilmekte olan HES’lerin Çerçeve Direktifi hükümleri ile çelişebileceği ve gelecekte hukuksal sıkıntılar yaratabileceği göz ardı edilmektedir. Ya da AB Su Çerçeve direktif hükümlerinden kaçınma çabası olarak değerlendirilebilecektir. DSİ’nin Doğu Karadeniz İnkişaf Raporları doğrultusunda, bu kurumun görevi gereği yaptığı planlamalar aynen yada bir kısmı değiştirilerek yörenin tek gerçeği ve planlaması olarak görülmekte, devlet mekanizması yöreye alternatif bir yaklaşım göstermekte yetersiz yada kurumlar arası iletişimsizlik neticesinde alternatiflerin olabilirliği ve geleceği geçersiz kalmaktadır. Örneğin İkizdere de Ovit Dağı ve çevresi turizm merkezi ilan edilirken, vadinin tamamının hidroelektrik santrallerle doldurulmasının çelişkileri görmezden gelinmektedir. Bu yanlışlıklar yöre halkının ve ilgili STK’ların dikkati ve yargı kararlarıyla önlenmeye çalışılmaktadır. Oluşan kamuoyu tepkisi ve yargı kararları ilgili Bakanlığı bu projelere kolaylıkla ‘ÇED gerekli değildir” kararı vermekten vazgeçirmeye başlamışsa da verilmiş 20’ye yakın karar tehdit olarak ortada durmaktadır. Ayrıca tanıtım dosyalarındaki yüzeysellik ve yetersizliklerin aynen ÇED raporlarına yansıdığı görülmektedir. Bölgedeki HES projelerine ilişkin oluşan kaygılar: 1-Bölgede, havza veya vadi bazında bir planlama yapılmamıştır. 4856 sayılı "Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun" ile kurulan Çevre ve Orman Bakanlığı’nın kuruluş kanununu 9/k maddesi; ‘ Çevrenin korunması-iyileştirilmesi, doğal kaynakların en iyi şekilde kullanılması-korunması, çevre kirliliğinin önlenmesi ve bu konularda gerekli önlemlerin alınması, bütüncül havza planlamaları yapılması (9/k ) kuruluş amacı olarak belirtilmiş olmasına rağmen Doğu Karadeniz’de ne çevre düzeni planı adı altında ne bütüncül havza planlaması adı altında bir çalışma yapılmadığı görülmektedir. Aynı vadi üzerinde başlangıçta bir veya iki HES için verilen izin, kısa bir süre içinde 16-17 projeye kadar çıkarılmıştır. İlgili Bakanlık verdiği izinlerde bu durumu dikkate alan bütüncül bir yaklaşım içinde olmamış, vadilerin taşıma kapasitesi göz ardı edilmiştir. Tüm dünyada su yönetimi havza planlaması esas alınarak yapılan makro planlamalarla gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de ise DSİ’nin diğer kurumların önünde geçmişten günümüze yapmış olduğu çalışmalar nedeni ile su konusu sadece hidrolojik açıdan değerlendirilmekte, buna bağlı olarak hemen her vadide onlarca HES projesi planlanabilmektedir. Bu yanlış bir uygulamadır. DSİ görevi gereği hidrolojiye dayalı enerji santralleri planlamışken diğer kurumların/bakanlıkların planlamada geride kaldığı dolayısı ile akarsular ve buna bağlı havzalar kaynak değerleri konusunda elde çalışılmış ve uygulamaya konabilecek bir plan olmadığından planlamalar tek yanlı olarak yapılmaktadır. Tüm yerleşimlerin suya bağlı olarak su havzalarında kurulduğu dikkate alındığında; mevzuatta ve makro planlamalarda, sürdürülebilir kalkınmanın temel girdileri toprak, su, orman ve mera gibi ekosistemlere bütüncül havza esaslı doğal kaynak planlamasına yer verilmemesi büyük bir eksiklik ve geri dönüşü olamayan sonuçları ortaya çıkaracaktır.Su havzalarında yer alan toprak ve su kaynakları ile orman, mera gibi ekosistemler arasında karşılıklı dinamik ilişkiler bulunmaktadır. Farklı sektörlerin ve kaynak kullanıcılarının bir arada düşünüldüğü, tehdit ve olanakların uzun vadeli değerlendirildiği, havza içindeki bir alana yapılan müdahalenin yarattığı olumlu ve olumsuz etkilerin izlendiği en uygun ölçekli korumacılık hidrolojik sınırlara dayalı havza planlaması ile olacaktır.
Mevcut uygulama ile ülkemizin ve dünyanın önemli ekolojik bölgeleri arasında sayılan Doğu Karadeniz Vadileri sadece su potansiyeli açısından değerlendirilmekte, yörenin kalkınmada öncelikli hedefi olan turizm/ekoturizm onlarca HES projesi ile şantiye alanına dönen vadilerin, geleceğe dönük tüm ümit ve planlamalarını tehdit etmektedir. 2-Bazı projelerde dereler kendi havzasından başka havzalara aktarılmış veya regülatör- tünel-santral şeklinde aralıksız suyun kullanıldığı projeler kabul edilmiştir. Suyun kendi havzası dışına çıkarılmasının yaratacağı sakıncalar, doğal bütünlüğün bozulması dikkate alınmamıştır. 3- Diğer bir sonuç ise Kara Avcılığı Kanunu, Bern Sözleşmesi, CİTES Sözleşmesi gibi iç ve uluslar arası sözleşmelerle koruma altında olan çeşitli yabani hayata dair (kurt, çakal, ayı, çengel boynuzlu dağ keçisi, karaca vs) yaşam alanlarının (orman-mera) söz konusu onlarca hidroelektrik inşa tesisi nedeni ile kaybı sonucu söz konusu türlerin ortamdan uzaklaşması veya türlerin azalmasına neden olunduğunun, böylece gerek iç hukuka gerek uluslar arası hukuka aykırılık meydana getirildiğinin dikkate alınmamasıdır. Açılacak yollar, atılacak dinamitler,gece gündüz iş makinalarından kaynaklanacak gürültü gibi nedenlerle bu türler yaşam ve beslenme alanlarından uzaklaşmak zorunda kalacaktır. 4-Bölgedeki bütün HES projeleri için en kritik konu; suyun ne kadarının kullanılacağı, vadide sucul yaşamın ve diğer ekosistemlerin devamını sağlayacak telafi suyunun miktarı ve bunun bırakılmasıdır. İncelenen tanıtım dosyaları ve ÇED raporlarında bu hayati konu ne yazık ki geçiştirilmekte, ciddiyetten uzak yaklaşımlar sergilenmektedir. Derelerin özellikle yan derelerin önemli bir kısmında su akım gözlem istasyonlarının olmaması nedeniyle taşıdığı su miktarı, aylara göre dağılımı gibi önemli veriler tahminlere dayalıdır. Dereleri besleyen havzanın alanı önemli olduğu kadar; yükseklikler, dağ zirveleri, sıcaklık, buharlaşma, kar kalınlığı ve erime hızı, vadi tabanı, drenaj, yer altı su kaynakları gibi sayısız faktörde etkili olmaktadır. Derenin taşıdığı su miktarındaki belirsizlik daha başlangıçta projelerin olabilirliğini tartışılır hale getirmiş veya işletme esnasında mevcut suyun tamamının kullanılması gibi bir isteğin, baskının kuvvetli bir olasılık olduğunu göstermiştir.Projelerde, Vadilerdeki ekolojik yaşamın temeli olan suyun aşırı derecede kullanılacağı açıktır. Sadece deredeki sucul yaşamın değil, bütün bitki örtüsünün olmazsa olmaz unsuru su yatağından uzaklaştırılmaktadır. Projelerin tamamı uygulandığında dere yataklarında neredeyse hiç su bırakılmayacaktır. Bu durumun telafi edilmesi için önerilen hayat suyu miktarları hiçbir akademik veya resmi veriye dayanmayan, son derece çelişkili miktarlardır. Bu miktarlar 25 lt/sn ile 500 lt/sn arasında değişmektedir. Yani ilgili bakanlık aralarındaki 20 katlık farklara bile dikkat etmeden gerekli izinleri verebilmiştir. Aynı projenin tanıtım dosyasındaki belirtilen telafi suyu miktarları dahi farklılık göstermektedir. Dere yatakları kesiti belli olan beton bir kanal gibi görülmüş, genişliğinin yer yer 100 m ye kadar çıkması, buharlaşma, derinlere sızma, kirlilik yoğunluğu, sıcaklık artışı su derinliği, su sıcaklığı, su kalitesi, sudaki partikül madde, PH değişimi gibi sucul canlılar için son derece önemli olan hususlar dikkate alınmamıştır. Bırakılacak telafi suyu miktarlarının belirlenmesinde hiçbir bilimsel çalışma yapılmadığı gibi uluslar arası düzeyde kabul edilen ve yaygın olarak başvurulan metodlarda göz ardı edilmiştir. Örneğin ABD’ nin 30 dan fazla nehir ve ırmağında, 12 yıl boyunca, yüzlerce akademisyenin katılımıyla yürütülen ve adına ‘ Tennant yada Montana Metodu”’na göre; ‘ortalama yıllık su akış debisinin %50’sinin nisan-eylül arasında, %30’unun ekim-mart ayları arasında bırakıldığı zaman habitatın çok iyi bir şekilde korunacağı” belirtilmektedir. Oysa bu miktarların onda biri kadar bile telafi suyu bırakılmayan projelere kolaylıkla izin verilebilmiştir. Örneğin bölgenin en büyük derelerinden biri olan İkizdere (yıllık ortalama debisi 30 m3/sn) için önerilen ve Bakanlıkça da kabul edilen telafi suyu miktarı 150 lt/sn gibi komik miktardır. Bu durum mevcut ve uygulamaya konmuş, Cevizlik, Rüzgarlı, Kayalar, Uzundere HES gibi projelerde de aynıdır. Sivil Toplum Örgütlerinin etkin mücadelesi ve gündeme getirmesi ile en son Çevre ve Orman Bakanlığı Paşalar HES Hidroelektrik Tesisi Projesinde derenin yıllık ortalama debisi 5.31 m3/sn iken 1.7 m3/sn su bırakılmasını öngörmüştür ki bu oran yıllık ortalama debinin %32’si gibi bir orana tekabül etmekte diğer uygulamaya konan ve ilk projeler olarak dikkati çeken yukarıda adı geçen projelerde ise söz konusu oranlar %3-5 civarında kalmaktadır. Görüleceği üzere Doğu Karadeniz Dereleri birbirine benzeyen bir ekolojik sisteme ve canlı hayata sahip iken hemen her derede ne şekilde belirlendiği belli olmayan ve hiçbir şekilde yeterli olamayacak su oranları belirlenmiştir. Örneğin Cevizlik Hidroelektrik Santralinde DSİ uzmanlarının ekolojistler tarafından yetersiz olduğundan dolayı eleştirilen bir yöntem olan 7Q10 yöntemine göre tespit ettikleri telafi suyu oranı 2218 numaralı Akım Gözlem istasyonu (İyidere Şimşirlik mevkiinde bulunan AGİ) 6.402 m3/sn olarak telafi suyu oranı iken bile, Regülatör noktasında yıllık ortalama debisi 25.44m3/sn (25440 lt/sn)olan İyidere’de halen inşaatları devam eden Cevizlik HES’in ÇED raporunda Ekim-Mart Döneminde 150lt/sn (YıllıkOratalama Debinin % 0.6’sı), Nisan Ağustos döneminde 500 lt/sn(Yıllık Ortalama debinin % 2’si) , Eylül ayında ise 200lt/sn telafi suyu(Yıllık Ortalama debinin %0.7 si ) belirlenmiştir. Aynı DSİ uzmanları İyidere için Akım Gözlem istasyonu noktasında Tenant Yöntemine göre de bir hesaplama yapmışlar ve,Suyun en az olduğu dönemler olan;Kasım Mart Aylarında Ortalama yıllık debiye göre su miktarının %10’nu=1.593m3/sn telafi suyu belirlenirse, (Tenant Kriterine göre Kötü Ekolojik Sınıf)%20=3.187m3/sn, (Tenant Kriterine göre Orta Ekolojik Sınıf)%30=4.78m3/sn (Tenant kriterine göre İyi Ekolojik Sınıf) Daha üst oranlarda telafi suyu bırakılırsa çok iyi, %60 oranında bırakılırsa mükemmel ekosistem sınıfına girilmektedir. Suyun en bol olduğu;Nisan Eylül döneminde ise yıllık ortalama debiye göre %10=4.063 m3/sn telafi suyu oranı belirlenirse (Tenant Kriterinde Kötü)%30=12.189 m3/sn, (Tenant Kriterinde orta)%40=16.253 m3/sn (Tenant Kriterinde İyi ) ve daha üst oranlarda su bırakılırsa çok iyi ve mükemmel ekosistem korunmaktadır.Tenant Kriterlerine göre suyun az ve bol olduğu dönemlerde yıllık ortalama debiye göre %10 ve daha az telafi suyu oranları belirlenmesi ekosistemi çok kötü sınıfına koymaktadır. Projelerde ‘DSİ tarafından su hakkı miktarının (telafi suyu) değiştirilmesi durumunda bu miktara uyulacaktır” ifadesi projelerin daha başında yetersizliğini ve ciddiyetinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Su miktarı vadi ekosistemleri için ne kadar önemli ise, elektrik üretecek firma içinde projesinin karlılığı verimliliğinin belirleyicisidir. Projelere başlanılmadan ciddi akademik çalışmalarla belirlenmesi gereken miktar, belirsiz, muğlak ifadelerle proje bitimine ertelenmektedir. Bu durumun telafisi güç zararlara yol açacağı açıktır. 5-Projelerin hiç birinde gerek telafi suyunda gerekse elektrik üretiminde kullanılan suda ortaya çıkacak biyolojik , fiziksel ve kimyasal değişimler göz ardı edilmiştir. Su sıcaklığı veya oksijen miktarındaki küçük değişimlerin sucul yaşamı sert bir şekilde etkilediği bilinen gerçeklerdir. Araştırmalar örneğin su hızı gradyanının akarsu ekosistemlerinde canlı grupların dağılımını kontrol eden en önemli faktörlerden birisi olduğuna işaret etmektedir (Goring ve Biggs, 1996).
Diğer yandan dolaylı olarak, askıda katı maddeler ve küçük organizmalar suda yaşayan balıklar için besin kaynağı olması nedeniyle su akım hızındaki değişimler besin maddelerinin varlığını da etkileyecek ve buda alanda bulunan balık yaşamını olumsuz etkilenmesine hatta besin bulamayarak ölmesine sebep olacaktır.
Literatürde balık türleri için su derinliği dikkate alınarak habitat uygunluk kriterleri geliştirilmiştir. Örnek olarak Dağ Alası'nın (Sa/mo trutta macrostigma) farklı yaşam evreleri için su derinliğine bağlı olarak habitat uygunluk kriterleri belirlenmiştir. (Denslinger ve diğ., 1998)
Akarsuyun taban yapısı da sucul organizmalar için çok önemlidir. Akarsu tabanı sucul organizmalar için beslenme, saklanma ve yumurtlama için uygun koşulları temin etmektedir. Akarsu yatağının kumlu, killi, çakıllı veya taşlı olması hem orada bulunan türlerin özelliğini hem de dominant türlerin popülasyon yoğunluğunu belirlemektedir.
Suyun tünellere alınması ile birlikte özellikle su alma noktasının mansabında sıcaklık, çözünmüş oksijen, askıda katı madde, biyokimyasal oksijen ihtiyacı, azot, fosfor vb. su kalite parametrelerinde meydana gelebilecek değişimler sucul canlılar açısından(özellikle Deniz Alası ve Dağ Alası açısından) çok önemli olup ÇED raporunda suyun tünellere alındığı noktadan itibaren mansap kesimindeki değişimler incelenmemiştir. Sucul ekosistemin devamı bir bütünlük arz etmekte olup sucul ekosistem sadece balık yaşamından da ibaret değildir. Çevresel koruma bütüncül bir yaklaşımla yapılabilir olup, ekosistem zincirindeki bir türün korunması için alınacak önlemler sıralanırken diğer türlerin faaliyetten ne şeklide etkileneceği hususları da ÇED raporlarında göz ardı edilmektedir.
Diğer yandan suyun dere yatağına az verilmesi neticesinde; dere yatağındaki çalışmalar, vadi yamaçlarında açılan yollar, hafriyatların gelişigüzel şevlere dökülmesi, kesilen ve hafriyat altında kalan bitki örtüsünün azalması gibi nedenlerle yağmur suları ile birlikte dere yatağına taşınan çok ince toprak sedimatosyonu derenin yatağına düştükten sonra, balık yumurtlama alanlarını battaniye gibi kaplayıp balık yumurtalarını öldürmektedir. Yumurtalar oksijen alamaz duruma gelmektedir. Çok ince siltli kumlar oksijen üreten bitkileri örtmekte, balık besini böcekleri ortadan kaldırmaktadır. Toprak sedimentleri eğer dereden gerektiği kadar su akmaz ise, ırmağın tabanını doldurmakta, gölleri ve göllerin aşağısındaki dalgalı granitli çakılların bulunduğu yerleri kaplamakta ve böylece balığın yumurta bıraktığı, beslendiği habitat yani yaşadığı yer canlılar için yaşanmaz bir yer haline gelmektedir. Toprağı arazide tutmak, dere içinde temizlemekten çok daha kolay olduğundan gerek yamaçlarda gerek nehir kenarlarındaki bitki çeşitlerini korumak, çamurlu olan dere kenarlarına bitki ve ağaç dikmek, taş duvarları yapmak deredeki canlı yaşam için ve suyun kalitesinin bozulmaması için son derece önemlidir. 6- ÇED raporları ve tanıtım dosyalarında projelerin işletme süresince vadilere bırakılacak telafi suyunun kontrolünün nasıl yapılacağı, hangi denetim mekanizmalarıyla bunun gerçekleştirileceği belirsizdir. Bırakılacak su miktarının otomatik olarak tespitini yaparak, PC ortamında kayıtlarının tutulmasını sağlayacak teknik zorunlulukların geliştirilmesi, ciddi ,bağımsız denetim mekanizmalarının örgütlendirilmesi gibi son derece önemli konular geçiştirilmiştir.
7-’Suyun ortamdan uzaklaştırılması vadilerin klimatik koşullarını da değiştireceğinden ekosistemleri olumsuz etkileyecektir.”(Edin, Kadir İTÜ 2008) Sadece Rize de 500 km’lik dere yatağı kurutulacak veya %1-5 oranındaki telafi suyu ile yaşamını sürdürmeye çalışacaktır. (62 ProjeX ort tünel- kanal uzunluğu 8 km= 496 km.) Bu durumun yaratacağı iklimsel ve biyolojik değişikler göz ardı edilmektedir.
8- Rize jeolojik, topoğrafik, iklimsel, özellikleriyle sel ve heyelan gibi afetlere karşı son derece hassastır. ‘İl genelinde toprakların %87’sinde heyelan tehlikesi bulunmaktadır”(Topraksu 1987), İstanbul Teknik Üniversitesi bünyesinde kurulan Rize Afet Bilgi Sistemi Çalışma Grubu Raporu’na (Mayıs2008) göre toprakların %31’inde yüksek, %45’inde orta derecede heyelan tehlikesi bulunmaktadır. ” Ancak yaşanan bu felaketlere doğal afet denilemez, bu durum tamamen insanların doğaya müdahalesinden kaynaklanmaktadır” (TMMOB-Orman Müh. Odası Raporu 1997) Doğaya olan müdahaleler; bitki örtüsünün değiştirilmesi yanında, dik yamaçlarda açılan arazi yolları, taş ocaklarında yapılan patlatmaların yol açtığı sarsıntılardır.
Projelerde bölge coğrafyasından kaynaklanan sel- heyelan gibi riskleri dikkate alınmamıştır. Jeolojik etütler yoktur. Hemen tüm projelerde jeolojik sondajların proje inşaat aşamasında yapılacağı ve ona göre mühendislik çözümleri üretileceği bildirilmektedir. ÇED raporları determinist bir yaklaşımla ve kesin etkileri olabildiğince belirlenmeye yönelik bilimsel çalışmalarla ortaya konan ve bu şekilde olası çevresel riskleri kabul edilebilir ve belirlenebilir minimum düzeylere çekilmesini hedefleyen bir yaklaşımın ürünü olması gerekirken, açıklandığı üzere başından sonuna belirsiz, soyut ve genel bilgilerle masa başında, biri diğerini kopyalamış bilgisayar çıktısı şeklinde hazırlandığı izlenimi vermektedir. Binlerce ton patlayıcı kullanılacaktır. Yüzlerce km. tünel ve yeni yol yapılacaktır. Yol projeleri dahi ÇED raporlarında yer almamıştır. Çıkarılan inşaat artıklarının dar vadilerde nasıl bertaraf edileceği belirsiz ve yatırımcının insafına terk edilmiştir.
9-Projelerde milyonlarca ağaç yok edilecektir. Proje sahaları uluslar arası öneme sahip doğal ormanlarla kaplıdır. Projelerde kesilecek ağaç miktarları hiçbir hesaba dayanmamaktadır. Hatta proje tanıtım dosyalarında(Kayalar HES Dosyası) ‘Proje sahasındaki alanların geniş bir alanda olması nedeniyle ağaç sayılarını bu aşamada hesap etmek mümkün olmamıştır” denilmiş ve bu dosyalara ÇED gerekli değildir denilerek onay verilebilmiştir. Halen inşaatı süren projeler yerinde incelendiğinde orman alanlarının nasıl hoyratça tahrip edildiği, olayın vahameti açıkça görülecektir.(Örnek Çayeli Senoz Vadisi) ÇED raporlarında incelenen projelerde çalışılacak alan büyüklüğü onlarca hektara ulaşırken kesilecek ağaç sayısı 100-400 arası bildirilmektedir. Yörede hektar başına ağaç yoğunluğu 500-700 Ağaç/Ha civarındadır. Kesilecek ağaç sayısına dair ÇED raporunda bildirilen rakamlar yöre gerçekleri ile hiç örtüşmemektedir. Orman Amenejman planları güncel değildir. 10-Enerji iletim hatları projelerden ayrı olarak, projeler bittikten sonra gündeme gelecektir. İletim hatlarının nereden geçeceği, geçtiği alanda yaratacağı orman tahribatı projelerde yer almamıştır. Oysa bu hatların ulusal şebekeye bağlanacağı yere kadarki bölümde yaratacağı orman tahribatı çok yüksek düzeydedir. Yine yüksek gerilim hatlarının, dar vadilerde yerleşim alanlarının üzerinden geçmek zorunda kalınacağı bunun insan yaşamına etkileri sorgulanmamıştır. ”Yüksek gerilim hatlarının yakın çevresine radyasyon yaydığı, bunun da kanser dahil hastalık risklerini artırdığını, hatlara olan kritik mesafenin 600 metre olduğu….”(Oxford İngiltere Çocukluk Çağı Kanser Arş.Grubu Raporu) şeklinde son derece ciddi uyarılar bulunmaktadır. HES projelerinin ayrılmaz bir parçası olan elektrik iletim hatlarının HES projelerine dair ÇED raporlarında irdelenmemesi çok ciddi bir eksikliktir. İletim hatları HES projelerinin entegre bir parçasıdır. HES inşaatı tamamlandıktan sonra iletim hatlarına dair alınacak ÇED raporlarının güvenirliliği ve ciddiyeti bu günden tartışma konusudur. Santral inşaatı bittikten sonra elektrik iletim hattına ÇED oluru verilmemesi olasılık dahilinde olduğuna göre, milli sermayenin onca yatırımdan sonra heba edilmesi söz konusu olacağına göre elektrik iletim hatlarına sonradan ÇED alınması kamu iradesini de ipotek altına almakta olup elektrik iletim hatlarının aynı projeler içerisinde entegre bir tesis olarak değerlendirilmemiş olmasını anlamak mümkün değildir. 11-Sosyal ve kültürel etkisi sorgulanmamıştır. Projeler vadi de sosyal yaşam ve kültürel yapıyı etkileyebilir. Tulum, horon, geleneksel yaşam, coğrafyanın getirdiği zorluklar, bozulmamış doğa, ‘dere kültürü”’nün özgünlüğüdür. Kurutulmuş bir dereye nasıl türküler söyleneceği, altından su akmayan kemer köprülerin ne anlama geleceği sorgulanmalıdır. 12-Bölgede; biyolojik, estetik ve rekreatif zenginlikleriyle alternatif turizm etkinliklerinin yoğun bir şekilde yaşanacağı görülmektedir. Canlı ve cansız tüm varlıkları ile doğal bir peyzaja sahip bölgenin yapısının bozulabileceği, bölgenin hızla gelişen eko-turizm potansiyelini olumsuz yönde etkileyebileceği göz ardı edilmiştir. Bu etki gelecekte hissedileceği gibi İkizdere Termal Tesisleri örneğinde olduğu gibi bugünden olumsuzlukları görülmeye başlamıştır. Adı geçen tesis, son derece kaliteli su varlığı ile Karadeniz’in en önemli termal tesislerinden olup, şu ana kadar yapılan yatırım tutarı 20 milyon dolar düzeyindedir. Bu yatırımın konumlandığı derenin yatağı değiştirilmektedir. Bu tesislerin işletilmesinde, su kaynağının devamlılığının sağlanmasında ciddi kuşkular bulunmaktadır. Turizm ana sermayesi olan doğayı koruduğu süreçte, bozulmamış doğa da turizmi sürekli kılacağı gerçeği unutulmuştur. Öncelikli hedef doğanın korunması olmak zorundadır.
Sonuç ve öneriler Bölgedeki HES projelerinin; Çevre ve Orman Bakanlığımızın 2007 yılında yayınlanan Çevre Durum Raporunda belirlenen ‘Türkiye Çevre Politikasının ana hedefi, sürdürülebilir kalkınma ile birlikte çevrenin korunması ve geliştirilmesi; Çevre politikasının ana stratejisi, doğal kaynakların yönetimi, insan sağlığı ve doğal dengenin korunması şartıyla sürdürülebilir bir kalkınma sağlanması ve gelecek nesiller için doğal fiziksel ve sosyal bir çevrenin bırakılması olarak belirlenmiştir.” şeklindeki doğru tespiti ışığında ve anlayışıyla yeniden değerlendirilerek;
Türkiye’nin milli bir su politikası olmaması ve suyu planlayan çok sayıda kurumun bulunması, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) , Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ), Çevre ve Orman Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, İller Bankası, İl Özel İdareleri, Büyükşehir Belediyeleri….…. nedeni ile sayılan bakanlıklar ve kurumlar nezdinde çeşitli yetki ve sorumluluk kargaşasının olduğu da göz önüne alınarak ve ilgili tüm kurumların eşgüdümünde bir ‘Ulusal Su Komisyonu” kurulması gerektiğine vurgu yaparak,
Diğer yandan; 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 9/k maddesinde; su kaynaklarının koruma ve kullanma planları yapmak, kıta içi su kaynakları ile toprak kaynaklarının havza bazında bütüncül yönetiminin sağlanması için gerekli çalışmaları yapmak; 12/a maddesinde ise orman köylerinin ekonomik gelişmelerini sağlamak amacıyla kalkınma havzaları hazırlamak bakanlığın görevi olarak belirtilmiştir. Bu yasal dayanaktan hareketle, bakanlığın Doğu Karadeniz Vadileri için en uygun çözüm olduğunu düşündüğümüz hidrolojik sınırlara dayalı bütüncül havza planlaması yapması gerektiğine dikkat çekerek,
Havza bazında planlama yapmak, her şeyden önce sürdürülebilir kalkınmanın temelini teşkil etmektedir. Bu bilinçle, su üretim havzalarındaki arazi kullanım şeklinin mutlaka bir plan dâhilinde belirlenmesi ve uygulanması, su üretim havzalarının ise orman ve mera ekosistemleri ile olan ilişkisi nedeni ile havza planlamasında gerek orman ekosisteminin gerekse mera ekosisteminin ayrıntılı olarak değerlendirilmesi gerektiğini göz önüne alarak,
Derelerin yağışlardan gelen su, yüzeysel, yüzey altı ve taban suyundan beslendiği gerçeği ile ve bu akışlardan en değerli olanının taban suyu olduğunu dikkate alarak (Derelerimizin 1.kalite suya sahip olması) söz konusu hidroelektrik tesislerinin inşaatı sırasında kesilen, hafriyat altında kalan orman ve bitki örtüsü nedeni ile kalitesinin ve düzeninin bozulacağı gerçeği ile orman ekosisteminin taban suyunun akışı açısından süngerimsi bir yapı oluşturmakta olduğu böylece kaliteli ve düzenli bir akış sağlanırken erozyonun ve heyelanların da engellendiği gerçeğini dikkate alarak,
Orman ve Mera Ekosistemi içerisindeki aşırı insan faaliyetinin, gece gündüz çalışacak iş makineleri ve dinamit atımlarının yaban hayatın yaşam alanlarının bölünüp parçalanmasına, kaybına sebep olacağını ve gerek iç hukukumuzda gerek uluslar arası sözleşmelerle korumak yükümlüğümüz bulunan yaban hayatın bu şekilde alandan uzaklaşacağı ya da türünü devam ettirmekte uygun yaşam alanları bulmakta güçlük çekeceğine de vurgu yaparak,
ÇED sürecinde yukarıda açıkladığımız olumsuzluklar ve ÇED raporlarından beklenen ciddiyet eksikliği, sürece yerel yönetimlerin ve sivil toplumun yeterince dahil edilip tartışmasına izin verilmemiş olması, su haklarının hemen her derede ne şekilde belirlendiği belli olmayan bir suretle tespiti ile vahamet düzeyinde çevre ve doğayı sömüren kuralsız bir yatırım sürecinin baş göstermiş ve mevcut mevzuat ve ÇED raporları nedeni ile de denetlenmesi çok güç bir sürecin hızla devam ettiği dikkate alındığında,
Bölgede izin verilmiş bütün projeler askıya alınarak, yukarıda sıralanan kaygıları giderecek şekilde yeniden incelenmelidir. Öncelikle her havza için ayrı ayrı olmak üzere ciddi akademik çalışmalar yapılarak havza bütün olarak değerlendirilmeli, taşıma kapasitesi ortaya konulmalıdır. Projelerin, bütünsel yaklaşıma uygunluğu aranmalıdır. Bütüncül havza planlamaları çeşitli meslek disiplinleri ve sektörel temsilciler, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütlerini içine alarak oluşturulmalıdır. Bütüncül havza planlamaları yapılmadan vadilerde yatırıma izin verilmemeli, ekolojik değeri yüksek olan doğu Karadeniz vadileri gelecek kuşakların da yararlanmasına uygun şekilde planlanmalıdır.
Projelerin bölgenin sahip olduğu biyolojik, tarihi ve sosyal zenginlikler çerçevesinde tartışılması engellenmemelidir. Ülkemiz enerji açığı, zorunluluklar, seçenekler, öncelikler doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ile birlikte ele alınmalıdır. Mevcut uygulamalardan bölge insanı tedirgin olmuştur. Yüzyıllardır bölgede yaşayan ve yaşamaya devam edecek olan, yoksulluğa, yoğun göçlere rağmen doğasını korumuş bu insanların karar süreçlerine katılımı sağlanıp, bölge insanını gözeten genel sosyal projeler geliştirilip bölge insanının rızası alınmalıdır.
24 Haziran 2008
Ahmet Ali Kork
Elektrik Mühendisi
Nevzat Özer
Ziraat Mühendisi
TEMA Vakfı Rize Temsilcisi
Kaynak : www.derelerinkardesligi.com
Bu İçerik 3945 Kez Görüntülendi