Şavşat Duvar Gazetesi Şavşat Gündemi
Tapu ve Kadastro
Bugün, dünyamızı sömüren ve he biri Türkiye’nin bütçesinden 6- 7 kat daha büyük olan küresel çapta sermaye tekelleri bulunmaktadır. Bu devasa tekeller, sömürebilecekleri yeni gezegenler keşfedemeyeceğine göre, bu sömürülerini, yeryüzünde, biz insanoğlunun yaşadığı her yerde derinleştirmek istiyorlar. Bütün dünyayı pazar, yeryüzü üzerinde yaşayan her bir insanı da müşteri olarak görüyorlar. Ülkemizi yöneten sermaye çevreleri de uluslar arası bu sermaye grupları ile birleşmek suretiyle küresel boyuttaki bu sömürü çarkına eklemlenmiş oluyorlar. Onlara göre, paranın vatanı olmayacağına göre; sömürebilmenin de yeri, zamanı ve mekânı olmasın istiyorlar. Ulus devletleri durmadan borçlandırıyorlar ve ellerini kollarını bağlıyorlar. Böylelikle sömürü mekanizmaları rahatça işlesin diye de ekonomik, siyasi ve hukuki düzenlemeler yaptırıyorlar. Olmadı, milyar dolarlarla ifade edilen paraları bir gecede çekerek ekonomik krizler yaratabiliyorlar ya da hükümet deviriyorlar. Egemenliklerini bütün dünyada tesis edebilmek için gerektiğinde ülkeleri bile işgal ediyorlar.
Bütün dünyada olduğu gibi, ülkemizde de özelleştirme politikalarının arkasında işte bu sermaye tekelleri var. Bunlar, yeryüzünde, insanoğlunun bugüne kadar toplum adına yaptığı ne kadar değerli şey varsa hepsinin alınıp satılmasını, pazarlanmasını ve özelleştirilmesini istiyorlar. Onlar istiyorlar ki, kamu adına hiçbir şey yapılmasın, devletler ekonomik alandan çekilsin ve yeryüzündeki her şey küresel sermayenin egemenliğine açık hale gelsin. Ülkemizin en karlı, en verimli kuruluşları işte bu yabancı ve onların yerli işbirlikçi ortaklarına bu politikaların sonucun da satıldı. Ne var ki, bu özelleştirmeler devede kulak misali gibi ve henüz insanlığın kamusal olarak ürettiği diğer alanlara uzanmış değil. Bugün KİT’lerden başlandı, yarın, bu programın eğitimi, sağlığı veya belediyelerin ürettiği kamusal hizmetleri de kapsayarak devam edeceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Deniyor ki, kamusal olarak üretilen her şey kötüdür. Dolayısıyla bu alanların özelleştirilmesi ve sermaye gruplarının insafına terk edilmesi ise iyidir! Oysaki yeryüzünün ve insanoğlunun geleceği için en büyük felaket, maddi ve manevi olarak üretilen her şeyin piyasanın yani sermayenin insafına bırakılmasıyla başlayacaktır.
O nedenle, bugün, Şavşat’ta yürütülen tapu ve kadastro çalışmalarına yukarıda belirttiğimiz bakış açısıyla yaklaştığımız da olayın gidişatı daha iyi anlaşılacaktır. Şüphesiz ki, buradaki sorun, kişilere ait mülklerin tescili ile ilgili değildir. Asıl sorun, devlete tescil olunacak mülkün kısa ve uzun vadede doğuracağı sorunlardır. Bu nedenle, Şavşat köylüsünün üzerinde titizlikle durması gereken iki nokta bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, nispeten biraz daha uzun vadede olması muhtemel özelleştirme, satma, kiralama, işletme veya işlettirme yöntemleriyle kamuya ait bu arazilerin sermaye sahiplerine terk edilmesidir. O nedenle, ilçemizde yürütülen tapu ve kadastro çalışmalarını teknik ve hukuki anlamıyla kişilere ait mülk ile devlete ait mülkün birbirinden ayrılması olarak anlasak bile, uzun vade de özelleştirmenin, satmanın ya da kiralamanın düzenlemeleri olarak ta anlayabiliriz. Nasıl ki TÜPRAŞ, TELEKOM gibi en karlı kuruluşlar bile ‘KİT’ler zarar ediyor’ bahanesiyle toplum önce psikolojik olarak hazırlanarak satıldılar; aynı şekilde. Köylümüzün yüzlerce yıl geleneksel olarak kullandığı bu topraklar ‘yeterli hayvan sayısı yok’, ‘araziler boş duruyor, değerlendirelim, en iyisi satalım ve bütçe açıklarını kapatalım’ bahanelerini şimdiden duyar gibi oluyoruz.
Daha kısa süre önce 2B orman arazilerinin satışı noktasında AKP’nin nasıl iştahlı davrandığını ve ilk fırsatta da bunu yapmaktan kaçınmayacaklarını herkes tahmin ediyordur. Yine AKP Hatay İl Genel Meclisi üyeleri, köylülerin meraları yeterince kullanamadıklarını ileri sürerek 2 ile 40 yıl arasında kiralama istekleri gazetelerde çıkan haberler arasında. Öyle anlaşılıyor ki, AKP’liler meşhur tüccar zihniyetlerini burada da konuşturarak, kiralama, satma ya da özelleştirme politikalarının hızla mera ve yaylalara kadar uzanacağını şimdiden kestirmiş görünüyorlar.
O nedenle, küresel sermayenin politik tercihleri doğrultusunda devletin ekonomik alandan çekildiği, kamuya ait ne varsa her şeyin satılmaya çalışıldığı böyle bir süreçte; meralarımızın, yaylalarımızın ve hatta derelerimizin satılmayacağını kim iddia edebilir. Örneğin, bir sabah kalktığımızda Mansurat deresinin elektrik üretimi için satıldığını, Cengelek, Süles veya başka bir yaylamızın 49 yıllığına büyük tüccarlara kiralandığını, ya da meralarımızın ve orman vasfını kaybetmiş kimi orman arazilerimizin turizm veya başka amaçla satıldığını duyar veya öğrenirsek şaşmamak gerekiyor.
İkincisi, orman içi açık alanlardan oluşan ve yüzlerce yıl köy ortak malı olarak kullanılan meralar orman arazisi olarak tescil edildiği takdirde geleneksel mera hayvancılığını ve üretimini büyük oranda bitirir. Köylümüzün mera ile bağlantısının hukuken koparılması halinde, geriye hayvancılığın yapılabileceği alan olarak sadece özel araziler ve yaylacılık kalacaktır. Özel araziler ise dağınık ve bölüne bölüne küçülmüş arazilerden ibarettir. Köylümüzün bu arazilerde hem hayvanlarını otlatıp hem de kışlık ot temin edebilmesi imkânsızdır. Dolayısıyla Şavşat köylüsünü bekleyen en yakın tehlike mera olarak kullanılan pek çok yerin ormana kalmasıdır.
Oysa meralar bu köylünündür ve öyle kalmalıdır. Evet, meraların çoğu orman içi açık alanlardan oluşuyor, ama bu durum yeni değil ki. Devletin buralara elini bile uzatmadığı dönemlerde, aynı meralara ve yaylalara giden öküz arabası yolunu yine bu köylü yapmadı mı?
Yüzlerce yıl, orman köylüsü olan bizler bu açık alanları mera kabul ederek taşını temizleyip otunu biçmedik mi?
Bizler atadan, dededen kalma alışkanlıkla köydeki çayırlarımız koru olunca hayvanlarımızı işte bu meralara sürmedik mi?
Şimdi bu meralarımız öyle bir çırpıda orman işletmesine bırakılamaz. Bırakılması haksızlıktır.
Merasız köyde hayvancılığın yapılamayacağını görevli kişiler anlamayabilir, ama bizler, o köyde yaşayanlar, bunun geleceğimizi mahvetmek anlamına geldiğini biliyoruz.
O nedenle, bütün köylülerimizin özellikle şu günlerde ‘bana ne, ben zaten yaşlı bir insanım”, ‘gençler düşünsün” demeden, aynı köyde yaşayan insanların hiç birini dışlamadan yan yana gelmesi gereken bir zamandır. Çünkü bilmeliyiz ki, meralarımız bir kez elden çıktığı anda bir daha geri dönüşü olmayacaktır. Bu uygulamalardan doğacak zararları en aza indirmek köylümüzün meralarımıza fiilen sahip çıkmasına bağlıdır.
Bu İçerik 34056 Kez Görüntülendi