Şavşat Duvar Gazetesi Şavşat Gündemi

Vakıflar Ve 2b Yasası-Özelleştirme İle Küresel Sermayenin Talan Politikası

Hafit Yılmaz

Kapitalist işleyişte bir artı değer sömürüsü vardır. Fakat bunun dışında vergi vb. yollarla kimi kaynaklar devletin elinde toplanır. Sonrada sosyal harcamalar vb. biçimde bu kaynaklar tekrar dağıtılır. Bu bir çeşit yeniden paylaşımdır.

İşte burjuvazi gelirinin bir kısmını bu yeniden paylaşımın dışına çıkarmak(vergi kaçırmak) istiyorsa bunun en çağdaşlaştırılmış araçlarından biride vakıftır. Diğer bir ifadeyle vakıf, denetim dışına çıkarılmış mülkiyet ilişkisidir; sahibine çeşitli avantajlar sağlar. Özetle vakıflar yasası bunun için çıkarıldı.

Mevcut tehlikenin boyutu ve haber vererek gelen talan için kıyılar iyi bir örnektir. Yasalarımıza göre kıyılarımızın 200 metrelik kısmı kamu alanıdır. Yani bu kesimler özelleştirilemez, buralarda özel mülkiyete dayalı yapılaşmaya gidilemez. Ama bu değişik yasalar aşılabiliyor. Örneğin turizm işletmesinin kullanacağı sahil bölgesini parsellemesini serbest bırakılıyor. İşte vakıflar bütün sınırlamalardan da tümüyle muaf tutuluyor. Turizm şirketinin sadece kendi kullandığı kıyı için sahip olduğu ayrıcalığa turizm koşulu aranmadan vakıflar sahip oluyor. Sermayelerin büyüklüğüne ve mülk edinme oranına da sınırlama getirilmiyor.

İşte doğrudan sermaye girişini sağlamak için satılabilecek ticari değeri olan mülkün kalmadığı, kamunun elindeki bütün araçların, tesislerin bir şekilde elden çıkarıldığı; mevcut 530 milyarlık dolarlık toplam borcun 300 milyarının özel sektöre ait olduğu, dolayısıyla ticari kuruluşların büyük çoğunluğunun kendi mülkiyetlerini tümüyle elden çıkarmadan döviz olarak borçlanabilmesinin de mümkün olmadığı bu koşullarda, Türkiye’nin doğrudan yatırım olarak sermaye çekebilmesi mümkün değildi. Bu nedenle AKP’nin attığı ve ancak günü kurtarmaya yarayacak olan bu adımı (yasanın çıkarılmasını),”sonucu ne olursa olsun yeterki bir şeyler satılsın yeterki sıcak para girişi yaşansın” biçiminde bir çaresizlik hali olarakta okuyabiliriz.

Türkiye’de emperyalizmle girilen yeni sömürgecilik ilişkisine rağmen,emperyalist sömürü alanının dışına taşırabilmiş, Kemalist dönemden bugüne sarkan bazı ilişki ve alanların kalıntılarından söz edilebilir. Örneğin Türkiye’de toprak mülkiyetinin tamamı kamuya ait değildir. Toprak mülkiyetinin alım satımının önünde önemli bir engelde yoktur Ama bazı alanların ticari meta haline getirilmesinin önünde engeller vardır. Bu konuda akla gelebilecek örnek ormanlardır. Köylünün kullanım alanı olan çayırlık, meralık alanlarında ticari meta haline dönüştürülmesi ancak özel yasalarla mümkündür. Benzer şekilde, kıyı alanlarına tesis kurabilmek ya da bireysel mülkiyete dayalı bir yapılaşmaya gidebilmek özel izne tabidir. Bu türden kontroller/ sınırlamalar genelde yeni sömürge ülkelerde görülmeyen bir olgudur. Ama Türkiye’de bu Kemalist dönemden günümüze sarkan bir niteliktir. İşte bugün Türkiye’de emperyalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yapılmakta olan düzenlemeler, söz konusu sınırlamaları kaldırmayı ve her alanın metalaştırılmasını amaçlamak için 2B yasası çıkartılmıştır.

Dünyada var olan ticari ürünleri yedi kez satın alabilecek bir kredi köpüğü oluşmuştur. Bu para sermayenin bir meta sermayeye dönüşmesi, yani uzun süre enflasyondan, aşınmadan vb. korunabileceği menkul ya da gayri menkul bir değere yatırılması ihtiyacı öne çıkmış durumdadır. Petrole, buğday ve pirinç gibi gıda maddelerine, demir-çelik, bakır, alüminyum, çinko gibi metalara yapılan ve fiyatları yükselten spekülatif yatırımların sebebi budur. Bu süreçte sermayenin yatırım amacıyla ilgi duyduğu bir diğer alan gayrimenkul oldu. Çünkü gayrimenkul, daha sonraki dönemde istenildiği zaman tekrar paraya dönüştürülebilecek bir yatırım alanıdır. Hele günümüzde aşırı kar ve tüketim hırsıyla her şeyin yok edildiği, kirletildiği, küresel ısınmayla birlikte iklim değişiklerinin yaşandığı, giderek dünyada bir çok alanların çöle dönüşme ihtimalinin olduğu düşünüldüğünde. Kirlenmemiş işlenmemiş alanların ne kadar kıymetli olacağının da bilincinde olan sermaye gelecek on yılların hesabını yapmakta. Tarımsal arazileri, su ve ormanları satın almaktadı

İşte kredi köpüğünün patlamak üzere olduğu ve özellikle körfez sermayesinin , Avrupa sermayesinin kendilerine güvenli bir liman gibi o kriz dönemini atlatabilecekleri yer aradığı bir dönemde böyle bir yasanın çıkması; bütün yabancı spekülatörlere ‘gelin size Türkiye’nin tamamını güvenli bir liman olarak ayırdık” çağrısı yapmakla aynı anlama gelecek bir yasa çıkarılmıştır. Başbakan’ın ‘ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” dediği, Maliye Bakanı’nın ‘özelleştirmede satıyorsun, satıyorsun bitmiyor, ulaştırma , çimento, kağıt,şeker, her şey devlete ait. Bu kadar komünist bir ülkeymişiz. Komünizmin ağdalısıymışız. Bir berber dükkanları kalmış özel teşebbüsün elinde. Özelleştirmelere devam edeceğiz” değerlendirmesini yaptığı AKP hükümeti ülkede satılmadık tek bir değer bırakmamaya ant içmiş gibi hareket ediyor. Şimdi de su şebekesi, kanalizasyon altyapısı, sağlık, savunma, radyo televizyon yayıncılığı, doğalgaz piyasası, kömür ve diğer madenlerin, hava ve deniz ulaşımı gibi pek çok alanda özelleştirme AB uyum yasaları kapsamına alınmış durumda. Vakıflar yasası, 2B yasası, SSGSS yasası meclisten geçirildi. En antidemokratik yasaların dahi tepkisiz bir şekilde geçmesinde yasalara dair bilgi eksikliğinin yanında kitlelerin örgütsüz ve özgüvensiz olmasının da rolü vardır.

Fazla haksızlık etmemek için bir parantez açarak:

Özelleştirmelerin ve anti demokratik yasaların çıkarılmasının sermayenin talan düzeninin ihtiyacı olduğunun bilincinde olan sendika ve partilerin var olduğunu ancak bunların karşı duruşları iktidarın ve sermayenin geri adım atmasına yetmemektedir. Çünkü Dünyada ve ülkemizde küresel sermayenin egemen olduğu neo-liberal politikalar uygulanmakta, karşı duruşları ya da karşı duran sendikaları, partileri örgütleri marjinal ideolojik yapılar olarak lanse edilip iktidar çoğunluklarını sağlamaktadırlar. Ne yazık ki bazı sol yapılanmalar emperyalizmin bu ideolojik yaklaşımına çanak tutmakta ya da görmemezlikten gelmektedirler.

Özal’la başlayıp devam eden liberalleşme ve özelleştirme politikalarının canımızı acıtınca farkında oluyoruz. Bugün TEKEL işçilerinin direnişi bunlardan birisidir. Bir başka örnek Munzur Vadisi Projesi, bir başka örnek Hasankeyf, Balıkesirde Kaz dağları, Suriye sınırındaki mayınlı araziler. Hepside ülkemiz zenginliklerinin emperyalist tekellere peşkeş çekilmesinin birer parçasıdır. Şimdide Karadeniz’deki su ,orman, çayırlıklar, meralar emperyalistlerin iştahını kabartan gelecekteki on yılların vazgeçilmez kaynaklarıdır.

Su iki boyutu ile ele alınmalıdır. Birincisi su, tüm canlılar için, canlılığını sürdürmedeki en temel ihtiyaç maddelerinden biridir. İkincisi su tarımsal ve endüstriyel üretim süreçlerinin tümünde önemli bir girdidir.

Sömürü amaçlı aşırı tüketimin ve kontrolsüz kullanımıyla ,kirlenmenin etkisiyle dünyadaki ve ülkemizdeki su kaynakları azalmaktadır. Küresel ısınmaya bağlı olan iklim değişiklikleriyle dünya çölleşme sorunuyla karşı karşıyadır. Bu nedenle bakir dediğimiz işlenmemiş topraklar, sular, madenler önem kazanmaktadır. Dikkat edersek son yıllarda Karadeniz hele hele Doğu Karadeniz sermayenin gündemindedir. Dünyanın bir çok yerini talan edip aşırı kar hırsıyla kontrolsüz bir şekilde tüketen sermaye kendine yeni alanlar aramaktadır. Bu alanlardan biri de ARTVİN’dir. Emperyalizm girdiği her alanı yaşanmaz hale getirmektedir. Bu nedenle gelecek yıllarda memleketimiz paha biçilmez bir değerdir. Canımızı acıtmadan, geç olmadan sularımıza, ormanlarımıza, yaylalarımıza, yeşillik alanlarımıza sahip çıkalım. Eğer memleketimizde yaşamak istiyorsak.

KÜRESEL SERMAYENİN TALANINA DUR DİYELİM !
DERELERİMİZ ÖZGÜR AKSIN ÖZGÜR KALSIN !
YEŞİLİME DOKUNMA, DOĞAMA DOKUNMA
HES’LERE HAYIR !

HAFİT YILMAZ
19/02/2010

Bu İçerik 8034 Kez Görüntülendi

Yorumlar

Faruk Kalın

Buyursun Gelsinler

Faruk Kalın - 29 Haziran 2010

Bir artvin kaldı diyordu vali. :) evet bir artvin kaldı. İşgal edilmemiş doğasıyla insanıyla kirlenmemiş bir artvin. Binbir palavra ile binbir yalan üçkağıt ile talan edildi memleketimin her köşesi. Fabrikaları arazileri hatta insanlarımın beyni bile.. Bir artvin kaldı ama bir de artvinli... Ülkemin her köşesi kapitalizme şu yada bu şekilde peşkeş çekildi. Kah din kullanıldı kah etnisite. İnsanların aklını karıştırmayı başardılar her yerde şimdi sıra artvinde. Avuç içi kadar şehirde 5 tane etnik grup bir arada yaşıyor. Herbirinin ayrı dili ayrı kültürü. Hemşini, mohdisi, lazı, gürcüsü, türkü.. Ama herbirinin türk vatandaşı olmanın yanında artvinlilik şuuruda var. İşgal sırası 81 vilayet içinde artvine geldi. Hes’lerle geliyorlar. Yeni 2b yasaları tapular özelleştirmelerle geliyorlar. E buyursun gelsinler. Hani artvinliler bibirini tutar derler ya. Bu saldırı artvinli olmak şuurunu geliştirmekten başka işe yaramaz. Ne yaparlarsa yapsınlar karşılarında üyesi olmakla onur duyduğum ülkemin en aydın şehri var.

Buyursun gelsinler gelene niye geldin denilmez :)

Şavşat Gündemi Üye Listesi