Şavşat Duvar Gazetesi Tarih
Anadolu Tarihçesinde Artvin Gerçeği
Sayın Kenan AYDIN arkadaşın birikimli olması en azından benim açımdan oldukça memnuniyet verici. Lakin yinede bakış açılarımızdaki farklılıklar bakımından ayrıştığımız noktalar da yok değil.
Özellikle bir toplumun değerlendirilmesinde baz alınan kültürel kimlik, etnik ve ırksal özellikler, yaşadığı tarihsel süreçte ulusal, dinsel ve yaşamsal kültürüne etki eden iç ve dış faktörler genel anlamda ele alındığında, o topluma ulus olarak nasıl ad verileceğini söylemek kolaylaşacaktır. Mutlaka insanlar ne hissediyorlarsa kendilerini geçmiş ataları ne olurlarsa olsunlar odurlar. Ama bu hissediş asla tarihi köklerde ki asıl gerçekliği yadsımaz. Yalnızca gerçeği inkar olur ki buda asla bilimsel yaklaşım değildir.
Ben çocukluğumu yaşadığım Artvin ilçesi Şavşat'ta eğitimim boyunca kendisini gürcü ama aynı zamanda türk sanneden arkadaşlarla büyüttüm. Ama bir insanın hem gürcü olması hemde türk olmasının açıklaması tektir; Anne yada babanın birisinin gürcü diğerinin türk olmasıdır. Ben bunun adına sadece asimilasyon diyorum. Asimilasyon ise dinsel ve etnik asimilasyondur. Osmanlı fethettiği ülkeleri islamlaştırıyordu. Bunu başaramadığı yerde "dinsizin hakkından imansız gelir"deyişine uygun olarak davranıyordu. Yanya Sultanı Ali Paşanın hayat hikayesini okuyanlar osmanlının bu deyişe uygun politikasını bilir ve anlar. Ermeni jenosidinde ve tehcirinde kullanılan kürtlerden kurulu hamidiye alayları gerçeğide, bugün türkiye cumhuriyetinin kürt realitesi karşısında red ve inkar politikasıda aynı osmanlı ruhunun sürdüğünü kanıtlamaktadır. Elbette önemli bir ayıraçta vardır burada.1900 yılından itibaren varlık haline gelen türkçülük akımı aşama aşama osmanlı politikası olarak belirleyici hale gelmeyide içermektedir. Tamda burada islamlaştırma politikası türk-islam senteziyle birlikte işlenmeye başlanmış ve çok uluslu osmanlı halklarından diğer azınlıklarda da belirmeye başlamış olan milliyetçilik akımlarıyla çatışır hale gelmiştir. 1913-1915 yıllarında yaşanan ermenilere yönelik jenosid ve tehcirin bu aşamada yaşanması hoş değil ama normaldir. Çünkü milliyetçilik burjuva sınıfının egemenlik ideolojisidir.
Türkiye de yaşayan halkın tamamının türkleştirilmesi için T:C'nin elinde mevcut bir devlet aygıtının yanında sınırlarının uluslararası emyeryalist güçler tarafından onaylandığı meşruiyet zemini vardı. T:C'ye sadece bunu hayata geçirmek kalıyordu. Feodal uyuşukluk altındaki kürtleri böl boğuştur dağıt ve göçettir politikasıyla bastırmak kolaydı. Müslüman olmuş ermeni(hemşinliler), gürcü, laz, rum ve diğer azınlıkları denetim altında tutmak da zor olmayacaktı. Geriye en azından bir 40 yıl sonrasını kurtarma planı "güneş dil teorisi"ne uygun ve gerici bir eğitim sistemiyle devreye sokuldu. T.C.tarihi başlangıcından itibaren bütün dağlara taşlara "Ne mutlu türküm diyene","Türk öğün güven çalış" yazdı. Çocuklara her sabah "türküm" andıyla ders başı yaptırıldı. Bundada önemli başarılar elde edildiğini söylemek yanlış olmaz. Yeni nesil artık önemli oranda, kürtlerse kısmen türkleştirilerek bugünlere gelindi.
İşin belki duygusal boyutu ama Venezüellalı bir eski generalin 1786 yılında osmanlı toprakları seyahatıyla ilgili anılarında; İstanbul da bir köle pazarında mezatla satılan gürcü kızlarının ağladıklarından bahsedilmektedir. Yada farklı etnik toplumların köleleştirilmiş çocukları...ne farkeder ki? Sonuç itibariyle burada osmanlının sosyo ekonomik temelini görebilmek önemlidir. İslamlaşmanında öyle çokta gönüllü olmadığını biliyoruz. Toprak beylerinin imtiyazlarının sürmesi karşılığı gönüllü islamlaşmanın yanında şiddet yoluyla islamlaştırılan ermeni, laz, gürcü, rum, hatta türkmen ve diğer etnik toplulukların acıyla yoğrulmuş anıları hala capcanlı durmakta.
Gürcistan özgülünde Mesketya, Ahıska ve Acara da yaşayanların osmanlının islamlaştırılma politikası nedeniyle kaldıkları etkinin kültürel yansıması ile diğer gürcü yerleşimleri arasındaki kültürel yansıma kendini dinsel ayrılık olarak karşımıza çıkarmaktadır. Bu hala günümüzde Gürcistan için devam edegelen bir sorun olarak görünmektedir. Elbette sorunu sadece dinsel ayrılıkla açıklamak kısır olacaktır. Osmanlının kültürü içeriğinde dilini, edebiyatını incelediğimizde arap, fars, türk ve son dönemlerinde avrupa etkisinin ağırlığını görebiliriz. Dolayısıyla osmanlı hakimiyeti etkisi altında daha çok kalan Mesketya, Ahıska ve Acara'nın yanında türkiye sınırlarında kalan Ardahan, Posof, Hanak, Şavşat, Ardanuç, Yusufeli, Artvin, Borçka ve Murgul da kimliksizleşme yada kendini gürcülerden de türklerdende ayırma biçiminde tezahür eden olgu "Ben mesket türküyüm, Ahıska türküyüm" ifadesi olmaktadır. Özellikle Şavşatlı olanlar çok iyi bilmektedirler ki en yoğun biçimiyle Şavşatta yaşamakta olan pşavlar da kendilerine etnik kökenleri hakkında soru sorduğumuzda kendilerini "Ahıska türkü" olarak tanımlamaktadırlar. Ki üstelikte olabildiğince eski türklerin yaşam biçimleriyle özdeşleştikleri halde çok rahatlıkla asimilasyon nedeniyle kimliksizleştirilen azınlıklar diyebilmekteyiz. Kimliksizleştirilen bu azınlıklar "bir yerlerin türk kavimleri olarak kendilerini sunmayı" çare olarak görmektedirler. İşte sizin deyiminizle bu sonuç tamda "Fetihçinin başarısıdır." Ama bu başarının sonuçlarına baktığımızda aslında insanlığın ortak kültürünün yaratılması adına bir başarısızlıktan bahsetmek gerekmektedir.
Türkmenlerin türk olgusundan ayrı ele alınması durumu ayrı bir konudur. Burada Eskiçağ tarihçilerine kulak vermek gerekir. Memlük devletini kuranlar türklerdir ama bugün Mısır da türk varlığından bahsetmek zordur. Osmanlı kültürünün izlerine rastlamamız orada türklerin nüfus olarak var olduğunu ortaya koymaz. Anadoluya yoğun türk ve moğol göçü, iran ve kafkasya üzerinden M.S. 1000 li yıllara rastlar. Ama ilk gelenler fethettikleri bizansın topraklarında çok çabuk fethedildiler. Yerleşik kültür ilk gelen türkleri kısa sürede kendilerinin parçası haline getirirken, ardısıra gelenler ilk gelenlerle çelişmeyi yaşasada onlarda aynı sonla karşılaşmaları kaçınılmazdı. Fetihçiler fethedilmekteydiler. "Türkler’in de gelişiyle, Anadolu tarihi, Bizanslılar, Pontus Rumları, Ermeniler, Kürtler, Haçlılar, Araplar, Nesturiler, Asuriler, Moğollar, Gürcüler gibi, farklı etnik köken ve dinden insanların, karşılıklı etkileşip, yeni Anadolu toplumunun oluştuğu bir sürece girmiştir. Bütün bu değişik insan gurupları arasında, düşmanlıklar, dostluklar, büyüklü küçüklü savaşlar, barışlar, ittifaklar, ittifakların bozulup yeni cepheleşmelerin ortaya çıkışı, kız alıp vermeler, karşılıklı din değiştirmeler, çıkar çatışmaları, prenslerin taht kavgaları, zorda kalınca birbirine iltica etmeler ile tam bir kargaşa dönemi yaşanmış ve yeni bir kültür mozayiği ortaya çıkmıştır." diyen tarihçiler asla günümüze kadar gelen ve yeniden oluşan kültür sentezinin türk kültürü olduğunu söylememektedirler. M.S. 1000 li yılları takip eden süreç bu çelişmelerin en yoğun yaşandığı tarihsel sürecin başlangıcıdır. Anadolu Selçuklularının sonu doğudan gelen moğol türk akınlarıyla gelmiştir. Beylikler dönemi aslında yerleşik kültürün içinde bir unsur haline gelen türklerin yerel halkların içinde erimiş halinin devlet örgütlenmesi şeklinde tezahürüdür. Osmanlı en batıda olmanın avantajıyla konjoktürel olarak şanslıydı ve bu avantajı Bizans tekfurlarının kızlarıyla yaptıkları evliliklerle perçinleyerek büyüdüler. Burada türklük adına yada Selçuklunun varisliği adına çatışan beyliklerin kendi aralarındaki savaşların boyutu kadar değildi osmanlı-bizans, osmanlı-sırp ve osmanlı-bulgar savaşları. Kendi feodal beylerince ve kilise tarafından iliklerine kadar sömürülen bizans hakimiyetindeki halklar için feodal ekonomik yapısal aşamaya ulaşmamış osmanlıyı tercih etmesinden daha doğal ne olabilirdiki? Osmanoğulları Bizansa en yakın, en uçta ve en son gelen beylik olarak halen göçer asya kültürünü sürdürmekteydiler. Oysa başta karaman oğulları olmak üzere diğer beylikler derece derece yerleşik kültürün ekonomik işleyine adapte olma sürecinde osman oğullarından daha ileridiydiler. Bu sürece osman oğullarıda dahil oluyordu elbette. Doğudan halen süren türk ve moğol göçleri beyler arasında ve özellikle osmanlının sürece daha belirgin katılımıyla birlikte türkler arasında İrandaki türk devlet liderlerine bağlılığı getirmiş ve türkler arasındaki çelişmeleri artmıştır. Bu çelişmelerin bir benzeri 200 yıl önce Kösedağ savaşına sebep olurken 1402 yılında Ankara savaşına sebep olmuştur. Tarihçilerin tesbiti yerindedir. Yaklaşık olarak Yıldırım Bayezıtın komutasındaki Osmanlı ordusunun % 70 'i Rum, Sırp, Bulgarlardan ve diğer batı anadoluda yaşayan azınlıklardan oluşmaktadır. Savaşın neticesini biliyoruz. Ama ne hikmetse fetret devrinde batıda ve trakyada hiç bir problem yaşanmazken ve osmanlının batı sınırlarında en küçük bir değişme olmazken doğu bölgesinde eski türk beyleri İranda kurulmuş türk-moğol devletlerinden aldıkları destekle birer birer bağımsız beyliklerini yeniden ilan etmişlerdir.Burada da fetihçi osmanlının nasıl fethedildiğini görmekteyiz.
Osmanlı dolayısıyla ayakta durmanın araçlarına sahip olmak zorundaydı.Feodalizm çağında milliyete dayalı ideolojiden bahsedemiyeceğimize göre, o iktisadi yapıya uygun tek ideoloji dindi. Ve osmanlı dine sarıldı. Taşlar tam yerine oturana kadar diğer dinsel inanışlara hoşgörü göstermek bir zorunluluktu. Resmi tarihçiler istanbulun fethinde herkese serbestlikten bahsetselerde gerçek asla bu değildi. Zamana yayılan dinsel asimilasyon aşama aşama hayata geçirilmekteydi. Osmanlının en güçlü olduğu dönem zorla islamlaştırmanında dayatıldığı dönem olarak bilinmelidir. 1500 lü yıllar erk olarak en güçlü olunan dönemin başlangıcıdır. Bundan 400-450 yıl önce islamiyetin kafkasya halklarına dayatıldığı zamana da tekabül eder.
Gürcistanın islamlaştırılmasıda doğal olarak etki bakımında batıdan doğuya gittikçe azalan bir etkiydi. Yani osmanlının merkezine uzaklık islamlaşmanında etkisinin azalması demekti. Ardanuç beyi müslüman olmamak için direnmiş ve karşılığında halkının katledilmesine neden olmuştu. Ardahan, Şavşat, Acara bölgesi bu baskı politikası nedeniyle islamiyeti kabul etmek zorunda kalmıştı.
Bugün gerek karadeniz sahiline,gerek batı karadenize göçen müslüman gürcülerin hepsi kimlik bunalımı yaşamaktadır. Çünkü türk olmadıklarını, gürcülüklerindende çok şey kaybettiklerini bilmekle beraber sarılabilecekleri tek kimliğin dinsel kimlik olduğu durumuyla karşılaşmaktadırlar.
Birçok milliyetten türkiye halkı gerçeğinin aynası bumuydu?. Tarihsel süreçle oluşan anadolu kültürü bu mu olmalıydı? Üst kimlik güneş dil teorisiyle uydurulmuş türklük mü olmalıydı?
Türk kültürü esas üst kültürün bir parçası ama asla üst kültürün kendisi değil. Bugün hala türkiye üniversitelerinin tarih kürsülerinde güya bilim adına güneş dil teorisi işlenmeye devam ediyor. Burada bizim arzuladığımız tarzda üstün etnik toplulukların kültürel sentezi nasıl mümkün olabilsindi ki ? Cumhuriyet dönemi boyunca süren "Ya sev ya terket" politikası karşısında azınlıklar sevdikleri anadoluyu atalarının mezarlarıyla birlikte terketmek zorunda kalmadılar mı ? Yada terketmeyip zorunlu olarak türkleştirilenler yine bir çok milliyeti içinde barındıran anadolu milletleriydi?
Türkleştirilme politikasına böyle bakmak gerekir. Kendi etnik kimliğimizin belirsizleşmesi bir sonuçtur ama bu sonuca varıncaya değin bir çok acıyı içinde barındırmaktadır. Bunlar tarihi haksızlıklardır. Tarihi haksızlıkları düzeltme gibi bir niyetim yok ama bu yaşanan tarihi haksızlıkları dile getirme ve kınama insani bir davranıştır.
Şavşat'ın eski yaşlılarının anlatımlarında; 1913-1915 yıllarında ermenilerin toplu olarak katledildiklerini bulmaktayız. Tirgat ve mansurat derelerinin kıırmızı aktığını anlatan yaşlı dedeleri dinledinizmi hiç? Korkudan selavat getirerek kendisini kurtarmaya çalışan ermenilerinde kesildiği yıllardır o yıllar. Kadın erkek, yaşlı genç ve bebek denmeden katledilen ermenilerdi. Oysa resmi tarihçiler ve ideologları tersini söylüyorlar. Emperyalistlerin ermeni soykırımını kullanmaları asla bu gerçeği değiştirmez ki. Bu bir yoketmeydi ve tarihi bir haksızlıktı. Haksızlığı dile getirmekse insan olmanın bir gereği değil midir?
Burada parça parça tarihten kesitler sunarak geçmişin bugünümüzü nasıl şekillendirdiğini anlatmaya çalıştım. Bu anlamda mutlaka eksik bıraktığım noktalar olmuştur. Ama bu kısa yazıyla çok detaylı ve eksiksiz bir anlatım sunmakta teknik olarak mümkün değil elbet. Bu nedenle okuyucuların ve Kenan AYDIN arkadaşın hoş göreceğini umuyorum. Saygılar...
Ali YÜKSEL
24-10-2004
Bu İçerik 4784 Kez Görüntülendi