Bedevranın mazisini tarihini ancak fi tarihi olarak bilirim ben. insanların, evlerinin, ağorlarının, komlarının, mereklarının, degirmalarının, yaylalarının. kartopi kuylarının başlarını (çatılarını) örtmek için kullanılırdı ta yirmi yıl öncesine kadar, gerçi hala bedevra ile örtülüdür %70 i ama eskiyen bedevranın yerine artık yenisi deyil sac örtüliyer.
Yöremiz de eski evlilikler görücü usulü ile yapılırdı. Bu görücü usulu evlilikte kız isteme, nişan ve düğün şu şekilde olurdu: Oğlan tarafı beğendiği kızın evine elçi gider veya oranın ileri gelen, saygın kişilerinden birini elçi olarak gönderir. Kız istemeye Cuma akşamları gidilir.
Bu coğrafyada yaşamış yaşlanmış aramızdan ayrılmış tüm morbetlere saygılarımı sunuyorum. Bir zamanlar hayat fışkıran bu köylerin siz değerli morbetleri yaşadıklarımızı istedimki birbirimizle paylaşalım.
Çayır biçme işinden yorgun bir şekilde eve dönmüştüm. Hamladığım için vücudumun her tarafı ağırıyordu. Soğuk suyla kollarımı ayaklarımı yıkayarak biraz rahatlamaya çalışmış, sonrada yemek yiyerek dinlenmeye çekilmiştim. Vücudumdaki ağrılardan uyumak mümkün değildi. Buna rağmen birara dalmış olacağım ki dışardan gelen tok bir sesle uyandım. Bağıran amcamın oğluydu. Pencereye koştum. Uyku mahmurluğuyla beni çağıran sese cevap verdim.
Burada Şavşat yöresinden derlediğim atasözleri yer almaktadır. Sizlerin de eğer derlediği atasözleri mevcutsa ya da çalışmalarınız varsa ve Türk Dil Kurumu ilgilenmiyorsa mail adresime gönderirseniz burada sizlerin adıyla yayınlayabilirim. Bu birikimlerin kaybolmasına izin vermeyelim.
Ne şanslıyız ki güzel ülkemizin en nadide yerlerinde doğmuşuz hepimiz. Karadenizli olmak bir ayrıcalıkken, Artvin'li olmanın gururu ve onurunu yaşarız. Gözlerimizin ufuklara dalmadığı gün yoktur, hangimiz iç çekmeyiz eskileri hatırlayıp. Hepimiz yöremizin ağız tadını, ezgilerini yaşatırız günlük hayatımızda. Mutfağımızın bir köşesinde mutlaka vardır köy peynirimiz. Kim hayır derki mis gibi bir peynir eritmesine. Soğuk kış gecelerinde formada pişmiş patatesi kim istemez.
Devletin bu kadar harcamaya karşın Artvin'e ait bu kadar kalitesiz yolların yapımında bu sorumluluğu taşıyan insanlara aklım ermiyor gerçekten. Ben İnşaat Mühendisi değilim ama bana tanıklık edecek Artvinli Gazeteci ve İnşaat Mühendisi Sayın Mithat Tahtalı Beyin kendi şiirinden okuyup dinlemek ne kadar gerçeği yansıttığı anlaşılıyor.
Günümüz kuşaklarının yaşam algıları ve bilinç biçimleri, önceki yüzyılların yaşam algıları ve bilinç biçimlerine göre çok daha hızla değişiyor. İnternet-bilişim teknolojileri, bilinç biçimlerini önceki yüzyıllardaki hiçbir bilgi süreci ile karşılaştırılmayacak nitelikte bir değişime tabi tutuyor.
Yaz mevsiminin ortalarıydı... Kışladan yaylaya henüz göçmüştü Suloban Köylüleri. Köyde kalanlar iş-güç başlamadığından, boşluğun rehaveti içindelerdi. Dere tepe, tarla çayır bir süreliğine ıssızdı. Yaylaya giden hayvanların kokusu yavaş yavaş azalıyordu. Sarı, pembe, mor, erguvani çiçekler ve yeşilin birçok tonu berrak mavi göğün altında sevişirken, kuş ve böcek sesleri bitmeyecek gibi görünen bir cümbüşe başlamışlardı.
Nasılda geçiyor yıllar. Ellerinle yaptığın beyaz, kağıt kayığı, önünde kıvrıla kıvrıla, sağa sola çarpa çarpa, hızını rüzgardan coşkusunu kardan alan ve aniden bir ağacın arkasında kaybolan bir dereye bırakır gibi. Çarçabucak kayboluveriyor gözden. Sonra oturup bir yerde veya oturduğu yerde, gözlerini çakıp herhangi bir noktaya, baş ve işaret parmakları ile dudağıyla oynayıp, o geçen yılları seyrederken yakalıyor kendini insan.
Bir zamanlar... Memleketin birinde... Hayır, masal değil bu... En doğrusu, yeriyle, zamanıyla anlatalım. Zaman: Milattan sonra... Yer: Bu yeryüzünde bir yer... İşte yeri belli, zamanı belirli...
Bir papatya tarlası düşün.. İlkbahar ayı..Ve sen onun yanından geçen yolda yürüyorsun ve o papatya tarlasında bir papatya dikkatini çeker..Binlercesinden birisidir ama sen onun yanına gidersin.. Onda seni çeken bir şeyler vardır.. O papatyayı olduğu yerden koparırsın.. Sadece senin olsun istersin.. Sadece senin..Öleceğini düşünmeden.
Tayınım Orta Anadolu'nun köylerinden birine çıkmıştı. Köyümün yolu ve okulun lojmanı olduğu için çok şanslıydım. Hatta eski de olsa bir otobüsü bile vardı. Bu bilgileri ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden almıştım.
Yaşlı kadının ölümüyle boşalan bu küçük eve çok çabuk talipli çıkmış, mahkeme evi ucuz bir fiyata genç bir çifte satarak parayı da vasiyette belirtildiği üzere bir hayır kurumuna teslim etmişti.
Arabanın içi soğumaya başladı. Acaba camı bu kadar indirmemeli miydi? Ama hayır, kokusunu özlemişim çamların, üşümeye değer. Kaç kilometre kaldı? Yarım saat daha gitsem varırım herhalde.
Kiradalar...Merya"da kirada oturuyorlar,Aksakallar"ın Mahallede.Çok zorlu kışların egemen olduğu yıllar! ..Üç yaşında mı-dört yaşında mı bir çocuk? Yoksulluk çocuğun gerçek yaşını gizliyor! ..
Zeki Bey, yokluklar yoksulluklar içinde gençliğinin en güzel yıllarını heba etmiş, sonunda bir iş bulabilmişti. Umutları yeşermişti. Çalışacak, yükselecek, insanca yaşayacak düzeyi yakalayacaktı. Bunu yapacak yeteneklere sahipti, ama nasıl yapacaktı. Zaman, Zeki Bey’in yetişme tarzına ve karakterine uymuyordu.
Armut ağacının dallarına astığı iki sepet bir türlü dolmak bilmiyordu. Birine olmuşları, diğerine ise yarım olmuş armutları doldurmaya çalışıyordu Selami. İki sepetle armuda çıkanı ilk kez görmüştü anası. Sorduğunda da “Yarın sınavım var ya ana, öğretmenlere götürmem lazım, Söz verdim.” demişti. Ulaşılmaz dallara ulaşıyor aldığı armutları birer birer sepetlere yerleştiriyordu. Sepetler dolunca anasına seslendi.
Topraklı yolların, çamurlattığı lastik ayakkabılarımı, köy çeşmesinde yıkadığım yılların çok uzağındayım şimdi. Gök mavi, dal yeşildi her gördüğümde gökteki kuşların uçuşunu seyretmek için başımı kaldırdığımda. Çocukluğumu bölüştüğüm arkadaşlarım vardı. Eylül ayı okulların başladığı aydı.
Endim dere ırmağa oy nanayda cilvelo oy nanayda Zeytin dalı kırmağa oy nanayda cilvelo oy nanayda Geldim seni almaya oy nanayda cilvelo oy nanayda Başladın ağlamağa oy nanayda cilvelo oy nanayda
Beş altı yaşındamıyım ne,dediler muğovulda çocuklar boğuldu. Neneler göle koşuyor acep benim torunu mu diye. Hatırlayanlar çıkacaktır. Ben isimlerini unuttum. Dalgıçlar çocukların cesedini çıkardılar. Çamura saplanmışlar.
Yaşım 10,11.kız kardeşim benden 1,5 yaş küçük.ağustos ayı. Turgut dayım biçimda biza yardıma gelmiş. Yolda gelirken eminim ormanlar onun ‘‘ula deli memmet’’ sesiyle inlemiştir. Biz beş kardeş turgut dayımızı çok severiz. Dayım bize bir iş yaptıracağı zaman kontrol ve ceza yöntemini uygulamaya geçirirdi.
Büyükşehirde çalışan Şavşatlı bayan hemşehrimiz, evli ve iki çocuk annesidir. Büyük çocuğu 1. sınıfa başlamıştır. Küçük çocuğu ise henüz 8 aylıktır. Anne işe giderken serviste küçük çocuğunun davranışlarını kibarca arkadaşlarına anlatır.
Şavtali o zamanki çoraklı köyünden azmi isminde bir kişi vardı.Yaz aylarında köylü yaylaya çıkar, eylül ayında'da köye inerlerdi. Cenkelek yaylasından azmi enişin anası köye haber gönderiyorki oğlum azmi mısır unum bitti bir kod misiri al sulobanda degirmanda ugut buraya getir. taze taze kuymak gevrek yeruğ diyor.
Köyde herkesin bir lakabı vardı. Tevfik'e de köyde "Tırınkli" lakabı takılmıştı. Tırınkli, isal olmuş kaçan anlamına geldiği için bu lakaba çok içerliyordu. Bu lakabı duyduğu kişilere küfür ediyordu. İnsanlar da Tevfik'i kızdırmak için: "Tırınklı, Tırınkli!." diyerek kızdırıyorlardı. Çocuklar bile Tevfik'in gerçek adını unutmuş, "Tırınklli Amca" diye hitap ediyorlardı.