Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Karagölün Yolları

Kamil Aydemir

Alimdar anlaştığımız saatta kapıya geldi. Münibüsde üç, beş kişi daha vardı. Şaşırmadım da. Alimdar sözüne güvenilir; saygıda, sevgide kusur etmediği ve köylülerin işlerine kendi işleri gibi koştuğu için köylümüzce sevilir bir insandı.

Ama köyümüzden kazaya servis yapan tek münibüscü değildi ama bu özellikleri onu tekmiş gibi yapardı. Şavşat'tan Kocabey köyüne, Kocabey köyünden Şavşat'a gidecek yolcular ilk onu arardı. Alimar ile gitmek için ikinci seferini bile beklerlerdi. Benimde sevdiğim bir insan olduğundan Karagöle onun arabasıyla gitmeye karar vermiştik. Alimdar ile günler öncesindende sözleştik. Hal hatır sorduktan sonra Alimdar: "Kâmil Şavşat'a kadar bunlarda benimle gelmek istediler, kıramadım. Kusura bakma. Sen beni anlarsın, dedi. Alimdar arkadaş ortada kusurluk bir iş yok. Sen güzel olanını yapmışsın, dedim. Yüzündeki mahçubiyet kokan ezikliği neşeye bır- aktı yerini. Karagöle Şavşat'tan gitmeyide ben önermiştim ona. Her zaman onunla gurur duyduğum babam, karçiçeği kadar sabırlı ve yıllanmış çinar gibi daha çokhüzünlerle yüklü annem, tam anadolu kadını kokan yengem, bana mutluluk yediren ve gurbetin soğukluğunda bile gülen eşim, ayparçası kızım, henüz yaşına değmemiş oğlum; Karagöle gideceğimizi ve Alimdar'ın arabasını kiraladığımı söyleyince: "Televizyonda çok güzel görünüyor. Bende sizinle geleyimde bir yakından göreyim" diyen Rahim amca , eşi Münnever hala, Aşağı Süles'den köyümüze gelin gelen her izine gelişimizde yüreğinin kapısını bize sonuna kadar açan Kazim amcamın eşi Nafiye hala ve yıllar öncesi İstanbul'da bana büyük katkıları olan Kazim amca münibüse bindik. Yavuz Köyünden Şavşat'a doğru ilerlerken yanında kız çocuğu olan bir bayan münibüse el kaldırdı. "Bunlarıda arabaya alsak iyi olur ama arabada yerimiz yok, dedi Alimdar." Kadın şöfer mahline binsin. Kızınıda kucağına alsın. Bende kızımı kucağıma alırım, dedim. Alimdar arabayı durdurunca gözlerinde onlara da yardım etmenin sevincini gördüm. Şöfer mahlinde oturan kızıma arkaya gelmesini söyledim. Kızım arkaya geldi ama yerini yeni gelenlere vermesinden memnun değildi. On yaşındaki kızım bana Hollandaca: "Arabayı biz kiralamadık mı, niçin onlarıda arabaya alıyorsunuz? Hemde şöferin yanından beni kaldırıp o kızı oturturuyorsun, dedi. "Bak güzel kızım onların yerinde annen ile sen olsan ve bu münibüs yanınızdan sizi almadan geçse nasıl olur? dedim.

"İyi olmaz ama bu arabnın şu anki gidiş parasını sen vereceksin, dedi. "Arabanın parasını benim verecek olmam arabaya bizden başka kimseyi almamamız anlamına gelmez. Belki öyle davranabilirim. Şöfer amcada birşey demeyebilir. Böyle davranmam bana ne kazandırır? Bir insana yardım yapmak insanca bir davranıştır. Güzel olanı yapmak doğru değil midir? Onlar Şavşat'ta inince sen yine şöfer amcanın yanına geçersin. Sen bizim aramızda sıkışarak oturabilirsin. Ama doğal olarak o çocuk yabancı insanların arasında sıkılır. Biz azıcık rahatımızdan olursak Alimdar amcada bir yolcusunu kırmamış olur. Her şey para değildir. Paradan güzel şeylerde vardır." "Bunu biliyorum baba, dedi kızım. "Yalnızca bilmek yeterli değil. Bildiğini yaşamda uygulamaya çalışmak da bilmek kadar önemlidir, dedim.

Alimdar Şavşat'a indiğimizde yolda arabaya aldığı kadın ve kızından para almadı. Alimdar amcasının bu davranışı kızımın hoşuna gitti. Biz aramızda Hollandaca konuştuğumuz için kızımla benim aramda geçen konuşmaları Alimdar'ın anlaması mümkün değildi. Alimdar bu tür insanı davranışlarla insanların sevgisini kazanıyordu zaten. Diğer yolcuları Şavşat'ta indirip yanımıza Karagölde yiyeceğimiz bir şeyler aldıktan sonra Karagöle bir an önce varmak için Şavşat'tan yola çıktık. Efkâr tepesinin tememizden bakışları altından, Şavşat Kalesinin yorgun ve yıpranmışlığının yanından geçtik.

Az sonra dereboyuna düştük. Kızım ile ben şöfer mahlinde, elimde güzellikleri yanıma alabilmek için kamera. Araba suyun tersine akarken bende gözümü okşuyan güzelliklerde kameramın kayıt düğmesine basıyordum. Yolun yılan gibi kıvrılması bitince Vel'e geldiğimizi anladım. Kocabey Köyünün yukarı mahlesinin ormanları Vel'e bakar. Bende çocukluk yıllarımda bu ormanlarda hayvan otlattığımdan Vel'in o düzlüğü beni çocukluk yıllarımdan beri yakar. Vel'e geldiğimizde Alimdar'a yavaş gitmesini rica ettim. O da beni kırmadı. Kameram bile böylesi doğal güzellikleri çok görmedi. Vel'den benim bu ikinci geçişim. Her geçişimde de Vel yüreğime farklı güzellikler bırakıyor. Vel'deki insanların meraklı gözleri arabamızda. Vel'in bir yanı bizim köyün ormanı olduğundan çok eski yıllar konuşuluyordu aramızda. Kazim amca yaşça Rahim amca ve babamdan az daha büyüktü. Onların gençlik yıllarıydı arabada konuşulan. Bu sohbetin sıcaklığında Rabat'a vardık.

Keşke Rabat'tan geçmeseydik! Ölü bir köy gibiydi Rabat. Rabat'ta dermanlığa bir insan bile göremedik. Bu köyde insanın yaşadığını muştulayan köpek ve tavuklarda görmedik. Göremediğimiz yalnız insan, köpek ve tavuk değildi. Karagöl'e gidiyorduk ama Karagöl'e gittiğimizi yazan bir levhayı bütün yol boyunca göremedik. Oysa yollar yolcularla konuşmalı; levhalardır yolların dili.Bu yolları dilsiz bırakanlar yol boyunca kızdırdı beni. Arabada mazot, bizdede zaman vardı. Nasıl olsa Karagöl'ü bulacaktık. Çünkü evden Karagöl'e gitmek için çıktık. Aşağı Süles'e damat olan Kazim amca bile yıllar önce Süles'in kulağındaki Karagöl'den at ile iki kez geçtiğini söyledi.

Oldukca usta bir marangoz olan babamda yıllar önce Süles'de ev yaparken Karagöl'den geçmişti. Rahim amcada Rabat'ın üstündeki pelütlükten nasıl neker kırdığını anımsadı. İyiki Karagöl'e gitme fikri çikmişti benden. Ben onları hem gençlik yıllarına hem de doğdukları topraklardaki bu güzellikleri yeniden göstermeye götürüyordum. Onların mutluluğunu gözlemledikce apayrı bir mutluluğun içimi ısıttığını gördüm. İnsan çevresindeki güzellikleri hiç merak etmez mi? Onların bu meraksızlığına birazda üzüldüm. "Televizyonda Karagöl'ün yollarını hiç göstermiyorlardı. Bu yoları gören Karagöl'e mi gider? diyen kızıma güldüm. Zaten ağlanacak halimize biz hep gülmez miyiz? Bazı yerlerde münibüs bile altını vuruyordu.Taksiyle Karagöl'e nasıl gidilirdi?

Hadi gidilsin diyelim;insanlar tepenin birine yerleşmiş Karagöl'ü nasıl bulurdu? Ufacık bir levha dikmek çok mu zordu? Yoksa Karagöl'ü gösteren levhalar varda bizim gözlerimiz mi kördü? "Şu kayalıklara kıyamamışlar mı ki bu yolu bu kadar daryapmışlar? Karşıdan bir araba gelse yanımızdan nasıl geçecek? dedi eşim. "Buralar boş kayalık değilde koknarlarla, çamlarla örülü ormanlık olsaydı kesinliklşe yolu geniş yaparlardı, dedim. "Baba bunlar ormanları sevmiyorlar mı? dedi kızım Hasret. "Bizim insanımız kolayı seviyor kızım. Kayalıklardan yol yapmak için biraz daha çalışmak gerek. Konuşmamı bölerek: "Kayalıkları yıkacak insan değilya dözer , dedi eşim. Gelde buna cevap ver. Kesildi sesim. Sesimi kesenler utansın. Süles'in yolu ayrıldıktan sonra yol bir tepeye doğru kıvrılarak tırmanmaya başladı. Alimdar dediki: "Karagöl'e yaklaştık".

Nihayet tepeye çıktık. Karagöl'ün girişinde ufacık bir külübe vardı. Külübede de sessizlik. Sanki tepenin tam tepesi oyulmuş içine su koyulmuş. İsmini renginden alan bu gölde biz vardığımızda sessizlik hakimdi. Mimari becerilerden uzak, sıcak bir yaz gününde gözümüze buz gibi batan ötel gibi bir şeyin yanına vardığımızda arabamızın yanına bir genç sokuldu. Karagöl'e giriş ücretini sordu. "Bizi giriş külübesinde bile katşılamadınız. Aldığınız giriş parası kadar buraya katkınız oluyor mu? dedim. Sorum bizden giriş parası isteyen gencin suratına şamar gibi inmiş olacakki kızardı. Kızarmış yüzüyle az durakladı. "Ama biz bu gölü ihalede kiraladık, dedi. "Kiralamış olmanız güzelde, kiraladıktan sonra bu gölün güzelliğine ne kattınız? Ya da buraya yorgunluklarını dinlenerek, eğlenerek atmak için gelen insanlara ne gibi hizmet sunuyorsunuz? dedim. "Hizmetler ötelimizde, dedi. Gölün çevresindeki derme, çatma oturaklar bile ilgisizlikten yosun tutmuştu. Tuvalet pislikten kokuyordu. Çevrede boş rakı şişeleri, boş kese kağıtları, karpuz, kavun kabukları çevre sanki çöplüktü. Karagöl'ü çirkinleştirmek için haylı uğraşmış olsalarda doğa gözlerimize ziyafet sunuyordu. "Karagöl dediğiniz burası mı?

Benim kızlığımda Şavket'ten kaçan camuşlar gelir bu gölün kara çamuruna yatarak serinlerlerdi. Camuşlar kara gölün çamuru kara olduğu için dikatlice bakılmayınca camuşlar görünmezdi, dedi annem. Çevrenin sessizliğini kurbağalar bozuyordu. Ötel dedikleri eğriti durak beton yığını binanın önünde iki taksi vardı. " Böylesi güzel yere bu beton yiğini hiç gitmemiş mi? dedi eşim. Haklıydı. Bizim insanlarımız doğallığı bozmayı marifet sayıyordu? Oysaki böylesi güzel bir göle Şavşat'a yakışır ağaçtan yapılma (Kafkasor'da bir adet var) ikişer, dörter kişilik evler daha uydun düşmez miydi? Böylece de doğallık korunmuş olmaz mıydı? Halıda demirden desen nasıl durursa ötel dedikleri bu beton yiğinida Karagöl'de öğle duruyordu. Buraya gelecek yabancı türistlerin aradığı bu taklit beton yığını evler değil Şavşat'ın ve doğanın güzelliğini yansıtacak kamp evleriydi. Türistleri buralara ancak doğayı ve doğallığı koruyarak çekebiliriz. Onlarda olanların taklitlerini yaparak değil. Çeşmeye vardık. Çeşmedeki borulardan soğuk ve tatlı sular akıyor. İçilmekten arda kalanlar az sonra Karagöl'e ulaşıyor. Çeşmenin bir yerine dokunsanız dokunduğunuz yerinize pislik bulaşıyor. Karagöl'ü kiralayanlar Karagöl'ün temizliğini unutmuşlar. Akıllarında yalnızca para almayı tutmuşlar . Tıpkı yüzbinlerce işçisini Avrupa'nın çeşitli ülkelerine döviz kazanmak için gönderip bu tavuklar döviz yumurtlasınlar bize yeter. Dertleriyle kendileri boğuşurlar diyen büyüklerimizin (!) yurt dışında yüzbinlerce insanını unuttuğu gibi. O gün gözlemledimki bizden Karagöl'e giriş parası alanlar aslında bir kuruşu bile haketmiyorlar. Haketmeden kazananlar beni hep kızdırmışlardır. Hepimizin ortak kararıyla Karagöl'ün çıkışında bir yeri oturmak için seçtik. Derme, çatma banklara yanımızda getirdiğimiz minder ve gazete sayfalarını sararak hepimiz yerleştik. Yanımızda getirdiğimiz yiyecekleri masaların üzerine koyduk. İsteyen istediğinden yiyor ya da içiyordu. Yıllarını Almanya ya yedirmiş Almanların güzel ve çirkinliklerinden bir şeyler edinmiş Rahim amca: Burası Almanların elinde olacak burasını yalancı cennet yaparlar, dedi. O gerçek cenneti farklı yerde aradığı için burası onun için ancak yalancı cennet olabilirdi. Babam da Hollandaya benim yanıma gelmiş; Hollanda ve Almanyayı biraz gezmiş birisi olrak Rahim amcaya destek verdi: "Kazim ağabey adamlar çok temiz ve çalışkan. Onların yaptığına özeniyor insan, dedi. Babam yerden göğe haklı. Yeterki istesin nice güzellikler üretmez ki insan aklı.

"Burasının yetkilisi ben olsam neler yapardım biliyor musunuz? dedim. "Sen söylemesen düşüncelerini nasıl bileceğiz, dedi Kazim amca. "Haklısın amca. Ben işe ilk olarak tuvaletlerden başlardım. Gölün karşı yakasındaki bir insan tuvalete gelmek için nereden bakarsanız bakın en az bir km. yürümeli. Ya da tuvalet gereksimi için ormanlara gitmeli. Bu gölün en az iki yerinde daha tuvalet yapardım. Sırtını ağaçlara dayayan, bazıları omuzomuza, bazılarıda teker ikişer ve dörter kişinin sığcağı ve buranın güzelliğinde çirkinliğiyle sırıtmayacak ağaçtan kamp evleri yapardım. Güllüğün içerisinde kaya gibi duran her bakışımda çirkinliğini suratıma vuran şu güzellik yoksulu beton yığını evi yıkar yerine içerisinde lokanta ve isteyenlerin bazı sporları yapabileceği spor slanununda bulunduğu buranın doğasına uygun bir ötel yapardım. Buranın en az iki yerinede çaybahçesi yapardım. İnsanların yanlarındaki çöpkutularına değilde yerlerlere çöplerini attıklarını bile bile gerekli her yere çöp kutuları koyardım.

Belki bazıları gözlerinin içine bakan çöpkutularını görürde utanıp çöpleri yere atmazlar. Şu bankları kaldırır bizim insanımıza layık banklar koyar ve her gün bankların temizliğini yaptırırdım ki insanlar bana küfür etmesinler. Yollarını genişletirip levhalarıda dikerek gelmek isteyenlere Karagöl'ün yolunu gösterirdim. "Tatil köyü yapardım desene, dedi Kazim amca. "Hayır amca. Burası dağ ile suyun öpüştüğü doğanın bize sunduğu çok güzel bir yer. Burası insanları dinlendirir. Bende yetkili olrak insanların rahatca dinlenmelerine katkıda bulunurum. İnsan memnun olduğu yerde parayıda fazla düşünmez. Şimdi şurada çay nasıl içilmez?

"Baba çay mı var, dedi kızım. Örnek olarak söyledim kızım."

Biz Ayvalık'da kaç semaver çay içtik değil mi anne? dedi kızım.

"Ama orası turistlik yer, dedi eşim. "Burası niçin turistlik yer olmasın? Kaç yerde bu kadar doğal güzelliği bir arada bulabilirsin? dedim.

Bu düşünceme karşı çıkan olmadı. Çünkü Karagöl güzelliğine az rastlanır bir doğa harıkasıydı. Gölün kıyısında yürüdük. Kızım ile benim kurbağalığımız tuttu. Kurbağalarla paslaştık. Kurbağaların kuşlarla dönüşümlü ötüşmelerine şaştık. Yolda çok olduğunu sandığımız zamanımızın azlığının ayırdına burada vardık. Oturduğumuz yeri önceki halinden daha temiz bırakarak Karagöl'den ayrıldık. Aynı güne Süles'ide sığdırmalıydık. Süles'de eşimin yıllardır görmediği ve çok sevdiği bibisi vardı. Ne de olsa bende enişteydim. On yaşında kızım ve henüz yaşına varmamış oğlumla çıkacaktık eşimin bibisi ve ev halkının karşılarına ama olsun yıllar sonra da olsa görüşecektikya eşimin Nünise bibisiyle. Ah insanların önüne yüreklerini saran insanlarımız yokmu! Onlar için yılar bile aşılır.

Aşağı ve yukarı Süles'de insanlarımızın içlerindeki sevgiyi soldurmadıklarını, insana saygıyı yitirmediklerini gördüm. İlgileri karşısında biraz ezildim. Süles'de en azından bir gece kalamadığımıza üzüldüm. Gülen yüzlerinde yaş bırakarak Süles'den de ayrıldık. Aynı güne Balvana'yı da sığdırdık. Balvana'da da benim yıllardır özlemini çektiğim Ölminor bibim vardı. Yıllar sonra beni karşısında görünce tanıyamadı. Nerden bilecektiki saçlarımdaki aklarda onunda özlemi vardı. Arkamdan baba, annem gelince ve Elminor bibim onları görünce beni tanıdı. Meraklı yüzünü sevinç sardı. Mümkün olsa o anda sevinçten kanatlanıp uçardı. "Bu Şehrin Gülü" isimli şiirimde boşuna demedim:

"Köylerde yaşam doğaldır
Dostluk en güvenilir daldır
Herkes yüreği kadar insandır gülüm
Herkes beyni kadar insandır".

Yukarı Süles'den köyümüze bir kez daha baktım ve Kocabey köyüne bir kez daha sevdalandım. Güzelliklerle dolu dolu bir günün akşamında anladımki; insanın kendisini dinlemesi, yorgun beynini dinlendirmesi için Karagöl aranan ilaç. Ama bu ilaca varmak için ne Karagöl'ün yolu yol gibi ne de Karagöl'ün temizliği insana kaşır gibi. Yol bana nereye gittiğimi söylemeli. Levhalardır yoların dili.

Karagöl'e nasıl gidecek Karagöl'ün yerini bilmeyen biri?

Okumaya sevdalı, gezmeye meraklı birisi olarak ve bir çok ülke, bu ülkelerde çeşitli yerleri dolanarak ve içten Yanarak gördümki biz güzellikleri yanlış yerlerde arıyoruz. Güzel sandıklarımıza uzanırken asıl güzellikleri ayak altında çiğniyoruz.

Bu İçerik 231 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi