Şavşat ve Kültür-Sanat Öyküler

Zaman Kiralıkmış Meğer

İsmet Aci

Topraklı yolların, çamurlattığı lastik ayakkabılarımı, köy çeşmesinde yıkadığım yılların çok uzağındayım şimdi. Gök mavi, dal yeşildi her gördüğümde gökteki kuşların uçuşunu seyretmek için başımı kaldırdığımda. Çocukluğumu bölüştüğüm arkadaşlarım vardı. Eylül ayı okulların başladığı aydı.

Evimizden kopar günün büyük bir kısmını okulda arkadaşlarla ve öğretmenlerle geçirdikten sonra kendimizi özgürlüğümüze bırakır uçar dururduk gün kararıncaya kadar, bazen ay ışığını kapardık geceden. Zamana bir anlam veremediğimiz yıllardı, hep böyle süreceğin düşlediğimiz çocukluklarımız.

Saklambaç, kör ebe mendil kapmaca, elim sende gibi oyunları, okulda öğretmenimizde bizimle oynardı, çevreden o alaycı bakışlara aldırmadan, onlara göre kocaman adam, çocuk olmuştu, boyundan bosundan utanmazdı hiçte, öğretmene göre, küçük çocuklar büyük adamdı. Hangisinin doğru olduğunu düşünme gere bile duymadan oynadık oyunlarımızı. Kahkaha atardık duyanların kıskanmasına sebep olacak kadar yüksek ve sürekli, sonu gelmezdi güldüklerimizin, neye güldüğümüzü bile düşünmezdik.. Bizim yoklarımız vardı hep. Olmayan yoklardan yaratığımız sermayemiz geleceğe kurduğumuz en sağlam köprü idi, üzerinden basıp geçtiğimiz. Kurduğumuz dünyada ölüm olmazdı pek, kazada da yapmazdık.Savaş çıkacak gibi yapar sonra barışa çevirirdik tüm olumsuzluğa rağmen devam eden hayatın geleceğini, çünkü bizden sorulurdu, olmayan halkımızın barış içinde yaşamamasının sebebi.Masallar yazar sonra oynardık içinde arkadaşlarımızın olduğu gemileri kaldırırdık, susuz hatta nemsiz diyarlardan uzak ülkelere yolcuklarının kısa sürdüğü süre içinde. Gelip geçerdi bizi ne kadar kötülük varsa, biz bize kaldırdık kendimize verdiğimiz zamanlarda.

Kayıp kentler kurduk kendimize yine içimizden birinin idare ettiği ve tüm kazançlarını eşitçe paylaştığımız. Bizim kentlerimizin ışıkları düğmeye dokunmadan yandı bir bakış neticesinde ya da bir göz işareti ile. Kahvelerimizi altın fincanlarda ikram ettik her gelen misafirimize büyük küçük demeden çünkü onlar misafirdiler. Çocukları ağlatmamak için oyuncaklar yaptık, kilden, çamurdan bezden, onlarda yoksa anlattığımız hikâyelerin içine koyduk en güzel oyuncakları.

Yolların çamurları kururken büyüdük, çamursuz yollarda yürüme ye özlem duyarak. Çeşmeler köy meydanlarından söküldü. Su içemez oldu ala karga doyasıya köy çeşmesinden. Çeşmenin başındaki gölgelik etsin diye ağaçlar son olarak bir ihtarın bastonu olarak ayrıldı çeşme başından. Atların ağaç dibindeki çeşmeden su içerken kendi kafalarını gördüklerinde su içinde, kulaklarını dikerek çıkardıkları sesler kayboldu ikindinin dar vaktinde. Ondan sonra çocuklar at kişnemesini duymadılar bir daha. Kollarında helkelerle suya giden kalmadığından türküsü de söylenmez oldu çoktandır. Kendimizi içimizden gönderdikten sonra bükülen boynumuzun bizim olmadığını anlayınca zamanımızın kiralandığını hissettik. Geri gelmesi için çok çaba harcadığımız o zaman yoktu artık. Y0klarımıza kavuştuk, varlarımız yitirdik.

Çocukluğumun olmayanları ile dost olmaya çalıştığımda ne çocukluğum nede o zaman oynadığım oyunlar yoktu. Şimdi nasıl mıyım...?

İsmet ACİ

Bu İçerik 337 Kez Görüntülendi

Kültür Öyküler Üye Listesi